Milli Görüş’te mücadele ile geçen 40 yıl

Milli Görüş’te mücadele ile geçen 40 yıl

Erbakanın Konyadan bağımsız aday olmasıyla siyasete giren Ali Güneri, Ya Rabbi, beni bu adama yakın et, ben bunun yakınında olayım duasıyla 40 yıldır birlikte yürüttükleri mücadeleyi anlattı

HAZIRLAYAN: ALİ ÖZCAN

* Öncelikle Ali Güneri’yi tanıyalım, Milli Görüş Hareketiyle nasıl tanıştı?

1936’da Konya’da doğdum. İlkokulu, ortaokulu –Ticaret Lisesinin orta kısmı olaraktan- Konya’da okudum. Ortaokulu bitirdikten sonra tahsile üç yıl ara verdim. Daha doğrusu Ticaret Lisesine ara verdim. Kur’an kursuna ve Arapça okumaya başladım. Kur’an-ı Kerim’de ezbere başladım ancak hafız olmadan yarım bıraktım. Ama üç yıl Kur’an ve Arapçayla meşgul oldum. Üç seneden sonra liseyi okumak için İstanbul’a gittim. İtalyan Koleji’nde okudum. Yüksek tahsil yapmadım. Okuldan sonra Konya’ya dönerek ticaretle uğraştım. Babadan ve dededen kalma, tahin, helva ve şekerli mamuller ticareti ile uğraşıyordum. O yıllarda Konya’da Kur’an-ı Kerim hocası olan İsmail Karaçam –daha önce de arkadaştık zaten- ile beraber 7-8 arkadaş, akşamları bir evde toplanıyor, onun nezaretinde hadis ve tefsir dersleri görüyorduk. Bir gün ona dedim ki, ‘Hoca efendi, biz iş, ev, çoluk, çocuk arasında gidip geliyoruz. Millete bir faydamız olmuyor. Bizim çalışabileceğimiz vakıf-dernek varsa haber ver. Gidip orada çalışalım, hem sosyal tarafımızı geliştirelim, hem de millete faydası olacak olan bir şey yapalım.’ O sırada Türkiye’de Mücadeleciler Derneği yeni kurulmuştu. ‘Buna girebilir miyim?’ dedim. ‘Bekle henüz zamanı değil’ dedi.
ERBAKAN KONYA’DAN MÜSTAKİL ADAY OLDU, ONA ÇALIŞ
Aradan bir müddet geçti, dedi ki, ‘Sen benden bir görev istemiştin. Sayın Erbakan Konya’dan müstakil aday oldu, ona çalış.’ Ben de, ‘Hocam, sizden vakıf-dernek istedim, ben siyasetten ve siyasilerden hoşlanmıyorum. Hayatımda parti binasından girmiş adam değilim, mebus eli sıkmadım’ dedim. Neden; ‘birisi sağcıyım, birisi solcuyum’ diyor. Misal olsun diye arz ediyorum: Ortakaraören’den çok siyasetçi çıkar. İsimlerini söylemeyelim. Bir arkadaş oradan geldi, Adalet Partisi’nden müracaat etti, milletvekili oldu. Yine oradan ikinci bir arkadaş da başvuru için geldi. Ona dediler ki, ‘Bir tane aynı köyden var, ikincisi fazla olur.’ O arkadaş da gitti, Halk Partisine kaydoldu. Karşılıklı mücadele ediyorlardı. Aynı köyden gelmiş, aynı şeyleri paylaşan insanlar. Bundan kastım şudur; ‘ben sağcıyım’ diyor, öbürü de ‘ben sosyal demokratım’ diyor. Ama aynı şeyleri düşünüyor ve aynı şeyleri paylaşıyorlar. Birbirlerinden pek fark göremediğim için siyasete ısınamadım. Onun için pek politika düşünmediğimi anlattım. Bunun üzerine İsmail Karaçam hocam dedi ki, ‘Ali Bey ben bu adamı uzun zamandan beri takip ediyorum. Diz dize zikrettik, sohbetlerde bulunduk. Bu adam tam senin aradığın adam, gel bu adama çalış.’ ‘Peki, öyleyse’ dedim, arkadaşlarla konuştum. Dışarıdan da, bizim grubun dışında, Hüseyin ve Hasan Pekyatırmacı, Osman ve Hasan Öz gibi bazı arkadaşları da davet ettik. Hocanın geldiği 2-3. gün ‘Hocaya çalışalım’ diye karar aldık. O seçimlerde Adalet Partisi içinden ikiye bölünüyordu. Muhafazakârlar, yani sözde muhafazakârlar, diğerinden farkı adı muhafazakâr, Sükancı grup vardı ve yeminli grup dedikleri Demirel’e bağlı grup vardı. Konya’da yapılan ön seçimde 12-13 kişilik sırayı Sükancılar, yani muhafazakar geçinenler kazandılar. Demirel’e bağlı olan grup hiç milletvekili şansı bulamadı. 12’den sonraki sıralara düştü. Şansları olmadıkları için diğerlerine karşı Erbakan’ın etrafında karargah kurdular. Aslen kendileri Adalet Partili, Demirelci, fakat ön seçimi kaybettikleri için Erbakan’ı onlar kuşattılar, seçimleri onlar yürütüyorlar.
SABAHA KADAR İSTİŞARE YAPIP SEÇİM ÇALIŞMALARINA BAŞLADIK
Bir arkadaşımız, Kapu Camii’nde akşam namazından sonra Erbakan Hocayla görüşerek, seçimler için kendisine çalışacağımızı söyleyerek, Meram’da bir arkadaşımızın evinde yemeğe davet etti ve tek başına gelmesini söyledi. Ertesi gün akşam arkadaşımız Osman Öz’ün evinde gece yarılarına kadar istişare ettik. Kendisine temiz adamlar olduğumuzu, bizim siyasi sabıkamızın bulunmadığını, başka partilerle ilişiğimiz olmadığını söyledik. Kendisinin etrafında çalışan insanların bir tepki olarak, ön seçimi kaybettikleri için, etrafında yer aldıklarını ifade ettik. Yarın seçim bitince kendi yuvalarına dönecekleri gerçeğini ortaya koyarak, ‘Seninle biz çalışalım’ dedik. Hocam da kabul etti. Sabah namazından sonra seçim çalışmaları için Yunak’a gideceğimizi söyleyerek, hazır olmamızı istedi. Konuşurken iyi oluyor da dükkan, ev, iş var. Sabah namazı sonrası da Yunak’a gideceğiz. Arkadaşlarla konuştuk ve söz verdiğimiz için gitme kararı aldık. İlk seçim çalışmamız eylülün başında böyle başladı. Seçimlere takriben 40 gün vardı. Yunak’ta gittiğimiz gün Halil Ürün’ün düğünü vardı. Yunak Müftüsü’nün kızıyla evleniyorlardı. Düğünü yaptık, akşam geri döndük. Bu şekilde Milli Görüş’e ilk adımımızı attık. Çalışmalara başladık.

* İlk intiba önemlidir. Erbakan ile ilk görüşmenizde neler hissettiniz?

İnsanlar bazen içten gelerekten Allah’a dua ederler, bir şey isterler. Allah da onlara halkeder. Bu durum benim başımdan birkaç defa geçti; biri de buydu. Erbakan Hoca bende o kadar müspet bir etki bıraktı ki; bir defa fiziki yapısı, 1,86 santimetre boy, nurlu bir yüz ve o kadar güzel konuşuyor ki, şiir gibi… Necmettin Erbakan’ı ilk gördüğümdeki fiziki durumu ve konuşması çok etkiledi. O zaman, ‘Ya Rabbi, beni bu adama yakın et, ben bunun yakınında olayım’ diye içten samimi bir şekilde dua ettim. Ben zamanla bu duamı unuttum ama bütün arkadaşları içinde Erbakan Hoca’nın en yakınında ben bulundum. Benim kendi isteğimle değil şartlar öyle getirdi ki, Erbakan Hoca benden daha yakın arkadaşları varken Milli Selamet Partisi kurulacağında Konya’ya gelirken bana telefon ederek, benim evime geldi, bende kaldı.
Yani kimin yanına gider, kiminle konuşursa olağanüstü bir müspet etki bıraktı. Biz o gün evden işten bir çıktık, 40 gün çoluk çocuk, ev, iş unuttuk. Tam 40 gün boyunca kendimizi unuttuk. Hoca nerede biz orada. Gece gündüz demeden 40 gün koştuk.
ERBAKAN’IN ECEVİT VE DEMİREL’DEN FARKI
Erbakan Hoca Konyalıların aradığı bir insan oldu o günden itibaren. O kadar ilgi görüyordu ki; mesela bir hadise arz edeyim. Hocanın seçim çalışmalarını takip için Cumhuriyet gazetesinden Sadun Tanju olacaktı galiba, bu isminde bir gazeteci hocayı takip ediyordu. O günlerde bir yazısını okudum. ‘Ya öyle bir adam ki’ diye anlatıyor Hocayı, ‘Sanki Ecevit gibi konuşuyor. Biraz sonra bakıyorum, yok canım Ecevit değil Demirel’in söylediklerini söylüyor.’ Ama farkı şu, Ecevit konuşurken Moskova’ya diye bağıran halk, Demirel konuşurken Morrison Demirel Amerika’ya derken Erbakan konuşurken yaşa var ol hocam, sabaha kadar konuş diyorlar. Çünkü o dönemde ilk defa halkın gerçek duygularına tercüman oluyordu. Halkın inancını paylaşıyor, onlarla birlikte namaz kılıyordu. Halkın menfaatlerinin savaşını veriyordu. Halkın kültür ve medeniyetini benimsiyordu. Halktan biriydi. Diğer partilere bakarsanız hep Batı taklitçisi. Onlardan bir şey getirip bize anlatmaya çalışıyorlar. Halk, bu partilerin kendilerinden biri olduğuna inanmıyorlar ama ‘şu, şundan daha iyi’ diyor. Tercihlerini yaparken ‘bu benim partim’ diye yapmıyorlar. Bir nevi ehveni şer gibi düşünüyorlar. Ama Erbakan’ı halkın kendisi olarak gördüler. Niye? Halkın inancını, menfaatlerini paylaşıyor, halkın esas medeniyetini benimsiyor. Halkın arzu ettiği tarzda konuşuyor. Onlardan biri olduğunu kabul ettiriyor. Herkes adeta coştu, Konya coştu. Nereye gitsek olağanüstü ilgi gördük. Tabi bunda kendisinin çok iyi yetişmişliğinin büyük etkisi var. İnsan bir yere gittiği zaman yanındaki adam kalburüstü, seçkin bir insansa göğsünü gere gere gider onunla dolaşırsın. Her şeye cevap veremiyor, halkın dikkatini çekmiyor, halkı cezp etmiyorsa, boşu boşuna dolaşmış olursun, gittiğin yerde itibar görmezsin. Hoca olağanüstü hazır cevap, olağanüstü güzel konuşan, nezaketli bir insan. Samimi olarak söylüyorum; ben Ticaret Lisesini bitirdim, 3 sene Kur’an kursuna gittim. İstanbul talebeliğimde olağanüstü insanlarla toplantılarına iştirak ettim. Çok geniş ve yetişkin bir çevrede yetiştiğim halde, bütün samimiyetimle itiraf ediyorum, ben insanlık nedir, terbiye nedir, nezaket nedir, İslam nedir, devlet-memleket sevgisi nedir, bunları Erbakan’dan öğrendim. Erbakan’ın yanında uzun süre kalan bir adam, her sene bir üniversite bitirmiş gibi olur. O kadar kapsamlı bir adam, Allah kendisine hayırlı ömürler nasip etsin. Her gittiğimiz yerde bir müşkülatımız olduğu zaman, birisi bir şey sorarsa biz cevap vermezsek, ‘Hocam, bir dakika böyle bir şeyler diyorlar’ dediğimizde en güzel cevabı Hocadan derhal alıyoruz.
‘TEK ÇİÇEKLE YAZ GEÇMEZ’E KARŞI ‘HER YAZ TEK ÇİÇEKLE BAŞLAR’
Bir yerde evde 50 kişi oturuyoruz. Hoca koltukta, diğerlerimiz yerde çömelmiş oturuyoruz. Arkadaşlardan bir tanesi bizim kazanmamızı istiyor ama kendisi Sükancı, Adalet Partisi’ne dokunmayın istiyor. ‘Adalet Partisine dokunmazsak biz kimden oy alacağız’ diyor aramızda tartışıyoruz. Arkadaki adam birden bire dedi ki, ‘Size bir şey soracağım. Bir beldede iki tane cami var, birisi ulu cami, diğeri küçük mescit. Hangisinde Cuma namazı kılmak efdal.’ Cevap veremedik. Hemen soruyu hocaya ilettik. Hocanın cevabı hazır; ‘Gayet tabiî ki, ulu camide kılmak efdaldır ama imamı Müslüman olursa.’
Ertesi gün başka bir şey buluyorlar. ‘Tek çiçekle yaz geçmez’ diyorlar. Bu sloganı çıkardıklarında o gün Erbakan Hoca Cihanbeyli’de konuşuyordu. Yıldırım gibi Cihanbeyli’ye yetiştik. Bu sloganı bir kağıda yazıp Hocaya verdik. Konuşmasının sonunda, ‘Bakın Cihanbeyliler, tek çiçekle yaz geçmez diyorlarmış ama unutmayın ki her yaz tek çiçekle başlar. Arkasından milyonlarca çiçek açar’ dedi.
SAAT GECE 2’DE BAŞLAYAN EĞİTSE MİTİNGİ
Bir gün yine Hadim-Taşkent tarafına gittik. Erbakan Hoca, ‘Biz burada bir kahvede konuşma yaptıktan sonra Eğiste’ye gideceğiz. Siz önden gidin, orayı hazırlayın’ dedi. Mustafa Albay vardı. Kendisine ‘deli albay’ diye de hitap edilirdi. Servet Akdoğan, Albay ve ben Eğiste’ye gittik. Eğiste’te esas oturulan mahallenin dışında yolun kenarında, tepede büyük bir cami var. Ama cami kapalı duruyor, kimse gitmiyor oraya. Çünkü yolun kenarında merkeze uzak bir yerde. Hemen bir haber gönderip camiyi açtık. Hoparlörle Servet Akdoğan anons etti. Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın geleceğini, yatsıdan sonra onlara hitap edeceğini duyurarak, herkesi yukarıdaki camiye davet ediyor. Albay Servet’, ‘Bunlar nereden tanısınlar Erbakan Hocayı. Burası Eğitse. Sen, deli albay geldi, hepinizi yukarı camiye çağırdı, diye söyle’ dedi. Ama Servet tabi kibar çocuk, aynı şekilde diyemedi, ‘Mustafa albayım da burada o da sizi davet ediyor’ dedi. Elinden mikrofonu aldı, ‘Ey Eğitseliler, ben deli albay, çabuk yukarı camiye gelin’ dedi. Kısa bir süre içerisinde koca cami tıklım tıklım doldu. Namaz bitti, aşır okuyacak bizim Servet hafız. ‘Aman Servet uzun oku’ dedim. Yoldan gelen arabaların farı gözüküyor, gelse farını göreceğiz. Bir sayfa, iki sayfa okudu, bitti. Dışarı çıktık, Hoca yok. Bütün millet oradaki geniş alanda yere çömeldi. Albayın bir ağaç kütüğü varmış, oraya oturdu, ‘Bekleyin, birazdan Erbakan gelecek. Ama o gelene kadar ben size Hz. İbrahim’in menkıbesini anlatıyım’ dedi. Bir defa anlatması takriben 50 dakika sürdü. Erbakan Hoca halen görünmedi. Albay, ‘Bu menkıbe çok önemlidir, ben bunu bir sefer daha anlatayım’ dedi. Yatsı saat 10,00’da bitiyorsa Hoca saat 02,00 gibi geldi. Millet tam 4 saat yerinden kımıldamadan orada oturdu. Gelir gelmez kalktık, neden geç kaldığını sorduk. Yolunu kesmişler, konuşması için ısrar etmişler, o yüzden geç kalmış. Hocanın mutat konuşması bir saat 10 dakika sürerdi. Vatandaşların çok beklediğini kendisine aktarıp, konuşmasını sınırlandırmasını söyledik. ‘Hay hay’ dedi ama her yerde bir saat 10 dakika konuşan Hoca, burada bir buçuk saati aşan bir süre konuştu. Orada manevi bir konuşma yaptı, yemin ediyorum herkes ağladı. Konuşmasının sonunda vatandaşlar, ‘Biz buraya başka siyasi parti sokmayız artık’ dediler. Görülmeye değer bir manzara vardı. Saat 3 buçuk oldu, 5 buçukta sabah namazı kılınacak. Bir saatlikten fazla yolumuz var. Derken birisi, ‘Hocam bizim evde çay içelim de git’ dedi. Bizim olmaz dememize rağmen Hoca o kişiyi kırmadı ve gidip çayını içti. Biz gitmedik, kendisini bekledik. Konya’ya girerken sabah ezanı okunuyordu. Böylece dağıldık. Yani Hocaya olan ilgi buydu.
ŞEKER FABRİKASI YOLUNDA DEMİREL’E NET CEVAP
Pazar günü seçim olacak, biz Cuma günü Konya’da ‘İmanlı Büyük Türkiye Mitingi’ yaptık. Bizden bir gün sonra da Adalet Partisi miting yaptı ancak bizim yarı kalabalığımızı toplayamadılar. Biz o gün, Süleyman Demirel’in ne söyleyeceğini öğrenmek için Hoca ile gitmedik.  Hocaya olan büyük ilgiyi duyan Demirel, konuşmasında Erbakan’a yüklenerek: ‘Yahu, eline üç 33 tespih alan Konya’ya koşup geliyor’ dedi. Daha önceki seçimlerde de Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış bir zat Hareket Partisi’nden aday oldu ama seçimi kaybetmişti. Demirel, bu olaya atıfta bulunarak, ‘Evvelce de birisi gelmişti, boyunun ölçüsünü alıp gitti. Bu da boyunun ölçüsünü alacak ve gidecek. Konyalılar, size soruyorum. Bu adam ne istiyormuş, bir sorun kendisine. Camileriniz açık değil mi, açık. Kur’an okutuyor musunuz, okutuyorsunuz. Öyleyse ne istiyor bu adam’ dedi. Hoca, Konya’ya akşamüzeri geldi. Biz, Şeker Fabrikası’nın bulunduğu alandaki üç kahveyi kiraladık. Üçünün arasına paralel hoparlör kurduk, dışarıya da ses verdik. O seçime değin cumartesi günleri de gece yarısına kadar seçim propagandaları serbestti. Bu hadiseden sonra yasak çıktı. Demirel’in söylediklerini de Hocaya anlattık. Ardından aceleyle el ilanı bastırdık. Arabalarla şehri dolaşarak Sayın Erbakan’ın Şeker Fabrikası yolu üzerinde Demirel’e cevap vereceğini anonslarla duyurduk. Bırakın Demirel’in mitingini, bizim mitingden daha büyük kalabalık oldu. Şeker Fabrikası’nın orası insandan doldu taştı. Hoca kahvede normal bir saat mutat konuşmasını yaptıktan sonra, ‘Bugün Demirel gelmiş ve bir sual sormuş. Bu adam Konyalılardan ne istiyor, camiler açık, Kur’an okutuyorlar, başka ne istiyor diye sorun demiş. Şimdi cevap veriyorum. Eskiden eczanelerde kartal kuşu olurdu. Vitrinde canlı gibi dururdu ama içi samanla doluydu. Hani eczanelerde kartal kuşu var ya; gagası, pençesi var ama içi saman dolu. İşte bu kuşun canlısını, ruhunu istiyoruz Sayın Demirel’ dedi. O kadar güzel anlattı ki, millet coştu. Ertesi gün 3 buçuk milletvekili çıkaracak oy aldık ve hocayı Ankara’ya gönderdik.
Ticaret Bakanlığı Bütçe Komisyonu’nda Hocanın konuşması olacak, 2 arkadaşla beni davet etti. Bizi meclise aldı fakat konuşma salonuna alınmadık, koridordayız. Sadece sesini dinliyoruz. Hocaya 15 dakikalık söz hakkı vermişler ama bu 15 dakikada ancak takdimini yaptı. Bazıları uzatılması için önerge verdi, 15 dakika ilave konuşma hakkı verdiler, yine yetmedi. Bu sefer Halk Partili bir milletvekili kendi 15 dakikalık konuşma sırasını hocaya verdi ve Hocanın konuşma süresi 45 dakikaya çıktı. Hoca öyle konuştu ki, o hasım olan Adalet Partili salondan çıkarken, ‘Yahu, nasıl konuşuyor bu adam, nefes alamadım, kasıklarım patlayacaktı’ dedi. Hoca şiir gibi konuşurdu, insan kendinden geçerdi.
ERBAKAN: BU PARTİYİ SİZ KURACAKSINIZ
Aradan belli bir süre geçtikten sonra Erbakan Hoca Konya’ya geldi, Milli Nizam Partisi’ni birlikte kurmak istediğini belirterek, ‘Çocuklar, Milli Nizam Partisi’ni kuruyoruz, siz de buna dahil olacaksınız’ dedi. ‘Biz tüccarız, bir daha seçim olursa gel, yine sana 40 gün çalışacağız, ama biz partiye giremeyiz’ deyince Hoca, ‘Girmek zorundasınız, biz yeni bir parti kuruyoruz. Diğer partilerdeki insanlarla kurarsak oradaki kötü alışkanlıklarını alır gelir bu partiye de aynen tatbik ederler. Ben sizi tanıyorum, siz kuracaksınız bu partiyi, bu parti değişik bir parti. Bu parti milletin inancını, kültürünü, tarihini temsil eden bir partidir, bunu ancak siz kurabilirsiniz’ diyerek bizi böyle ikna etti. Milli Nizam Partisi’nde Mustafa Özcan diye bir mühendis kardeşimiz il başkanı oldu, ben de il başkan yardımcısı oldum. Kısa bir zaman geçti, partiye ilgi çığ gibi büyüdü. Basit bir sebeple bu partiyi kapattılar.
BAŞKAN OLDUĞUMU BAYRAM GÜNÜ ÖĞRENDİM
Arkadan Milli Selamet Partisi kuruldu. Hani ben, ‘Allah’ım beni hocaya yakın et’ diye dua etmiştim ya. Hoca o kadar yakın arkadaş varken bana telefon açtı, ‘Ali Bey, Konya’ya geliyoruz. Milli Selamet Partisi’nin teşkilatını kuracağız. Arkadaşları evde topla’ dedi. Orhan Batı diye bir arkadaşla -Allah rahmet eylesin- geldiler. Daha önce bizimle çalışan arkadaşları davet ettim, bir tek kişi gelmedi. ‘Biz parti kurulmasına karşıyız, şimdi zamanı değil’ dediler. Hocaya yalan söylemek zorunda kaldım. ‘Hocam, çok özür dilerim, ben yanlış anlamışım tarihi. Arkadaşların da çok önemli toplantıları varmış beni affedin. Bu sefer siz benim misafirim olun, bir hafta sonra gelin. Haftaya arkadaşların hepsi gelecekler, özür diliyoruz’ dedim. ‘Gelmediler’ diyemedim. Başka bir grup -Sami Baysal, Bayhanlar, Sadrettin Konevi’nin imamı Mehmet Kaya gibi- arkadaşlarla bir hafta sonra 70 kişiyle bizim evde toplandık. Bu 70 kişiyle Milli Selamet Partisi Konya Teşkilatını kurduk. Başta elektrik mühendisi Sami Baysal’ın ismi olmak üzere 15 kişilik yönetimi de belirledik, en altta da benim ismim var. O tespit edilen listeyi hemen verirsek, bayramdan sonraki kongreye Konya iştirak edilebilecek. Kuruluşu bayramdan önce tamamlayamazsak büyük kongreye biz iştirak edemiyoruz. Bayrama bir gün kala, Anavatan’dan iki dönem milletvekili olan Ziya Ercan vardı, -öldü- ona rica ettim. Bizim dükkan dolu, bayram yoğunluğu var, nefes alacak vaktim yok. 15 kişilik listeyi Ziya Ercan’a verdim, ilk önce listenin başındaki Sami Baysal’a gitmesini söyledim. Arkadaşlarla toplandığımızı, onun il başkanlığına karar verdiğimizi söylemesini istedim. Onun kabul etmemesi durumunda, bir alttaki isme gidip kabul ettirmesini söyledim. Listedekilerin hepsinin il başkanı olabileceğini anlattım. Ziya Ercan gitti, tam akşama doğru hemen geldi, ‘Tamam Ali abi, sen de imzala’ dedi. Başkanın kim olduğunu da sormadan imzaladım çünkü vaktim yoktu. Ertesi gün bayram. Mehmet Kaya, oğluyla beraber bize bayram ziyaretine geldi. ‘Hoş geldin, buyur’ dedik. ‘İnşallah hayırlı olur’ dedi. Ben partinin kuruluşunu zannettim ve ‘İnşallah hayırlı olur’ dedim. ‘İnşallah sizin başkanlığınızda’ deyince, ‘Ne başkanı, ben başkan değilim’ dedim. ‘Ama sizin isminizi duydum’ dedi. ‘Yok, yanlış’ dedim. ‘Peki, kim?’ diye sordu, ‘Bilmiyorum ama ben değilim’ dedim. Bu sefer ‘Gazetede sizin isminiz yazıyor’ deyince, bir yanlışlığın olduğunu söyleyip hemen Ziya’nın yanına koştum. ‘Kim başkan?’ diye sorunca, ‘Siz’ dedi ve devam etti: ‘Siz demediniz mi, 15 kişilik listede herkes başkan olur. Birkaç kişiye gittim, yok deyince, vakit kalmadı ve sizin isminizi yazdım, verdim, çıktım.’ ‘Peki’ dedim ve başkanlığımız böyle başladı. Erbakan’a daha yakın olma duası var ya öyle başladı. Bir ay sonra kongre var. Sami Baysal’a yüklendik, ‘İlla sen başkanlığı yürüteceksin’ diye. Bir ay sonraki kongrede Sami işiyle ilgili bahane buldu. Başkan olmasını ortağı kabul etmiyormuş ama yönetime girebilirmiş, başkanlığın sorumluluğu fazlaymış. Kongrede ben başkan oldum. Tabi başkan olunca, seçimden sonra, 1974’ün ortalarında ticareti bırakmak zorunda kaldık. Çünkü mecburdum. O dönemde dükkana gelip gidenler ticaret mi yoksa siyaset için mi geliyordu, belli değildi. Dükkan benimdi ama babamla eniştemi yanıma ortak almıştım. Adam geliyor dükkana, oturuyor, ‘Buyurun, ne istiyorsunuz’ deyince adam, ‘Bizim köyün çeşmesi ne oldu?’ deyince babamla eniştem isyan ettiler: ‘Ya siyaset, ya ticaret.’ Birinden birini tercih etmem gerekiyordu. Ben de siyaseti tercih ettim. Bu sefer tam gün siyasete bir soyunduk bir daha ticarete dönemedik, 40 senedir siyasetle uğraşıyoruz.

* 40 gün boyunca iş ve aile hayatını bırakıp tamamen seçim çalışmalarına yoğunlaşmak nasıl bir duygu?

Bu durum anlatılmaz yaşanır. Hoca bizi gerçekten büyülemişti. Kısa zamanda halk da bizi sahiplendi. Biz işimize, evimize gitmeyi akıl edemedik. Büyülenmiş gibi 40 gün çalıştık. Öyle bir duyguyu bir daha yaşamadım. İl başkanı olduk, seçim kazandık, kaybettik, hapse girdik, çıktık ama o 40 gün anlatılmayacak kadar farklı geçmişti.
Milli Nizam Partisi hakkında kısa bir anekdot daha anlatayım. Kulu’da otobüs yazıhanesinde kış günü otobüs bekliyoruz. Bir çocuk babasına, ‘Şu adama bak, adam sigara içiyor’ dedi. Babası da, ‘İçsin’ deyince çocuk, ‘Yakasında Milli Nizam rozeti var ama sigara içiyor’ dedi.  İşte çocuğun beyninde teşekkül eden Milli Nizam böyle bir partiydi.
BÜTÜN İLLER SEÇİM ÇALIŞMASI İÇİN KONYA’DA STAJ GÖRSÜN
Bu dönemde Milli Selamet Partisi kuruldu. Milli Nizam çok kısa sürdü zaten. Kurulur kurulmaz seçime girdik 1973 yılında. Bu seçimlerde tabi olağan üstü bir çalışma vardı. Yeni kurulmuş bir parti olmamıza rağmen büyük başarı elde ettik.
