“Yeni nesle kültürümüzü tam aktaramadık”

“Yeni nesle kültürümüzü tam aktaramadık”

Gazetemizin Ramazan Söyleşilerine konuk olan Konya Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü, “Gençlere rol model olmak istiyorsak ahlak bilgimizle, mesleki becerimizle ve erdemimizle herkesin takdir ettiği insan olmak zorundayız”

Gazetemizin Ramazan Söyleşilerine konuk olan Konya aydınlar ocağı başkanı Dr. Mustafa Güçlü ile kültürel değerlerlerimizi ve eski Konya ramazanlarını konuştuk. Güçlü, teknolojinin baş döndüren hızına yetişemediğimizi ve yeni nesile kültürümüzü tam olarak aktaramadığımızı belirtti.

 **Aydınlar Ocağı’nın kuruluş sürecinden bahsedebilir misiniz?

-Osmanlı'nın son döneminde gerilemeye başlamasıyla batı ile aradaki mesafe açılmaya başladı. Batı yükselişe geçti. Rönesansla birlikte dünyayı işgal etmek, sömürgecilik anlayışıyla bütün dünyayı sömürerek dünyanın zenginliklerini Batı'ya taşımaya başladı. Daha sonra doğudaki ve batıdaki İslam medeniyetinin aldığı ilmi de devşirerek bunu bilimsel güce, teknolojik güce, askeri güce çevirdi. Bu şekilde dünyanın lokomotifliğini, liderliğini üstlendi. Bizimle arasındaki makas açılmaya başladı. Biz bu makası ne kadar gayret edersek edelim, kapatamadık. Çok uğraştık ama Batı özellikle bu makası kapattırmadı. Osmanlının Bütün kalkınma hamleleri engellenmişti. Osmanlı medeniyeti engellenmiş bir medeniyet. Neticede bu mesafe uzayınca Osmanlı aydınlarında bir umutsuzluk, çaresizlik moral bozukluğu ve kimlik karmaşası yaşanmaya başladı. Bununla beraber Batı’ya karşı bir hayranlık başladı. Kendi değerlerinden uzaklaşmaya başladılar. Buna Stockholm Sendromu diyoruz. Mankurtlaşma diyoruz, köz kamanlaşma diyoruz. Osmanlının çöküşünden sonra Osmanlı topraklarında 30’a yakın devlet kuruluyor. Bu her bir devlet emperyalizminin sömürgesi altında. Bir tek Türkiye Cumhuriyeti'ne bağımsızlık veriliyor. Sebebi de hilafetten vazgeçtiği için. Hilafetten vazgeçme karşılığı, bağımsızlığı tanınıyor. Kendi sınırlarımızın dışındaki İslam ve Türk dünyasıyla ilgilenmeme sözü veriyoruz. Yani Türk İslam dünyasıyla ilgilenmeyeceğiz, batıyla bütünleşeceğiz. Batı'yı ve Batı'nın değerlerini benimseyeceğiz. Hilafeti kaldıracağız. Bu sözler karşılığında bizim bağımsızlığımız Lozan'da tanınıyor. O günden itibaren de batıyla bütünleşme reformları başlıyor. Dolayısıyla Osmanlı aydınında başlayan o aşağılık kompleksi kendi dininden, kültüründen kompleks duyan aydın tipi, cumhuriyetle birlikte tamamen çok daha ileri safhaya giderek Batı'nın peşinden koşan bir güruha dönüşüyor. Dolayısıyla halkın inanç ve kültürüyle