Konya eski kültürüne hasret

Konya eski kültürüne hasret

Türk Halk Edebiyatı ve Halk Bilimi duayenlerinden Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Konya'nın geleneklerini ve göreneklerini Merhaba'ya anlattı. Prof. Dr. Sakaoğlu, şehrin eski kültürüne hasret olduğunu belirterek o günlerin düğünlerini özlediğini kaydetti

Faytonla gelinlerin alınıp götürüldüğü, düğünden önce damat ve arkadaşlarının çetnevir programı tertip ettiği günler, artık çok eskilerde kaldı. Zira çetnevir oldu bekarlığa veda, faytonla gelin almak oldu lüks araçlar eşliğinde 'biz evleniyoruz.' Tabii her şey devrinde güzel anlayışını da unutmamak lazım. Türk kültürü üzerine kafa yoran, Halk Edebiyatı alanında uzmanlaşan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu'yla, Konya'nın kültürünü konuştuk. Geçmişi yad ederken hep o günlere özlem ve hasret duyduğunu gözlemledik

Prof. Dr. Saim Sakaoğlu kimdir?

1939 yılında Konya’nın Fahrünnisa Mahallesi'nde doğdu. Hâkimiyeti Milliye İlkokulunu (1946-1951), Konya Lisesi'nin orta kısmını (1951-1955) ve lise kısmını (1955-1959) bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden diploma aldı (1961-1965). Ayrıca Çapa Yüksek Öğretmen Okulunu da bitirdi.

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde, önce asistan sonra sırasıyla asistan doktor, doçent doktor ünvanlarını aldı. 1988 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne profesör olarak atandı. 1994’ten sonra bölüm başkanlığını da yürüten Sakaoğlu 20 Mart 2006 tarihinde yaş haddinden emekli oldu.

Prof. Dr. Sakaoğlu; Asya, Avrupa ve Amerika kıtalarında çeşitli bilimsel toplantılara katıldı, bildiriler sundu. Türk Dil Kurumu'nun 1983-2001 yılları arasında Bilim Kurulu ve 1995-2001 yılları arasında yürütme kurulu üyeliklerinde bulundu. Alanında 48 kitabı vardır. Hâlen Konya’da yaşamakta olan Sakaoğlu, yeni çalışmalarla birlikte yarım kalan eserlerini tamamlamakta ve üniversite hatıralarını yazmakla uğraşmaktadır.

Vakti zamanında düğünler buna bağlı olarak çetnevir programları hep birarada şen bir şekilde geçerdi. Şimdi bu değerleri kaybettik. Ne söylemek istersiniz?

Evet, eskiden var olan adına gelenek eski terimle anane dediğimiz hayatımızın ayrılmaz parçalarının büyük bir bölümünü, hızla bazen yavaş yavaş terk ettik. Dün övünç kaynağımız olan birtakım güzellikleri kaybettik. Güzellikleri terk ederken çirkinliklere sarıldık anlamı çıkmasın buradan. Şimdi de devam ediyor bu tür programlar. Ama maalesef eski şenliğini yitirdi.

 

Asker uğurlamaları da aynı şekilde değil mi?

 

Kesinlikle. Eskiden asker uğurlamalar çok sade olurdu. Devlet Demir Yolları'nın garına giderdik. O yıllarda otogar filan da yoktu Konya'da. Şehrin belli yerlerinden otobüsler kalkardı, uğurlayacağımız askere el sallamaya giderdik. Delikanlıya çorap verilirdi, para verilirdi, mendil verilirdi. Şimdi bu adet de kaybolmaya başladı.

 

Biraz eski düğünlerden bahsedebilir misiniz? Hatta yakın çevrenizden de örnekler verseniz olur mu?

 

Elbette ki. Benim ablam ile abim aynı yıl evlendiler. İkisi de 1948 yılında. Yani iki ay ara ile. O yıllarda ben 9 yaşında veya 10 yaşında bir çocuktum. Anlayacağınız evinde iki düğün yapılan, bir gelin alınan, bir gelin verilen ailenin 10 yaşındaki çocuğuydum. O yıllarda pilav dökme, yüzlerle binlerle ifade edilen sinilerle dile getirilemezdi. Eğer siz 15 sofralık bir misafir ağırlamışsanız, ekonomik durumunuz vasata yakındı. Sofra sayısı 25'i buldu mu iyi ekonomik duruma sahip olan biriydiniz. Öyle kalkıp da 100 sofralık misafir edecek düğünler olmazdı. Çünkü Konya'da o yıllarda o kadar çok sofra sayısını dolduracak kadar ahbabı olan insan bulunmazdı. O zamanların düğünlerinin bir başlangıç aşaması vardır. Bunlardan bir tanesi kız isteme. Bu apayrı bir konu. Esas düğün kısmına gelmek istiyorum. Düğünler pazar günleri icra edilirdi. Ancak cumartesi akşamı kadınların kendi aralarında kına gecesi olurdu. Aynı gece de delikanlının arkadaşları tarafından ona sonradan adına 'bekarlığı veda' denilen, o yıllarda adı olmayan, çetnevir türü bir eğlence düzenlenirdi. Düğün günü misafirlerin gelmeleri bir düzen dahilinde olurdu. Davetiyeler basılırken misafirin geleceği saat kısmı boş bırakılırdı. Ev sahibi belli ölçüde misafirine saat 08.00 diye yazardı. Onlar da o civarda gelirlerdi. Bir bölümüne ise 08.30 diye yazarlardı. 08.30'da gelirlerdi. Böylece büyük bir yoğunluk olmazdı. Şimdiki düğün pilavlarının saati tek olduğu için sabahleyin erken gelmeyi kimse göze alamıyor. Cumartesi akşamının rehaveti herkesin üzerine çöküyor. Genelde gelenler ağırlıklı olarak 10.30'da geliyordu. Saat 08.30 – 09.00'da birkaç sofra dolmazken daha sonra sofranın başında beklemeye başlıyor insanlar. Yemek yiyenler arkasında bir kişi dikiliyor. 'O kalksın da ben oturayım oraya' diye.

 

İNSANLARDA SAYGI KALMADI

 

Bir başkası daha var; ileriye çekilmiş bir ip vardır. İpin arkasında da bekleyenler vardır. Oturanlar kalkacak, ayaktakiler oturacak, ipin arkasındakiler de ip çekilince dikilmek için oraya gelecekler. Bu kesinlikle gelenekle bağdaşan bir özellik değildir. Eskiden sabahleyin gelenler bir komşu evinde ağırlanırdı. Düğün evine misafirler sadece yemek yemek için gelirlerdi. Komşulardan biri evini misafirlerin ağırlanacağı bir ev olarak açardı. Bir başkası da yemekten sonra kahve içmek isteyenler için evini açardı. Yani düğün adeta üç evde icra edilirdi. Erken geldiniz. Henüz bir sofralık misafir olmadı. Orada beklersiniz. Sayı yeterince olunca ev sahibi veya bir yakını size 'buyrun' der. Derken onların yemekleri biter, onlar komşuya kahve içmeye giderken davetiyedeki bir sonraki misafirler gelmeye başlardı. 'Aman benim işim var' diye 09. 00'da davetiyesi yazılı olanlar 08. 00'de gelmezlerdi. İnsanların saygısı bu kadar ileri derecede idi. Şimdi bakıyorsunuz, gidiyorsunuz, bekliyorsunuz, sıra size gelecek ama sizden evvel son dakikada gelenler 'hurra' sizin sıranızı alıyorlar.

 

Sizin bu şekilde bir hatıranız var mı? Bizzat başınızdan geçen...

 

Pek tabii. Hiç unutmuyorum bir komşumuzun Havzan'da verdiği böyle bir pilavda abim ile beraberdik. İki defa bu şekilde gelenler hakkımıza tecavüz edince, 'demek ki biz burada pilav yiyemeceğiz' diye arabaya atladık gittik Meram Son Durak'ta kendimize mükellef bir sabah kahvaltısı çektik. Bu benim ilk defa başıma gelen bir şey değil. Aynı şeyleri birkaç defa daha yaşadım. Resmen ikinci sınıf insan muamelesi görüyorsunuz.

 

Maalesef insana saygıyla birlikte güzelikleri de kaybettik.

 

Düğünlerde eski tadı bulamıyorsunuz. Hele hele benim gibi eskisinin güzelliğini tatmış olan biri hiç bulamıyor. Düğünlerin eskiden öyle güzel tarafları vardı ki. Meselâ o yıllarda Konya'da yeterince taksi olmadığı için gelinler faytonla getirilirlerdi. Hali vakti biraz yerinde olanlar bir veya iki taksi kiralayabilirlerdi. Hele o gün düğün sayısı fazla ise taksiciler derler di ki, 'siz düğününüzü yarım saat sonra başlatın. Ahmet beyin düğününü bir başlatalım öyle gelelim' derlerdi. Araba yok çünkü. O hafta düğünü olan herkes gelini taksi ile getirecek. Çünkü gelinlerin faytonla gelmesi trafiğin ağır seyretmesine sebep olurdu.

Mahallenin gençlerinin bir özelliği vardı. Gelini almaya giden arabaların ve daha çok faytonların içinde bulunan kayınpederin önü kesilirdi. Meselâ bizim Çaybaşı Mahallesi'nde Çay'ımızın üzerinde birtakım arabalar olurdu. Tek atlı arabalar. Atının koşu yolu sağlı solludur. İki atın koşulduğu kağnı cinsi arabalarda ise ortada bir ok vardır. Bizim arkadaşlar, abilerimiz, Çay'a inerler, saklanırlar hangi arabada gelinin veya kayınpederin olduklarını bildiği için onlar yaklaşınca Çay'ın içinden çıkarlardı. Çay'da suyun olmadığı zamanlar tabii. Arabanın okunu gelinin faytonunun önüne çevirirlerdi. Arkadan gelmekte olan kayınpederden bir bahşiş almadan o oku çekmezler idi. Böylece gelinin yolunu kesmiş oluyorlardı. Ama bu kayınpederler için onca masrafın yanında zevkli bir masraftı. O yolu kesen delikanlılara vereceği bahşişler onların dilinde, 'Ya geçen hafta Ali bey bize 50 lira vermişti, bu seferki 100 lira verdi' diye kayınpederlerin reklamını da yaparlardı.

 

Bugün bu gelenek biraz değişime uğradı herhalde

 

Aynen öyle. Bugün bunun ters bir yöntemini görüyoruz. Alaeddin Tepesi'ndeki Düğün Salonu'nda gelin ile damat arabalarına binip giderken çoluk çocuk arabanın önünü kesiyor, verdiğiniz parayı beğenmiyorlar, sonra da arkanızdan sövüyorlar. Yine sözü gelin almanın, vermenin gelenek ve göreneklerine getirmek istiyorum. Gelin almanın da kendine göre bir kuralı vardı. Meselâ ben kendi evimizdeki gelinin yani abimin hanımının gelmesini açıklayayım. Fayton geldi, araba kapının önünde durdu, kapıya yanaştı. Daha önceden hazırlanmış birtakım kilimler, seccadeler, bezler, örtüler vardır. Mahallenin erkekleri örtüleri yüksekten tutarlar, gelin hanım arabadan iner, evin kapısından içeriye girerdi. Böylece gelin hanım kimse tarafından görülmemiş olurdu. Bunun yanında damat da o zaman önemli bir para olan kirtikli bir kuruşlar vardır. 4 tane 10 paraya bozulurdu onlar. 5 kuruş 10 kuruş neyse birtakım ufak kağıtların arasına o paralardan da koyarak gelinin üzerine serperdi. Bunun anlamı bereketli olsun, ayağı uğurlu olsun diye. Eve bolluk bereket getirsin anlamını taşır. Esas olan mahallenin çocukları o yerlere atılan 1 kuruşları 5 kuruşları almak için kapışırlardı. Yani kim daha çok para topladı, önemli olan o idi. Böylece gelin eve gelir. Ama bir başka hususu daha ekliyelim. Bu gelin almaya giden arabalar; fayton olsun, taksi olsun çoğunluğu dolu olurdu. Bir veya iki araba boş giderdi. Oradan gelin kızım yakınlarının getirileceği araba olarak onlara hizmet verilirdi. Yani gelinin evinden herhangi bir araba kaldırılmaz, oğlan evinden gönderilen arabalar ikisi boş olmak kaydıyla ulaştırıldı. Gelinin eve girmesinden hemen sonra bir koltuk merasimi icra edilirdi. Koltuk merasimi evin uygun bir yerinde, köşesinde, avlusunda ne ise gelin ile güvey kol kola girerlerdi. Yani damat durur, gelin onun koluna girerdi.

