İnsanlığın Öğreti Süreci (6)

İnsanlığın Öğreti Süreci (6)

İnsanlığın Öğreti Süreci (6)-Zakir GÜNDOĞDU

(Seni Yaratan Rabbinin Adıyla

OKU”

O, İnsanı Bir Kan Pıhtısından Yarattı)

Hicret; 622 yılında Allah’ın emri ile peygamber efendimizin öncülüğünde müslümanların, hayatın yaşanmaz olduğu Mekke’den Medine’ye fiziksel manada göç etmeleri olarak algılanmakta, anlaşılmakta ve ifade edilmektedir. Elbette ki bu kesinlikle bir hicret ve çağlar üstü bir olaydır. Oysaki bu hicret, olayın/olayların görünen ve bize yansıyan fiziksel yönüdür. Gerçekleşen her fiziksel olayın kendi içyapısında dikey ve yatay bir derinliği vardır. İşte bu dikey ve yatay derinliğin uzunluğunun, gerçekleştirilen fiziki olayın etkisini ve tesir gücünü artırıcı bir rol üstlendiği de bilimsel bir gerçekliktir.

Peygamber efendimizin ashabıyla gerçekleştirdiği bu hicrette çağlar üstü bir eylem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir milleti, bir toplumu, bir inancı değil; milletleri, toplumları ve inançları etkilemiştir. Bu eylemin ortaya konduğu anlayış kıyamete kadar da etkinliğini ve tesir gücünü sürdürmeye devam edecektir.

Hhicret nasıl bir eylemdir? Bu eylemin içyapısındaki fikirsel ve düşünsel eylem nedir ki tesir gücü bu kadar yüksek bir fiziksel eyleme dönüşmüştür. Zihinsel hareketliliği ve zihinsel hicreti olmayan kişi, grup, toplum ve toplumların fiziksel hicreti gerçekleştirmeleri mümkün değildir. İşte bu hicretin derinliğini de Allah Resulünün nübüvvetle birlikte getirdiği öğreti ilkelerinde görmek mümkündür. Mekke’de tam bir çahiliyye kültürü yaşanmaktaydı. Merhum Mehmet Akif’in;

Bir kere de, ma'mure-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

diye ifade ettiği gibi insanlıktan yoksun bir anlayış hakimdi. Peygamber efendimiz, “Yaratan Rabbinin adıyla oku” öğretisini Mekke’de kendisine tabi olan ashabına, öyle bir benimsetmişti ki! Nazil olan ayetleri öğrenme, Allah’ın emir ve yasaklarını uygulamada müslümanlar öyle sağlam bir imana kavuşmuşlardı ki! Mekke’deki müslümanlar asıl hicreti işte o zaman gerçekleştirmişlerdi. Cahiliyye düşünce, anlayış ve yaşam tarzından Allah’ın emrettiği bir öğretiye, Kur’ana, sünnete, imana ve islama hicret etmişlerdi. Bilaller, Ammarlar Yasirler Allah’a ve emirlerine öyle bir hicret etmişlerdi ki! Eski batıl düşünce ve eylemlerinden, zihinlerinde, yaşamlarında ne varsa hepsinden vazgeçmişlerdi. Hepsini ellerinin tersiyle itmişlerdi. Zihinsel, fikirsel ve eylemsel olarak Allah’ın emrettiği öğretiye teslim olmuşlardı. Bu hicret onları canlarından bile vaz geçirmiş her şeyleriyle kendilerini Allah’a hicret ettirmişti. Gerçekleştirilen hicret en ulvi bir yolculuk olan şehadet ti.

Müslümanların Mekke’den Medine’ye fiziksel hicretten önce asıl hicretin yani cahiliyye bataklığından Allah’ın ortaya koyduğu islami bir hayata yaptıklarını görüyoruz. Düşünülmesi, irdelenmesi, incelenmesi gereken ve tefekkür edilecek asıl hicret işte buydu. Bu hicret gerçekleşmeden de fiziksel hicretin gerçekleşmesi asla mümkün değildi. Müslümanların daha önce Allah Resulünün emri ile Habeşistan’a da hicret ettiklerini görüyoruz. Mekke’den Habeşistan’a olsun Mekke’den Medine’ye olsun veya herhangi başka bir beldeye ve mekanlara olsun. Gerçekleştirilen fiziksel hicretlerin zihinsel hicretlerin derinliğinden daha derin olması mümkün değildir. Mekke’de yaşam alanı bulamayıp kendilerine islamı daha rahat yaşayabilecekleri Medine’ ye hicret emrinin verilmesi onlar için bir müjde, mükafat ve ödül niteliği taşımaktadır. Bu hicret Müslümanlar için bir çıkış yolu olmuştu. Çünkü Müslümanlar Mekke’de hicreti zaten çoktan gerçekleştirmişlerdi. Küfür bataklığından kurtulmuş Allah’ın emrettiği bir kulluğu Allah’ı ve Resulünü memnun edecek şekilde ortaya koymuşlardı. Mekke’de gerçekleştirdikleri hicreti bununla fiziksel boyuta taşımışlardı. Bu hicret Müslümanların içyapısında gerçekleştirilen hicretin görsel alanıydı. Bunu da hiç kuşkusuz ortaya koymaktan çekinmediler.

Hicret asla bir kaçış ve terkediş değildir. Yaşanılamayan İslam’ı bireysel ve toplumsal olarak yaşanılır kılmaktır. Yaşanılamayan bölgelerde de İslam’ı yaşanılır hale getirmektir. Yaşanılamayan Mekke'den hicret, Mekke’nin fethi ile birlikte tekrar İslam’ın yaşanılır olduğu bir belde haline getirilmiştir.

Hicretin tarihsel sürecine baktığımızda da birçok hicreti görmemiz mümkündür. Adem (as) ın çocuklarından Habil’in Allah’ın emirlerine boyun eğerek kardeşinin yaptığı yanlışı yapmadığını, Önce Allah’ın emirlerine inanç ve düşünce olarak hicret ettiğini ve ayette de belirtildiği gibi; “Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.” (Maide 28) ve sonra da öldürülerek Allah’a fiziksel hicreti gerçekleştirdiğini görüyoruz.

İbrahim (as) in Babası İbrahim’e, ayette de belirtildiği gibi; “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi.” (Meryem 46) İbrahim (as) ise babasının bu tavrına karşılık yine ayette ifade edildiği gibi “Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabbime ibadet ediyorum. Rabbime ibadet etmekle de mutsuz olmayacağımı umuyorum.” (Meryem 48) diye karşılık verdi. Bu İbrahim’in Rabbine hicretiydi. Babasından, içinde bulunduğu toplumdan, yönetimden ve bunların küfür anlayışlarından Allah’a kul olma hicretiydi. Bu durum ayette şöyle ifade ediliyordu;“ ...(İbrahim): Doğrusu ben Rabbim'e(emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir, dedi.” (Ankebut 26) İbrahim (as)in hicretinin hem fikirsel hem de fiziksel olarak gerçekleştirdiğini görüyoruz.

Kur’an da kendisinin hicretinden bahsedilen bir diğer kişi Hz. Yusuf (as)dur: Kaldığı evin kadınının kendisinden gayri ahlaki istekte bulunmasına meyletmemiştir. Dünya ve içindeki şeytani eylemlerden, bunun kendisine getireceği dünyevi kazanımlardan, şeytanın yolunda yürümekten, Allah’ın emrine hicret etmiştir. Bunun sonundaki hicret ise zindana olmuştur. “(Yusuf:) Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi.” (Yusuf 33) “Rabbi onun duasını kabul etti ve hilelerini ondan uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir.” (Yusuf 34)

Yine Kur’an-ı Kerimde başka bir hicret olayını, Ashab- Kehf de görüyoruz: “Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.” (Kehf 14) “O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla! demişlerdi.” (Kehf 10) ayet-i kerimelerde de gördüğümüz gibi Ashab-ı Kehf in mevcut batıl düşünce ve inançlardan önce iman olarak Allah’ın dinine derin bir iman ile hicret ettiklerini bu dini yaşama alanları bulamayınca da mağaraya fiziksel hicret gerçekleştirdiklerini görüyoruz.

Hicret bazen bir tercih durumu olabildiği gibi bazen de şartlara bağlı olarak kesin hüküm ve emir arz edebilir. Bu durumda her müslüman için hicret kaçınılmaz bir eylemdir. Ayette bu durum şöyle ifade edilmektedir. “Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: «Ne işde idiniz!» dediler. Bunlar: «Biz yeryüzünde çaresizdik» diye cevap verdiler. Melekler de: «Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (Nisa 97)

Mekke’de müslümanlara hicret emri verildikten sonra bazı müslümanlar değişik gerekçelerle hicret etmemişlerdi. Bunlardan birisi de Cündeb Bin Damre idi. Hicretin zorunluluğu ile ilgili ayetler gelince Cündeb hatasını anladı ve oğullarından kendisini Medine’ye ulaştırmalarını istedi. Kendisi tek başına gidemeyecek kadar hasta ve yaşlıydı. Oğulları Cündeb’i Medine’ye ulaştırmak için yola çıktılar. Cündeb yolda vefat etti. Müslümanlar arasında Cündeb’in durumu ihtilaf oluşturdu. Bu durum ayetle şöyle açıklığa kavuştu; “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur. Kim Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisa 100)

Hicretle ilgili örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Kur’an-ın bize hicretle ilgili öğretisi ise şudur; Müslüman olan birey, kişi, toplum ya da toplumların dünyada ve ahirette kurtuluşa erişebilmelerinin temel şartı hicret etmektir. İçinde bulunduğumuz, Allah’ın ve Resulünün rızasına uygun olmayan örflerimizden, adetlerimizden, yanlış inanışlarımızdan, düşünce ve eylemlerimizden Allah’ın öğretisine hicret etmektir. Haramlardan helallere, yanlışlardan doğrulara, kötülüklerden iyiliklere hicret etmektir. Günlük yaşantımızda Allah ve Resulünün emirlerine uymayan ve aykırı olan ne varsa hepsinden uzaklaşmaktır. Gerçekleştirilecek eylemlerde falanca filanca ne der. Toplum ne der, düşüncesiyle değil kınayanın kınamasından korkmadan hareket etmektir. Yapacağımız her söylem ve eylemimizde “Allah ne der.” Anlayışı temel anlayışımız olmalıdır. Düşünce boyutunda gerçekleştiremediğimiz hicreti eylemsel boyutta gerçekleştirmemiz mümkün olmayacaktır. Gerçekleştiremediğimiz bir hicret te bizi kurtuluşa götüremeyecektir.

İçinde bulunduğumuz durumdan şikayetçi olmak bir Müslüman için asla çözüm olmadığı gibi kurtuluş ta değildir. Aradığımız çözüm ve kurtuluş, gerçekleştirmek zorunda olduğumuz hicret, fikirsel ve eylemsel olarak Allah ve Resulünün emirlerine tabi olmaktır. Kurtuluşun tek yolu da budur.  “…Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez…” (Rad 11)

Zakir GÜNDOĞDU

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.