aydının inanç ve kültürü birbirinden ayrılıyor. Bir ülkenin kalkınması aydınlarla halkın bütünleşmesine bağlıdır. Yani bir ülke bütünlük resmederse, bütünlük arz ederse el birliğiyle bir kalkınma gerçekleşebilir. Bu iş çatışarak, kutuplaşarak, kamplaşarak olmaz. Fakat Türk aydınıyla Türk halkı arasındaki makas çok açılmıştı. Bunun ızdırabı yaşanırken Demokrat Parti iktidara geldi. Ve o şekilde halk tekrar bir umutlandı. Acaba bu makas kapanabilir mi diye. Demokrat Parti'nin döneminde istenilen bir kapanma olmadı. Ama halkın umudu arttı. Halkın yerli, milli, İslami değerlerine saygılı çocukları okumaya başladı. Bunları yetişip yavaş yavaş bürokraside, üniversitelerde görev almaya başlayınca bu sefer bunun önünü darbeyle kesmek istediler. 27 Mayıs 1960 darbesi ile büyük bir travma yaşandı. Fakat daha sonra antidemokratik süreci geçip de seçimle birlikte tekrar demokratik süreç başlayınca Yerli, milli, İslami çizgideki az da olsa aydınlar organize olarak dernek kurmak istediler. Hem İstanbul'da, hem Konya'da. Böyle karşılıklı münavel olarak çalışmalar, konferanslar başladı. İstanbul sadece Türkiye'nin değil, Türk İslam dünyasının başkentidir. Her yönüyle başkenttir. Anadolu'da hiç böyle yetişmiş kadro yoktu. Üniversite yoktu. Üniversite 5 şehirde vardı. İstanbul, İzmir, Ankara, Trabzon, Erzurum gibi şehirlerde vardı. Dolayısıyla hep oradan konuşmacılar, konferansçılar getirilir faaliyetler yapılırdı. Aydınlar Ocakları ismini devlet kanunen vermedi. Yasakmış. Bakanlar Kurulu kararıyla verilirmiş. O zaman Aydınlar Ocakları diye açıldı.  Türkiye genelinde faaliyetlere başladılar ama hep İstanbul ağırlıklı gidiyordu. Bu sırada Konya'da 1975’te açılan üniversite akademi, enstitü, ilahiyat birleşerek bir üniversitenin nüvesini oluşturmuştu. Sonra Selçuk Üniversitesi ismini almıştı. Selçuk Üniversitesi 1982’de buraya rektör olarak gelen Erol Güngör zamanında pek çok üniversiteden atılan hocaları Selçuk üniversitesine topladı. Dolayısıyla Değişik üniversiteden atılan bu hocaların takviyesiyle Selçuk Üniversitesi müthiş bir hamle yaptı. Hoca sorunlarının çoğunu halletmişti. O dönemde üniversitede bu biriken hocalar 1986'da bir araya gelerek Konya Aydınlar Ocağı'nı kurdular. Yani 4 Haziran 1986 tıda Konya Aydınlar Ocağı Derneği'ni kurdular. Mehmet Ali Uz ağabeyin başkanlığı döneminde benim de aydınlar ocağı üyeliğim başladı. Mehmet Ali abi, Konya Aydınlar hocamın başkan olarak efsanevi bir başkan olarak aşılması güç bir faaliyetler yaptı kendince. 2002’ de görevi bana devrettiler o yıldan bu yana elimizden geldiğince çalışmalar yapmaya gayret ediyorum

ESKİ MAHALLE KÜLTÜRÜMÜZÜ KAYBETTİK

**Yapmış olduğunuz çalışmalar ile geçmişten günümüze bir köprü oluşturma gayreti içerisindesiniz. Eski insanların Ramazan ayına atfettiği değerle modern çağda atfedilen değer arasında nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

-Eskiden ramazan ayının gelişi Konya’da ayrı bir heyecana sebep olurdu. Konya 17 tane peygamberin 360 evliyanın yattığı maneviyatı oldukça yüksek bir şehir. Ancak son zamanlarda yaşanan kalkınma politikaları ile kendi ikliminden uzaklaştırıldı. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yönü itibariyle batıyla bütünleşme şeklindeydi. Hala Batı'yla bütünleşme politikaları, Avrupa Birliği'ne girmek adına politikalar yürütülüyor. Bana göre bu yanlış bir politika. Bir an evvel bu terk edilmeli. Osmanlı'nın son döneminden de başlarsak 200 yıllık bir Batılılaşma süreci içerisindeyiz. Bizi biraz aydınlatsa, bazı avantajlar kazandırsa da İslami hassasiyetimiz azalmaya başladı. Yani insanımız son zamanlarda biraz sekülerleşti. Dini  bilgisi artıyor, unvanı artıyor, ama duyarlılığı hassasiyeti azalıyor. Eskiye göre yani hassasiyetlerimiz azaldı. Bu bakımdan eski Ramazanların o manevi atmosferini artık göremiyoruz. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz; birincisi biraz sekülerleştik. Son zamanlarda daha çok dünyevileştik. İkincisi, büyük şehirlere geldik. Eskiden köy toplumuyduk. Toplumun yüzde 75-80 köydeydi. Şimdi yüzde 15’i köyde. Şehirlere gelince bu sefer sitelere geçtik. Artık insanlar arabasıyla otoparka giriyor asansörle evine çıkıyor. Komşusunu bile görmez oldu. Mahalle anlayışı, komşuluk anlayışı eskisi kadar yok. Eskiden Osmanlı mahalleleri genellikle ana caddeden ayrılan çıkmaz sokaklar etrafında oluşurdu. Mahalleli birbirini tanırdı. Dolayısıyla mahallelinin sterilliği korunurdu. Homojenliği korunurdu. Mahalleli camisine kim gelmezse fark ederdi. Komşunun başına bir şey gelse hemen hissedilirdi. Yardımlaşma, dayanışma, komşuluk ilişkileri maksimum seviyedeydi. Ama şimdi steril sitelerden toplandık. İnsanlar  arabasından asansöre binip alt üst komşusunu bile görmüyor. Böyle olunca da komşuluk, dayanışma zayıfladı. Zaten dünyevileşmenin etkisiyle de duyarlılığımız azalmıştı. Dolayısıyla  eski Konya ramazanlarının o manevi havası günümüzde o sıcaklıkta, o samimiyette olmuyor.

img-2967.jpg

TEKNOLOJİNİN HIZINA YETİŞEMİYORUZ

**Konya’da bir çok alim bulunuyor. Bu anlamda Konya maneviyatı yüksek bir şehir. Konya’mızda bu değerlerinin yeni nesile hakkı ile aktarıldığını düşünüyor musunuz?

-Hiçbir şeyi tam aktaramıyoruz. Eskiden toplumların gelişmesi yavaş olurdu. Toplumdaki ilmi gelişme, teknik gelişme, moda tarzında gelişmeler yavaş olurdu. Toplum bunu bir dönem yaşar, hazmeder. Sonra yeni bir gelişme olurdu, değişim olurdu. Bunların hepsini yaşayarak ilerlerdi toplum. Dolayısıyla hem gelenek nakledilirdi, hem de mevcut çağın yeniliğinden de bir uyum sağlanırdı. Aman son zamanlarda özellikle 2000’den sonraki gelişmeler çok hızlı. İlim o kadar hızlı ilerliyor ki, yetişemiyorsun. Eskiden düğün yapacak bir aile hazırlıklarına çok önceden başlardı. Buzdolabı alınır, çamaşır makinesi alınırdı. Hatta televizyon çıktıktan sonra televizyon alınır. Daha kullanılmadığı halde dururdu. Şimdi 6 ayda bir moda değişiyor. Model değişiyor. Bu değişim geçmişin aktarımını da engelledi. Yani eskiden değişim yavaş oluyordu, hem geçmiş geleceğe aktarılıyor hem de mevcut çağda yaşanan gelişmelere uyum sağlanıyordu. Yani teknolojik gelişmelere eskiler alışarak ilerliyor bu birikimler gençlere aktarılıyordu. Aynı evin içinde yaşayan insanlar aynı odada oturmalarına rağmen çok farklı dünyanın insanları olmaya başladı artık. Sebebi herkes kendi internetini, bilgisayarını, televizyonunu açıyor farklı bir dünyaya giriyor. Aynı ailenin içerisinde çocuklar farklı kültürün, farklı inançların, farklı felsefelerin düşüncelerin insanları olmaya başladılar. Geçmişi aktarmayı bıraktık. Onun için Mehmet Akif'in ‘Asrın idrakine İslam'ı söyletmeliyiz’ sözüne çok dikkat etmeliyiz. Böyle cami cemaatine konuşan üslupla gençliğe, İslam'ı aktaramayız. O zaman bu gençlerin dinleyebileceği dille, bilgiyle, anlayışla onlara hitap etmek lazım. Ahlak, bilgimizle, mesleki becerimizle ahlakımızla, davranışımızla, dürüstlüğümüzle, erdemimizle herkesin takdir ettiği insan olmak zorundayız. Bu takdirde toplum tarafından rol model olurlar. Rol model olarak alındığın zaman dinlenirsin. Herkes seni dünyanın 4 bir tarafına davet eder. Gel konuş, anlat der. Ama bizim toplumuzda herkes başarıyı yakalamadan konuşuyor. Başarısız insanı kimse dinlemez. Başaran dinlenilir. Zirvede olan dinlenir. Üç tane maç yapmışsın. Üçünde de yenilmişsin. Kimse sana dönüp bakmaz. Galibin peşinde gider. Senin çocukların da o büyük galibi takip etmeye başlar. Onun için oturacağız. Herkes bulunduğu işi en dürüst, en erdemli, en ahlaklı, en başarılı, en güzel şekilde yapan insanlar olursa bizim başaramayacağımız bir şey yok. Yeni gençliğe de, başka şehirde, dünyaya da mesajımız olur. Kendi toplumumuz da ihya olur. Ama bunu yapmadığımız sürece hepimiz sabahtan akşama kadar bağırsak çağırsak hiçbir şey olmaz. Göz göre çocuklarımız İslam'dan çıkar gider.

KONYALILAR BÜYÜK SORUMLULUĞA SAHİP

**Konya, köklü tarihine sahip çıkabiliyor mu? Kısaca bahseder misiniz?

-Konya, tüm dünya şehirleri içerisinde yerli, milli ve İslami kimliğini en iyi muhafaza eden şehirlerden biri. Bütün yozlaşmaya rağmen bu özelliğini korumayı başarmıştır. 1815'ten itibaren batı güçleri içimize müdahale etmeye başladı. Bu müdahaleler ilerledi. Mustafa Reşit Paşa'yla başlayan paralel yapılanmalar, diğer bazı paşalarla devam etti. Dünyanın en büyük ve erdemli son adası olan Osmanlı Devletini kaybettik. Bütün İslam dünyası 1. Dünya savaşının sonunda parçalandı, dağıldı. Yani tespihin ipi koptu, bütün Müslüman coğrafya ayrıldı. 57 tane İslam ülkesine emperyalist güçler tarafından bir çerçeve çizildi. Dibe vurduğumuz günleri yaşıyoruz. 200 yıl batılılaşmaya rağmen Konya, Selçuklu tarihine sahip çıktı. Bunu yeterli bulmuyoruz. Çünkü ne Osmanlı ne de Selçuklu tarihini yeterince bilmiyoruz. Osmanlı tarihi, Selçuklu devletine göre günümüze biraz daha yakın olduğu için daha fazla biliniyor. Türkler, her ikisini de bilmeli. Özellikle bu Konyalılar için daha büyük bir sorumluluk. Çünkü Konya, Selçuklu başkenti ve döneminde örnek olarak gösterilmiş. İyisiyle kötüsüyle ecdadımıza sahip çıkmalıyız.

img-2969.jpg

MUSTAFA GÜÇLÜ KİMDİR

-1955 Konya doğumlu olan Güçlü, Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazandı. Lisans eğitiminin ardından Konya'nın farklı bölgelerinde uzun yıllar hekim olarak görev yaptı. Güçlü, 2002 yılından beri Konya Aydınlar Ocağı Başkanlığı görevini üstleniyor. Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Güçlü kültürel ve sosyal etkinliklerini devam ettiriyor. Güçlü, aynı zamanda evli ve 4 çocuk babası.

RÖPORTAJ: SAİT ÇELİK

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum