İmparatorluk dilinden kabile diline

İmparatorluk dilinden kabile diline

Türk Diline zenginlik kazandırmak için neler yapılabileceği hususunda çok kafa yorduğunu belirten Akademik Sayfalar Kurucusu Araştırmacı-Yazar Dr. Av. Mehmet Ali Uz, yaşanan dil zaafiyetine topyekün çare bulunulması gerektiğini dile getirdi

Akademik Sayfalar Kurucusu Araştırmacı-Yazar Dr. Av. Mehmet Ali Uz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daha önce Türk Dil Kurultayı’nda yaptığı konuşmadan sonra, 20 Ocak 2021 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı 2019-2020 Özel Ödülleri Töreni’nde yaptığı konuşmada Türk Dili’nin geldiği noktaya temas etmesini ve önemli mesajlar vermesini takdirle karşıladıklarını dile getirdi.Akademik Sayfalar’da ve makalelerinde dil konusu üzerinde hassasiyetle duran Uz, dil zafiyetine bir çare bulmak mecburiyetinde olunduğunu kaydetti.

TÜRKÇE'DEN ARAPÇA VE FARSÇA KELİMELERİ ATMAYA GEREK YOK

Dil konusunun en üst düzeyde ele alınmasının, meselenin önemini ortaya koyduğunu söyleyen Araştırmacı-Yazar Dr. Av. Mehmet Ali Uz, “Uzun zamanda beri, Türk Dili büyük saldırılar ve müdahalelere maruz kalmıştır. Türkiye’de ilk defa Öz Türkçe cereyanı komünistler tarafından ortaya atılmış sonra bu cereyanı solcular devam ettirmiştir” dedi. Bunların gayesinin Türk Diline hizmet falan olmadığını aktaran Uz, “Gayeleri Milletin geçmişle ve tarihle irtibatlarını kesmektir. Bu cereyan Atatürk döneminde hız kazanmış, dilimize mâl edilen Arapça ve Farsça kelimeler atılmış, bu kelimelerin Türkçe karşılıkları bulunamamışsa yerlerine kelimeler uydurulmuştur” şeklinde konuştu.  Uz, daha sonra şunları söyledi: “Bunun yanlış bir iş olduğunun ilk farkına varan yine Atatürk olmuş ve bir gün Falih Rıfkı Atay’a: 'Çocuk, dili bu mecrada bırakamayız. Bir çıkış yolu bulmamız lazım' ifadesinde bulunmuştur. Bu sıralarda bir Macar Türkoloğunun Türkçe ile ilgili görüşlerini aktarmışlar. Bu görüş, 'Güneş Dil Teorisi'dir. Teoriye göre bütün diller, Türkçeden çıkmıştır. Bu sebeple Türkçeden Arapça ve Farsça kelimeleri atmaya gerek yoktur. Atatürk bu teoriyi benimser. Atatürk’ün Birinci ve ikinci Türk Dil Kurultayı’na çektiği tebrik telgraflarının birincisi tamamen öz Türkçe kelimelerden oluşurken ikinci telgraf tamamen Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmıştır.  Bu yanlış gidişattan dönmeye Atatürk’ün ömrü vefa etmez. Öz Türkçecilik cereyanı onun vefatından sonra da devam eder. 1960 darbesinden sonra cereyan, büyük hız kazanır.”

TÜRK DİLİ  DAHA DA PERİŞAN BİR HALE GELDİ

“Ben bundan 20-25 yıl önce Aydınlar Ocağı başkanı iken dil konusunda gençliğin bulunduğu noktayı tesadüfen öğrendim” diyen Uz, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Üniversitedeki öğrencilerime ve Aydınlar Ocağına gelen üniversiteli gençlere devamlı okumalarını tavsiye ediyordum. Bununla da kalmıyor meraklı gençlere kitaplığımdan meşhur yazarların ilim, irfan ve kültürle ilgili eserlerini de veriyordum. Bir hafta sonra bunları değiştiriyordum. Getirilen her kitaptan sonra gençlere kitabı nasıl bulduklarını sorunca istisnasız hepsi: “Kitap çok güzel ama dilini anlamada zorlandık” diyorlardı. Kitabın basım tarihleri 20-30 yıl öncesine aitti. Bir milletin çocuklarının 20-30 yıl önce basılan kitapları okuyup anlayamamaları büyük bir facia idi.  Salgından önce ziyaretime gelen üniversite mezunu bir genç, bir ara raflardaki kitaplarımı karıştırıyordu. Peyami Safa’nın 'Doğu Batı Sentezi' isimli kitabı dikkatini çekti. Kitabı alıp yanıma oturdu. Bir sayfa kadarını okudu. Sonra başını kaldırıp: 'Hocam, kitaptan bir sayfa kadar okudum. Ben buradaki kelimelerin yarıdan fazlasının anlamını bilmiyorum' demişti. Demek ki 20 yıl öncesine göre vaziyet daha vahimdi. Bir imparatorluk dilini kabile dili haline getirmiştik. İlkokuldan üniversiteye kadar bir dil zafiyeti söz konusu idi. Konuyu derinlemesine araştırdığımda çok daha kötü neticeler çıktı ortaya. Büyük köklü milletler, ders kitaplarını 30-40 bin kelimelik bir lügatçeyle yazarken biz ders kitaplarımızı 5-6 bin kelimelik bir lügatçeyle yazıyormuşuz. Bugün üniversite mezunlarımızın bile kullandığı kelime sayısı bin civarındadır. Ne kadar acı değil mi? Günümüzde belediye başkanları, bürokratlar danışman kullanıyorlar. Bunların yaptıkları konuşmaları danışmanlar hazırlıyor. Danışmanlar seviyesiz ve kalitesiz olunca ortaya öz Türkçe ve uyduruk kelimelerle yazılan bir metin çıkıyor. Yetkililer, konuşmalarını hazırlanan bu metinlerden yapıyorlar. Ve böylece imparatorluk dili yerine perişan bir dil ortaya çıkıyor ve bu dil yerleşiyor. Son yıllarda Batı dillerinin baskısı altında Türk Dili, daha da perişan bir hale geldi. Ben Türk Diline zenginlik kazandırmak için neler yapılabileceği hususunda çok kafa yordum. İlk aklıma gençlere Osmanlıca öğretmek geldi. Bu sebeple pek çok gence Osmanlıca öğrettim. Fakat bir hevesle Osmanlıca öğrenmeye başlayan gençler bir süre sonra bundan vazgeçip devam etmiyor. Çok az insanın Osmanlıca bilmesiyle bu meselenin halledilemeyeceğini anladım. Aklıma gelen son çare zayıf bir dille yazılan ders kitaplarının ortadan kaldırılıp ilkokuldan itibaren üniversiteler de dâhil ders kitaplarının zengin bir dille yazılması oldu. Dil konusunda en üzücü nokta, komünistlerin başlattığı bu cereyana, solculardan sonra milliyetçi, muhafazakâr hatta İslamcı insanların sahip çıkmasıdır. Onların bizi taklit ettikleri bir mesel var mıdır? Büyük fikir adamı Cemil Meriç, sağ ile solu mukayese ederken solun daha aktif, aksiyoner ve şuurlu olduklarını ifade ederken sağ için de daha pasif daha şuursuz olduklarını ifade eder. Bu tespitte gerçekten büyük bir isabet var. Meselâ, kısa sürede iktidara gelen solun üç-beş ayda yaptığı milli manevi tahribatı sağ 10 yılda düzeltemiyor. Adamlar iktidar olur olmaz Milli Eğitim Bakanı, Milli Eğitim Müdürlüklerine bir tamim göndererek birçok kelimenin yazışmalarda kullanılmamasını istiyor. Sağdan böyle bir isteğin yapıldığı katiyen görülmemiştir.”  

