Ömrü çileyle geçen  eğitim gönüllüsü:  Ayaşlı Şakir

Ömrü çileyle geçen eğitim gönüllüsü: Ayaşlı Şakir

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Konya öğretmenlerinin bugünkü konuğu 1872’de Ankara’nın Ayaş kazasında dünyaya gelen Ayaşlı Şakir.

1872’de Ankara’nın Ayaş kazası Derviş İmam Mahallesi’nde doğdu. 1917 yılında Konya’da vefat etti. Babası Ayaş eşrafından Nazif Ağa’dır. İptidai tahsilini Ayaş’ta bitirdi. Küçük yaşta annesini kaybettiğinden teyzesinin ve babası tarafından büyük annesinin gözetimi altında yetişti. İbtidai ve tüştiye tahsilini Ayaş’ta tamamladı, Kur’an-ı Kerim’i hıfza başladı. Ayrıca özel öğretmenlerden Arapça ve Farsça dersleri aldı.

ayasli-sakir2-1.jpg

1889 yılında İstanbul’a geldi. Bir yıl medresede okuduktan sonra imtihansız olarak girdiği Daru’l-muallimin-i Aliye (Yüksek Öğretmen Okulu) Edebiyat şubesini 1895’te bitirdi. İstanbul Şakir’in mevcut olan şiir yazma yeteneğini daha da kuvvetlendirdi. İlk şiirleri Mektep dergisinde yayınladı. En önemli şiiri gençliğin verdiği ateşle kaleme aldığı “düşündüm” adlı 184 beyitlik manzumesidir. Faik Soymen ve Muhlis Koner onun hakkında şu değerlendirmeyi yaparlar: “onun hayatını ve şiirlerini tahlil ederken göreceğiz ki Şakir, yalnız ilmi şiir yapan bir âlim değil, tasavvufun sırlarını, felsefenin labirentlerini de açan bir dâhidir.” Konya İdadisinde Arapça, tarih ve coğrafya derslerini okuttu. Derste talebesini yalnız müfredatın çerçevesinde onları aydınlatmak için dersini bir konferans havasına sokardı. Mesleğindeki başarılarından dolayı 1896’da müdür yardımcılığına tayin olundu. 1899’da Konya Redif Taburu Miralayı Emin Hayri Bey’in kızı Zehra Hanım ile evlendi. Maarif Nezareti tarafından da takdir edilen Şakir Efendi, 1901 yılında Tokat İdadisi Müdürlüğü’ne atanarak 1904 yılına kadar orada kaldı.

adsiz.jpg

TOKAT-KONYA ARASINDA ARASI KÖPRÜ KURDU

Macit Selekler, Konya İdadisi’nden Hocası Ayaşlı Şakir’i şöyle anlatır: “1900 tarihinde Konya İdadisi’ne girdiğimde genç uzuna yakın fidan boylu, çenesinin ucunda sivrice siyah sakallı, şık o zamanın modasına göre dar pantolon ve kısa ceket, papyon kravatlı bir zat idi. Bize coğrafya okuturdu. Aynı zamanda Mekteb’in müdür birinci muavini idi. Muavin olduğu için üç gün de bir nöbete kalır ve yatılı olan Mekteb’in gece ve gündüz inzibatını temin ederdi. Trampet çalınıp teneffüse çıkılınca teneffüs hanede talebeye nezaret vazifesini teneffüshanenin bir başından bir başına kadar elinde kitap olduğu halde çok kıvrak adımlarla gidip gelmekle geçirirdi. Elindeki kitapların Fransızca veya diğer bir ecnebi dilden olduğunu bu suretle eline aldığı bir yabancı dile ait bir kitabı evveli lügate bakarak ve gittikçe lügate bakmayı azaltarak okuduğu kitapla dil öğrendiği söylenirdi. Ciddi, vakarlı, hiç gülmez ve herhalde ekzantrik bir hali vardı ki; talebeye hem çekinme ve hem de hürmet hissi telkin etmişti. Bir ders gelir ders verir ertesi gözüne çarpan birisini kaldırır müzakere ederdi. Derse çalışmamış olanı yerine oturtmaz, duvar kenarında divan durdurur ve trampet çalınca da gelir bir tokat vurur giderdi. Onun için “Benim cezam tokat” derdi, kimseye tevkif izinsiz gibi nizami ceza vermezdi. Yılda iki hususi imtihan olur, yazılı yapılan bu imtihanlarda talebeden topladığı imtihan vazifelerinin hiçbirine bakmadan muallim odasındaki sobaya atar diye hiç bir kimseye de kırık not vermezdi, kimseyi de dersinden sınıfta bırakmazdı, hatta ikmale bile kalan olmazdı. 1902-1903 ders yılı başında Şakir Efendi’nin Tokat’a mektep müdürü olduğunu duyduk. Hâkim otoritesinden dolayı sevinmek mi hiç ceza vermez sınıfta bırakmaz bir hoca kaybettiğimizden dolayı yerinmek mi lâzım böyle bir his içinde iken Şakir Efendi sınıflara birer birer gelerek vedalaştı, helalleşti. Hepimizin içi burkuldu, Mektebi bir elem sardı. Sınıflara veda etmekte iken beşinci sınıfta Akşehirli bir talebe ki edebiyat meraklısı geçinenlerdendi, Şakir Efendi’ye: “Benim cezam tokat, benim cezam tokat, derken, tokadı boyluyorsun” deyince kalk tahta başına demiş ve: “Konya’nın sillesi öyle bizi zâr eyledi kim, Tokad’a boynumuzu eğmeye mecbur olduk” diye yazdırmış, teneffüste bütün talebenin ağzında Şakir Efendi’nin menkıbeleri ve bu mısralar dolaşıyordu.”

ŞİİR YAZARAK, KEMAN YAZARAK VAKİT GEÇİRDİ

Tokat İdadisi’nde başarılı çalışmalarına rağmen çeşitli çirkin söz ve iftiralar yüzünden içine kapanıp insanlardan uzaklaşmaya başladı. Bir nevi inziva hayatı yaşadığı Tokat’ta Şakir Bey, boş zamanlarında Konya’da olduğu gibi, şiir okuyup yazarak, resim yaparak ve keman çalarak vaktini geçirdi. Müspet düşünceli ve yenilik taraftarı olan için zaman zaman o günkü idare aleyhine atıp tutmaktan kendini alıkoyamıyordu. Nihayet 1902’de bir cülus günü merasiminde kürsüye fırlayarak padişahı Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak niteleyen sözlere büyük tepki gösterdi. Kendisini seven polis müdürünün araya girmesiyle linçten kurtulan Şakir Bey, hükümet doktorunun psikolojik rahatsızlık raporu düzenlemesiyle emekliye sevk edildi. Ayaş’a gönderilen Şakir kısa bir müddet sonra, arzusu üzerine Konya’ya nakledildi. Şakir Bey, Konya’ya döndükten sonra bir müddet kayın pederi Alay Emini Hayri Bey’in evinde kaldı. Daha sonra kendisini tecrit etmek lüzumu hâsıl olduğundan Sivaslı Ali Kemali Efendi, tarafından kendisine Tekke Mahallesi’nde bir oda kiralandı. Burada mahalle çocuklarının onu “deli” diyerek rahatsız etmeleri yüzünden İstasyon Garipler Mezarlığı civarında belediyeden alınan bir arazi üzerine bir kulübe yaptırdı. Ali Kemali Efendi onun her ihtiyacını karşıladı.

TOKAT’TAN DELİRMİŞ HALDEN GETİRDİLER

Macit Selekler şöyle anlatır: “Şakir Efendi (Tokat’a) gitti. Yerine Ferit Efendi geldi. Uslu, efendi haliyle bize Şakir Efendi’yi aratmadı. Fakat aradan kaç yıl geçti bilmem, belki iki sene sonra Şakir Efendi’yi Tokat’tan delirmiş bir halde getirdiler. Konya’da Askeri Tüfekçisinin kızıyla evli olduğundan Konya’ya getirmişlerdi. Bazen bir kış gününde anadan doğma çıplak sokağa çıkıvermek, kendisini kuyuya atmak, gibi taşkın bir delilik devresi içinde idi. Kayın babası kaynanası, belki de karısı kahrını çekemediler. Konya’yı terk ettiler gittiler. Şakir Efendi’ye Sivaslı Ali Kemali Efendi ile Şems Dedesi (Şemsi Tebrizi dergâhı şeyhi) sahip oldular. Şems tekkesinde misafir ettiler, aylık bağlattılar. Konya’ya gelen bir muhacir kafilesine ev yapılırken İstasyon civarındaki bir mahallede Şakir Efendi’ye de bir ev yaptırdılar. Şakir Efendi, ilk devrelerdeki intihar temayülleri geçti. Hatta 23 gün süren bir açlık grevini de Guraba Hastanesi’nde geçirerek 23. gün gayet sakin, “Demek ki ölmeyeceğim, getirin bir şey” diyerek grevi kendisi terk etti. 1906 yıllarında sükûna kavuşmuş halde vaktini Muhacir Mahallesi’ndeki evinde geçirirdi. Sivaslı Ali Kemali ile Şems Dedesi onu hiç terk etmediler. Burada iken bile çırçıplak çarşıya geldiği vaki idi. Bizler merakla evinin yanına gider, yarıklardan, deliklerden ne yapıyor diye görmeğe çalışırdık ve daima ya kitap okur veya yazı yazar bulurduk. 1907 yaz tatili merhum Babalıkçı Mazhar Yusuf ve Ali Haydar Özkont ve Naim Onat ve galiba Bekri Efendi’nin Mümtaz veya avukat olan Mümtaz ve daha hatırıma gelmeyen bir kalabalık Şakir Efendi’yi evinde ziyaret etmek merakına düştük. Evvela delikten, yırtıktan gözetledik. Büyük bir cilt kitabı tetkik ve belki tercüme eden bir meşguliyette bulduk, nihayet kapısını çaldık. Bahçe kapısını açtı: “Ne istiyorsunuz?” dedi. “Seni görmeye geldik.” dedik. Kapısının önünde biraz daha çıkarak: “İşte görün” diye kendisini gösterdi. “Ama biz ziyaret etmek içeri girmek istiyoruz.” dedik. “Peki, siz buyurun içeri de ben çıkayım gideyim.” dedi, çıkıp gidecek gibi bir hareket yaptı. Bakışlarında filan o eski Şakir Efendi’den hiç iz kalmamıştı, Şakir Efendi’nin şair olduğunu birçok şiirleri bulunduğunu ben ancak idadinin son sınıfında iken öğrenmiştim.

CENAZE NAMAZINI SİVASLI ALİ KEMAL EFENDİ KILDIRDI

Konya’da komşumuz bir eve İstanbul’dan sürgün bir zat gelmişti Babama Namık Kemal’in, Ziya Paşa’nın şiirlerini havi bir defter vermişti, babam da kopyasını almak için bana verdi. Esasen yine babam daha ilk mektep çağında iken bana “Sübha-ı sıbyan” denilen manzum ve aynı zamanda aruz kaidelerini do öğreten bir lügat ezberlettiği için manasını anlasam da anlamasan da şiir okumasını pek severdim Şakir Efendi’nin şiirlerinden bazıları elime geçti. Bir gün Sivaslı hoca dersinde benim bu şiirlerle meşgul olduğumu görünce: “Sen bunlara meraklı mısın?” dedi “Evet” dedim. Ertesi ders Şakir Efendi’nin birçok şiirlerini getirdi, bana verdi. Şakir Efendi’nin şiirlerinin Konya da yayılması bundan sonradır. Bu defterimi ben Konya’dan Antalya’ya gelirken evvelce verdiğim bir medrese talebesinde unuttum.” Hayata küs yaşayan, gün geçtikçe cinneti artan Şakir Bey, yemeden içmeden kesilince 46 yaşında iken 18 Haziran 1917’de Konya’da vefat etti. Ali Kemali Efendi’nin kıldırdığı cenaze namazından sonra Şems Camii Mezarlığı’na defnedildi. Ali Kemali Efendi, Ayaşlı Şakiri’in mezartaşına “Senin servi gibi olan gölgen, İsa nefesi misali benim vücudumun üzerindedir. O gölge, toprak olmuş kemiğimin üzerine, ruhun bir aksi gibi düşmüştür.” anlamındaki şu Farsça beyti ve altındaki şu Türkçe sözleri yazdırır: “Saye-i serv-i tu ber kalibem isi-dem/Aks-i rühist ki; ber-azm-i remim üftadest, Ayaşlı Nazif Ağa-zade münzevi Şakir Efendi’nin kabridir. Sağlığında olduğu gibi, öldükten sonra dahi kimseden bir şey talep etmez. 27 Şaban 1335/18 Haziran 1917”

Kaynak:İbrahim Büyükeken

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.