 

 

Konya kültürünün içinde düğün pilavlarının da ayrı bir yeri vardır. Biraz bundan bahseder misiniz?

 

Daha önceden ayarlanan bir ahçıbaşı ve yardımcılarına sipariş verilir. Ahçıbaşı sorar, 'Ali Efendi, kaç kişi sofrada oturacak? O da der ki, '150 kişi davet ettim.' Ahçıbaşı sayının biraz fazlasını baz alarak 'bana şu kadar pirinç lâzım.' der. Diğer ikramlar; çorba, zerde, helva vardır. Et vardır. Bunları ahçıbaşı bir gün öncesinden hazırlamaya başlar. Tabii bunların bir kısmının bir ön hazırlığı olur. Sabahleyin namazdan hemen sonra hazır hale gelen yemeklerin duası yapılarak servise hazır hale getirilir. Bazı yemeklerin ben değişik ortamlarda yenildiğini görüyorum. Kimlikleri önemli değil, bazı dostlarımızın davetiyelerinde filan lokantadan davetiye geliyor. Oraya gidiyorsunuz. Bir nevi self servis tepsilerinde olduğu gibi çorba, ayran, et vesaire. Bu biraz ekonomik durumu da sergilemektedir. Şahsen katılamasam bile varlığından haberdar olduğum bazı sofralar vardır. Bir ara Konya'dan DSP milletvekili olan Turan Bilge kardeşim vardı. Ziraat Mühendisi. Onun oğlu var Turgay Bilge.Onun düğünüyle ilgili olarak 10 binden fazla kişinin yemek yediği gazetelere kadar haber oldu. Yanılmıyorsam şehrimizdeki uygun bir yerin tesisinde günlerce evvel başlayan çalışmalar o pazar gününde 25 sofranın etrafında binlerce kişiyi ağırlamıştı. Geçen gün yine birinin Konya'nın vergi rekortmenlerinden birinin oğlu ile ilgili böyle insan sayısı fazla sofradan söz edildiğini gazete haberlerinden okudum. Böyle önemli kişilerin çocuklarının burnu kanasa haberi olur biliyorsunuz. Ve düğün büyük haber oldu, oradan öğrendim. Ben pek pilavlara gitmiyorum. Özür dileyerek katılamıyorum çünkü belli bir yaştan sonra o eti yemek, o pilavı yemek yaş açısından biraz dokunuyor. 'Hadi hocam ye' diye de teşvik ediliyorsunuz. Onlar üç giderler ben bir giderim anlayışıyla kimseyi kırmamaya çalışıyorum.

 

ÖZEL PİLAV EKİBİ VARDI

 

Konya'nın geleneğinde bir de altı yedi defa aynı oturuşta et yiyen bir ekip vardır. Bunlar bir ara kartvizit bile bastırmışlar. 'Konyapek' diye. Çok iyi düğün yemeği yenilir anlamına gelen bir kartvizit. Bu kartvizit sahipleri düğünün nerede olduğunu bilmezler, dışarıya dolaşmaya çıkarlar. Gördükleri zaman 'pat' diye oraya damlarlar.. Ve bir komiklik durum size anlatmak istiyorum. Birisi böyle bir düğün yemeğine gitmiş. Kapıdan girerken sormuşlar, 'siz kimdenseniz' diye. Adam da, 'ben kız tarafındanım' demiş. Tabii adamı mahçup etmek için söylememişler. Pilav sünnet pilavı imiş. Böyle bir komik durumlarda zaman zaman yaşanırdı.

 

 

 

GÜZELLİKLERİN SEBEBİ ÇOKTUR

 

Konya'da sünnet düğünleri, normal bildiğimiz düğünler eskiden var idi, şimdi de var. Bunların dışında da düğün sayabileceğimiz programlar olur muydu?

 

 

Yok, olmazdı. Ancak güzelliklerin sebebi çoktur. Meselâ çocuğun üniversiteyi birincilikle bitirmesi gibi bir sebep de pilav dökmek için yeni konulardan biri olabilir. Ben pek duymadım amma olabilir. Bu noktada eskiden çok sık kullanılan bir terimden bahsetmek istiyorum. Düğünden önce uygulanır. Pek çokları ne demek olduğunu bilmez. 'He-dimelik' diye bir kavram.. Kız evine gelini istemeye gidildikten sonra ailesinin usülen 'bir düşünelim, Almanya'da bir dayısı var soralım' gibi birtakım kabul gören mazaretlerle süre isterler. Birdenbire 'pat' diye vermezler. İleride verilen cevap 'evet' olunca aileye haber gönderir ve onun karşılığında bir hediye gelir. Bu hediyenin adı He – dimelik. Yani 'he' evet anlamındadır, siz bize evet dediniz biz de size 'he' demeniz üzerine bunları gönderiyoruz. Tabii bunlar çok güzel şeyler. Eskiden maliyet para ile ölçülmezdi. Manevi alanda ölçülürdü. Kayınpederin gelin adayına verdiği değerin bir maddi tarafı ölçülemezdi. Yani evine gelin gelicek ya da torun verecek olan gelin adayını daha gelmeden onu hoş tutmak, onun kalbini kazanmak gönül rızası ile kendisine baba demesini sağlamaya çalışılırdı. Bunun ayrı bir tadı vardı. Demek istediğimi eskiler çok çok iyi bilecektir.

 

Çok güzel geleneklerimiz varmış. Ben de daha yeni yeni öğreniyorum. Şimdi bu noktaya gelmişiz. Sizce ne değişti?

 

Ben TV konuşmalarımda bu durumu şöyle açıklarım; dedesi Aymanas'da veya Kumköprü'de otururdu. Çarşıya bazen eşşekle gider gelinirdi. Dedenin oğlu ikinci kuşak, artık bisiklete, motorsiklete binmeye başladı. Üçüncü nesil torunların altlarındaki arabalar ise modern diyebileceğimiz araçlar. İşte bunlar değişmenin bir basamağıdır.

Bizim gençlik yıllarımızda bir ailenin zengiliği türbe önünde, Mevlâna Civarı'nda evinin olması, Bedesten'de dükkanın olması, Meram'da bağının olması idi. Böyle bir aileden size kız istemeye gelmişlerse hemen verirdiniz. Kızınızın elini sıcak sudan soğuk suya değmez anlamına gelirdi. Bu ölçüleri de kaybettik. Ölçüler hep farklı şekillerde yorumlanmaya başlandı. Ben hep şunu söylerim; devlete vergisin verdikten sonra, iş yaptığı insanlara hakkaniyetle davrandıktan sonra, yanında çalıştırdıklarının parasını verdikten sonra ne kadar çok kazanır kazansın helal olsun diyorum. Çünkü oraya gelebilmek için insanın birtakım fedakarlıklara katlanması gerekiyor. Sağlığından olur, huzurundan olur, icabında batırır sermayesini kaybeder ama bu işi alnın akıyla, ahlakın ve kanunların çizgisinde götürürse onlara helal olsun demekten başka bir şey demem. İstediği kadar değişime uğrasın.

MUSTAFA GÜZEY merhabahaber.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.