“DİL ZAFİYETİNE ÇARE BULMAK MECBURİYETİNDEYİZ”

Bu gün Türkçe'nin tarihinin en kötü dönemini yaşadığını ifade eden Araştırmacı-Yazar Dr. Av. Mehmet Ali Uz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın  20 Ocak 2021 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı 2019-2020 Özel Ödülleri Töreni’nde yaptığı konuşmada Türk Dili’nin geldiği noktaya temas etmesini ve önemli mesajlar vermesini takdirle karşıladıklarını söyledi. En üst düzeyde konunun ele alınmasının gelecek için ümit verici olduğunu kaydeden Uz, şu ifadelerle konuşmasını noktaladı: “Mesele burada bırakılmamalı ve ciddi tedbirlere tevessül edilmelidir. Zira bugünkü dille ne tasavvufi konular gibi ciddi konular ele alınabilir, ne Mevlanalar, Sadreddin-i Koneviler ve İbn-i Arabîler anlatılabilir, ne Akif gibi Yahya Kemal gibi şair yetişir ne de fikir adamı. İnsanlar, kelimelerle düşünür. Fikir hayatımızın seviyesizliğinde en büyük sebep bu dil zafiyetidir. Günümüzde zengin bir dille konuşan, yazan insan kalmadı. Geçen yıllarda Konya’da bir tasavvufi konu ile ilgili toplantı yapılıyordu. Toplantıya ben de katılmak istedim. Salona girdiğimde konuşmacının kullandığı zengin dil dikkatimi çekti. Önce bu zatın kim olduğunu bilemedim. Meğer bu zat, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın Bey’miş. Toplantı sonunda dili ve konusu ile ilgili kendisini tebrik etmiştim. Son yıllarda dinlediğim en güzel konuşmalardan birisi bu idi. Böyle yazan ve konuşan insan sayısını arttırmadıkça Türk Dili meselesini halletmemiz mümkün değildir. Konya’da şehir ile ilgili yapılan bir toplantıya muhafazakâr yazarlardan birisi de katılmıştı. Cuma namazı çıkışı kendisini yakaladım. Kullandığı dil ile ilgili olarak gençliğe büyük kötülük ettiklerini, yazarın gayesinin devamlı onların seviyesine inmek değil ellerinden tutup onların seviyesini yükseltmek olduğunu söyleyince adam, pişkince: 'Ehh bu da bir düşünce', demesin mi? İşte bu konuda muhafazakârımızın tavrı da bu. Kemal Tahir ve Atilla İlhan maksizimden gelmesine rağmen dilimizden Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasına şiddetle karşı çıkarlar. Büyük edebiyatçı Nihat Sami Banarlı’da: 'Devletler girdikleri yerlerden vergi alır baç alır gibi kelimede alırlar. Bu onların öz malı gibidir' ifadesini kullanır. Bir zamanlar Kur’an’da geçen binlerce kelimeyi attık. Âdeta Kur’an ile irtibatımız kesildi. Eskiden sıradan insanlar bile güzel bir şey ile karşılaştıkları zaman: “Hâzâ min fazlı Rabbî”, geniş bir alanı gösterirken 'Arzullahi vâsia' iki güzellik bir araya gelince de “Nurun alâ Nûr” gibi pek çok tabir kullanılırdı. Şimdi bunları bilen bile yok.  Hâlâ kelime uydurmaya devam ediyoruz. Yabancı dil kullanmada ayrı bir mesele. Salgın demiyoruz da pandemi diyoruz. Anlı şanlı profesörlerimiz bulaş kelimesini dillerinden düşürmüyorlar. Uydurdukları bu kelimenin dil kurallarına uyup uymadığını akıllarına bile getirmiyorlar. Birde son yıllarda kullandığımız “Çalıştay” kelimesi var. Bunu da istişare kelimesi karşılığında kullanıyorlar. “Çalış” emir sivası, bunun sonuna birde Moğolca 'Tay' eki ilave ediyorlar. Biraz haysiyet, biraz hassasiyet demeden edemiyor insan… Dil ile ilgili söyleyeceğimiz daha çok şey var. Ama mutlaka bu dil zafiyetine bir çare bulmak mecburiyetinde olduğumuzun altını çizmek istiyorum.”

EMRE ÖZGÜL


 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum