İnsanlığın Öğreti Süreci (8)

İnsanlığın Öğreti Süreci (8)

İNSANLIĞIN ÖĞRETİ SÜRECİ (8)-Zakir GÜNDOĞDU

(Seni Yaratan Rabbinin Adıyla

 

“OKU”

 

O, İnsanı Bir Kan Pıhtısından Yarattı)

 

Peygamber efendimiz (sav) bir Hadis-i şeriflerinde: “Ben muallim olarak gönderildim,” buyurmaktadır. Tebliğinin temelini de eğitim oluşturmaktadır. Mekke’de müslümanları tevhid üzerine eğiten Peygamberimiz, inzal olan ayet ve surelerle ashabı şekillendirmişti. İslamda ilk eğitim yeri olarak Dar’ul Erkam’ı görmekteyiz. Peygamberimiz ilk öğretiyi “Seni Yaratan Rabbinin adıyla oku” ilkesine dayandırmıştı. Eğitime de Allah’ı öğreterek, tanıtarak başlamıştı. Eğitimin temelini bu eğitim anlayışı üzerine kurdu. Verdiği tüm eğitimler bu eksen etrafında şekillendi. Mekke’de nazil olan ayetler, bireyin eğitimi, bireyin bilgisi ve iman hakikatleri üzerine kurulmuştu. Mekke’de her birey ayrı ayrı eğitildi. Her birey kendi özgün yapısına göre yoğuruldu ve şekillendirildi.

 

Gizli davet döneminde Erkam’ın evinde oluşan bir nübüvvet sofrası kurulmuştu. Bir yerde eğitimin gerçekleşmesi için beş şeye ihtiyaç vardı. Bunlar: Muallim, (Peygamber efendimiz) Muteallim (öğrenci-sahabe), mektep, (Dar’ul Erkam) Müfredat, (Kur’an ve sünnet) ve rehber (Allah Rasulünün rehberliği)dir. Peygamber efendimiz Erkam’ın evinde bir avuç gençle yola çıkmıştı. Erkam daha 18 yaşında bir delikanlı ve evi bir medrese idi. Peygamber efendimize zihinleri zinde ve taze olan ve yeniliklere açık olan gençlerin tabi olduğunu görüyoruz. Allah’ın Rasulu bu gençleri ilmek ilmek işledi. İnen ayetlerle yoğurdu. Resulullah’ın eğitiminden geçenler ilahi öğretiye öyle sahip olmuşlardı ki, öyle pişirilmişlerdi ki. Bunlar Resulullahtaki Allah korkusuna ve sevgisine sahip oldular. O’nun terbiyesiyle terbiyelendiler. Resulullah’ın yanında bir nefer oldular. Öyle ilahi bir zırha büründüler ki; Mekke’nin çöl sıcağında işkencelere maruz kaldılar, kızgın kumlara yatırıldılar, ambargoya tabi oldular, itildiler kakıldılar, Şehit edildiler. İlahi öğretinin kimliğine öyle bürünmüşlerdi ki. Hücrelerine kadar işleyen kulluk bilinci onları kemikleşmiş bir yapıya büründürdü. İslam toplumunun mayasını oluşturdular. Hepsi de İslamın doğuşunda bir tohum, dikilişinde bir gövde yayılışında dal ve meyve oldular. Canlarından, mallarından, eş dost ve akrabalarından vaz geçtiler ancak asla inançlarından vazgeçmediler. Gerektiğinde her şeylerini Allah için feda ettiler. Yeryüzünde inşa edilen ilahi nizamın yükselişinde bir nefer oldular.

 

Yaşanmaz hale gelen Mekke’de ilmek ilmek dokunan Müslümanlara Hicret emri gelince hiç düşünmeden, tereddüt etmeden akıllarında soru işareti oluşturmadan büyük bir ümitle bekledikleri kurtuluş yoluna kavuştuklarını düşündüler. Mekke’deki evlerini barklarını, hurma bahçelerini, ailelerini akrabalarını kısaca dünyalık ne varsa bütün mal varlıklarını bırakarak tabir caizse sırtlarına attıkları hırkaları ile birlikte hem de geriye dönüp bakmadan her şeylerini orada bırakıp Allah’a hicret ettiler ve muhacir adını aldılar. “İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihat edenler ve onları barındıranlar ve yardım edenler, işte onlar gerçek mü’minlerdir. İşte onlar için mağfiret ve tükenmeyen rızk vardır.” (Enfal 74) “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.” (Nahl 41) vb. birçok ayette Allah’ın müjdesi ve övgüsüne mazhar oldular.

 

Hicret eden sahabelerden biri olan Süheyb Bin Sinan Er Rumi hicret ederken müşrikler tarafından yakalanmış ve dininden döndürmek için işkence etmişlerdi. Süheyb Mekkelilere, ben ihtiyar bir adamım, malım da var. Sizden veya düşmanlarınızdan olmamın size bir zararı olmaz. Ben bir söz söyledim ondan caymayı iyi görmem. Malımı ve eşyamı size verir, dinimi sizden satın alırım, demişti. Müşrikler de buna razı olmuşlar ve Süheyb’i salmışlardı. Süheyb henüz hicret yolculuğundayken Medine’de bulunan peygamber efendimize bu olayla ilgili; “İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” (Bakara 207) ayeti nazil olmuştur. Şehre girerken kendisine rastlayan Hz. Ebu Bekir ayeti müjdelemiş ve alış- verişin karlı olsun ya Süheyb demiştir.

 

Medine’ye gelen Müslümanlar (muhacirler) Medilneli Müslümanlarla kardeş ilan edildiler ve mal varlıklarını paylaştılar. Medine de Allah Resulünün öncülüğünde Mescid-i nebevi inşa edildi. Mescid-i Nebevi Namaz kılınan yer, peygamber efendimize tahsis edilen bölüm ve Suffa diye ifade edilen yer olmak üzere üç bölümden oluşturuldu. Suffa kısmında Mekke’den gelen ve Medine’de kalacak yerleri olmayan Müslümanlar burayı kullanmaya ve burada yatıp kalkmaya başladılar. İaşeleri Medineli müslümanlar tarafından karşılanan

 

müslümanlar burada ikamet ediyorlardı. Sayıları yer yer değişiklik gösterse de 300 e kadar çıktığı olmuştur. Zamanla İslam davetini kabul edip değişik yerlerden Medine’ye gelen Müslümanlar da burada ikamet etmeye başlamışlardı. “(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.” (Bakara 273) ayetinde de belirtildiği gibi maddi durumları hiç iyi olmayan yemeye ekmek bile bulamadıkları halde edep ve hayalarından asla ihtiyaçlarını bildirmekten ve kendilerini acındırmaktan kaçınırlardı. Maddi durumu iyi olan sahabeler, hurma bahçesi olanlar bunların iaşelerini karşılamaya çalışırlardı. Peygamberimiz de sofrasını bunlarla paylaşır yediğinden yedirir içtiğinden içirirdi.

 

Peygamber efendimizle en çok Suffa ehli birlikte olurlardı. Peygamberimiz burayı tıpkı Erkam’ın evi gibi bir eğitim yuvası yapmıştı. Bunlardan okuma yazma bilmeyenlere okuma yazma öğretmesi için eğitimciler görevlendirilmişti. Sadece sözlü eğitimle yetinilmeyip okuma yazma öğrenmeleri de sağlandı. Okuma yazma için ayrı, Kur’an eğitimi için ayrı ayrı eğitimciler görevlendirilmişti. Bunların genel eğitimiyle ilgilenen Peygamberimiz de inen ayetleri ilk önce bunlara akuyor ve öğretiyordu. Zamanlarının çoğunu peygamberimizin yanında geçiren Ashab-ı Suffa tam anlamıyla peygamber Efendimizin eğitiminden geçiyor ve eğitiliyorlardı. Öyleki burası eğitim planlaması ve müfredatı olan eğitimcileri de Allah’ın Resulü olan bir islam Üniversitesi niteliği taşıyordu. Peygamber Efendimiz Suffa ehli için şöyle buyurmuştur: “Benim mescidime gelen başka bir şey için değil, hayır için, hayırı öğrenmek veya öğretmek için gelir. Bu kişi Allah yolunda savaşan kimse ile aynı mevkidedir” Peygamber efendimiz müslümanların eğitimini önemsiyordu. Bedir savaşında müşriklerden esir düşüp okuma yazma bilen müşriklere fidye olarak 10 müslümana okuma yazma öğretmesinin karşılığı olarak serbest bırakılmalarını sağlamıştı.

 

Suffa mensuplarının Resulullah’ın hep yanında olmaları ve ilimde derinleşmeleri diğer sahabelerin onlara gıpta ile bakmalarına sebep olmuştu. Bazı Müslümanlar yoksul olmadıkları halde onların meclisine katılarak onlarla beraber kalarak ilim öğrenmişlerdir. Allah’ın emrettiği öğretiyi tam anlamıyla uygulamak istemişlerdi. En doğru bilgiye ulaşmadan iyi bir kul olamayacaklarının farkındaydılar. Öğrendikleri öğretiyi ahlak ve hayat tarzı kıldılar. Hiçbir zaman hayatta karşılığı olmayan bir bilgiye asla sahip olmadılar. “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (saff 10, 11) ayetlerinde de ifade edilen karlı ticaret için hakikatin hakimiyyeti adına canlarını vermeden asla kaçınmadılar. Bu nedenle hemen her savaşta şehit olanların bir kısmı Suffa mensupları olmuştur.

 

Suffa sahabeleri kendilerini tamamen ilme adamış ve ilmi eğitimde süreç içerisinde zirveye ulaşan müslümanlar olmuşlardı. Sefer olunca savaşa katılıyor döndüklerinde tekraf suffa ya geliyorlardı. Zamanlarını eğitim, namaz, oruç gibi ibadetlerle geçirirlerdi. Allah’ın Resulünden aldıkları eğitimle burada yetişen sahabeler ilimde zirveye ulaştılar. Bunlar toplumun en fakir en garibanlarıydılar. Kimsesizdiler. Ancak Peygamberimiz nazarında en değerli, en güvenilir, en itibar edilir en adil ve en liyakatli kişilerdi. Aldıkları eğitimle birlikte zamanla üniversiteden mezun olduktan sonra her birisi farklı coğrafyalara Allah Resulünün talimatıyla vali, müderris, kadı vb. görevlerle görevlendirilmişlerdi. İslamın başka coğrafyalara yayılmasında tebliğciler olarak görev aldılar ve Allah’ın arzına dağıldılar.

 

Allah Resulünün eğitimi asla bunlarla sınırlı değildi. Nübüvvetinden vefatına kadar her söylemi her eylemi, her kesimi kuşatan çok yönlü iletişim yöntemiyle bir eğitimciydi. Kendisiyle karşılaşan, karşılaşmayan, kendi asrında yaşayan, yaşamayan, günümüze kadar gelip geçen ve bundan sonra da bu konuda nasibi olan herkes, ümmetin her bireyi Allah Resulünün eğitiminden geçmişlerdir ve bundan sonra da geçmeye devam edilecektir. Bugün müslümanlar içinde bulundukları durumdan kurtuluşun yolunun da Allah Resulünün eğitim ve öğreti ilkelerine tam anlamıyla bağlılıktan geçtiğini bilmemiz gerekmektedir. Bu bağlılığı uygulama ölçüsünde de kurtuluşa yakın olacağımız inancıyla bu öğretilere sımsıkı sarılmamız önem arz etmektedir.

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.