Konya’da seçim miting yapılacak. Erbakan Hocanın yanında o tarihlerde de bir film ve reklâm işlerini yapan Vejdi diye bir delikanlı vardı. Çok kabiliyetli, bu işleri iyi bilen insanı ücretle çalıştırıyorlar. Bizim de mitingimize bir gün var. Hoca, ‘Vejdi’yi yanında Konya’ya götür, sana yardımcı olsun’ dedi. Akşamla yatsı arasında Konya’ya geldik. O zaman Vakıflar binasının en üst katı bizim il teşkilatıydı. 20 metre cepheye bir levha yaptırdıydık. Yüksekliği bir metre, 20 metre uzunluğunda, kırmızı ve üzerine Milli Selamet Partisi yazıyordu. Tabi, bizim yanımızda, orada bize yakın olan binada Adalet Partisi, ikincisinde ise Cumhuriyet Halk Partisi vardı ama onlar aşağıda kalıyordu. Vejdi bana, ‘Sen bir defa levha ile bunları ezmişsin’ dedi. Ardından Konya’yı dolaştırdım, gençler arı gibi, kimisi yazı yazıyor, kimisi afiş yapıştırıyor, binlerce insan mitinge hazırlık için olağanüstü çalışıyor. Vejdi, Hocaya, ‘Size verecek hiçbir şeyim yok. Bütün iller belli bir dönem Konya’dan staj görsün’ diyeceğini söyledi.
Bir de Hoca hakkında bir kanaatimi söyleyim. 1973’teki seçimden 40 veya 50 tane milletvekili çıkaracağımızı tahmin ediyoruz. Ama Hoca, ‘250 milletvekili çıkaracağız’ diyor. Neyse, seçim günü oldu, oylar sandığa girdi, o zaman televizyon yok, daha radyo da neşriyata başlamadı. Hocam ve arkadaşlarla bizim evdeyiz, arkadaşlar gitti, hocamla baş başa kaldık. ‘Hocam, artık oylar sandığa girdi. 50-60 mı, 250 mi?’ diye sordum. Kağıt, kalem istedi. 67 ili yukarıdan aşağı yazmamı söyledi, yazdım. Karşısına asgari, azami yazdım. 2 ilde hata etti, diğer tahminlerinin tamamı tuttu. O dönemde 48 milletvekili, 3 senatör çıkardık.
KENDİ HÜKÜMETİMİZİN BAKANINI DÜŞÜRDÜK
Sonra biz Halk Partisi ile iktidar olduk. Çok başarılı bir hükümetle yürürken Ecevit kıskançlığından dolayı iktidarı bozdu. Bu hükümet döneminde Erbakan bir fikre karşı çıktığında Ecevit’in bakanları bile Erbakan hocayı destekliyordu. Ecevit hükümeti bozmasaydı Adalet Partisi biterdi, sağ-merkez bizim elimize geçerdi.
Hükümetin bozulmasının ardından seçime gidildi, diğerleriyle cephe hükümetleri kuruldu. Ama hepsinde başa güreşen, iktidarı yürüten bizdik. Hiç unutmam bir tarihte bizi hükümet dışı bıraktıklarında, 24 milletvekiliyle meclisi kilitlemesini başardık. Hürriyet başlık atmış: ‘Milli Selamet, 24 milletvekiliyle meclisi kilitledi.’ Niye? Müslümanların aleyhine kanun çıkmasını engelledik.
Adalet Partisi’nin Dışişleri Bakanı bir tarihte İsrail’in Kudüs’ü başşehir gibi zabtetmesine tepki göstermedi, onu kabullendi. Biz de ona tepki olaraktan tarihte bir ilki gerçekleştirerek, kendi hükümetimizin Dışişleri Bakanına gensoru önergesi verdik ve bakanı düşürdük.

* Kıbrıs çıkarması daha çok Ecevit ile bağdaşlaştırılıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kıbrıs’ta katliamlar olurken, Ecevit’in hocası sayılan İnönü, 2 sefer askeri Kıbrıs’a çıkarmak için harekete geçti ancak Amerika’dan emir gelince durduruldu. Demirel döneminde yine aynı şey oldu, yine çıkarma yapılmadı. Onlar bu işi yapamazdı, çünkü patronları Amerika. Amerika da bizim oraya çıkmamızı istemiyor. Erbakan o dönemde çıkarma yapma emrini verdiğinde Ecevit Londra’daydı. Paşalar, daha önceki çıkarmalarda yaşananları Erbakan’a hatırlatarak, Amerika’nın izin gelmediğinden dolayı vazgeçildiğini söyledi ve kesin çıkarma emrini verip vermediğini söyledi. Erbakan da kesin çıkarma emrini verdi. Kıbrıs’a çıkarma yapıldı, Ecevit yine karşı geldi, Erbakan, karışmamasını söyledi. İlk çıkarma yapıldığında Türk askeri öyle bir yerde ki, orada bir hamlede Rumlar-Yunanlar bizi denize dökebilir. Çünkü savunacak yerimiz yok. Onun için ikinci harekât istediler, Ecevit buna da karşı çıktı. Ama biz orduyla işbirliği yaparak ikinci harekatı başlattık. Hatta Erbakan’ın planı tamamını almaktı ama Ecevit’i tutamadık.

* Başkahraman olarak Ecevit gösteriliyor.

Ona kalırsan, ihtilal sebebi olarak Konya’da yapılan Kudüs Mitingini esas alıyorlar, ondan dolayı ihtilal yaptıklarını söylüyorlardı. Sonra Evren Paşa, Arap ülkelerine gittiğinde, oradaki toplantıda, ‘Kudüs’ü başşehir yaptıklarında siz Müslüman ülke olarak ne tepki ortaya koydunuz?’ diye çıkıştılar. ‘Biz Konya’da miting yaptık’ dedi. Bizi onun için hapse attı, gitti bizim mitinge sahip çıktı.

* Peki, Konya Mitingi nasıl bir atmosferde gerçekleşti?

Çok ciddi bir hazırlık yapılmamasına rağmen müthiş bir kalabalık toplandı. Bu durum Konya tarihinde bir ilkti, 1 milyon insan sokaklara döküldü, bir ucu Mevlana Müzesi’nde diğer ucu ise Nalçacı’ya kadar, her yer insan kaynıyordu. Meğer diğer illerden de insanlar gelmişler. Sabahleyin erkenden başladı ve ikindiye kadar devam etti. Bu mitingi istismar ettiler. İnsanlar diğer illerden Konya’ya geldi, Mevlana civarında iri taneli tespihler satılıyor, onlardan almış. Kimsenin burnu dahi kanamadı, ne de bir şey oldu. Bir tek iş yeri zarar görmemiş, parklardaki çiçeklere bile dokunulmamış.
ASKERLER EVE GELİR GELMEZ SİLAH ARADILAR
İhtilale çok daha evvel karar verildi. Milli Görüş’ün gelişimine karşı Batı, Amerika ve Siyonistler korktu. Bunun temellerini aylar öncesinde yapmışlar. Bu mitingi bahane ettiler. Mitinginden bir hafta sonra ihtilal yaptılar. Bu ihtilalde hedef bizdik. Ama halkın tepkisini çekmemek için bütün siyasi partilerden insanları topladılar. Bir cemse dolusu asker ve bir o kadar siville benim de evime geldiler. Bizi nasıl anlatmışlar ki askerlere, eve gelir gelmez silah aradılar, ‘Silahlar nerede?’ diye sordular. Kendi silahımın nerede olduğunu sordular. Hâlbuki ben il başkanı iken hakkım olan silahı da almamıştım. Beni Merkez Komutanlığı denilen yere götürdüler, bir odaya koydular, çay ikram ettiler, efendice hareket ettiler ve kibar davrandılar. Bir ara tümgeneral geldi, ‘Kim bu?’ diye sordu. Ali Güneri dediklerinde, ‘O mitingi nasıl yaptın?’ diye sordu. Ben de ‘Ben yapmadım, millet yaptı’ diye cevap verdim.
MEĞER TAHİR HOCAYI DA GETİRMİŞLER
Sonra sabah namazı vakti yaklaşınca, ‘Ben sabah namazımı kılabilir miyim?’ diye sordum. ‘Tabi, şurada da Tahir Hoca var o da kıldı’ dediler. Meğer Tahir Hocayı da getirmişler. Abdest aldım, seccade verdiler, namazı kıldım. Sabahleyin Tahir Hocayla ikimizi bir minibüse bindirdiler ve Ankara’ya sevk ettiler. Nereye götürecekleri belli değildi, birkaç yeri dolaştılar. Her götürdükleri yer felaketti. En son dil okulu olan kamp gibi bir yere getirdiler. Orada Tahir Hocayla ikimizi bir odaya verdiler. Ardından beni başka bir koğuşa aldılar. Deniz Baykal’ın da aralarında bulunduğu birçok siyasetçi ile aynı koğuşta kaldık. Burada bir ay kadar kaldık. O sırada Erbakan Hoca, Türkeş başka bir yerdeydi. Bu iki ismi bizim yanımıza getirdiler. Hoca geldikten 15 gün sonra Doğu Perinçek’i de tevkif ettiler. Dil okuluna getirmek istemiyorlardı onu. ‘Milletvekili olmayanlar Mamak’ta’ dediler. Biz de kurunun yanında yandık ve Mamak’a gittik. Orada 4 ay kadar kaldık.
İNSANA 15 GÜN ÖMÜR BİÇİLEN HÜCRELERDE 21 GÜN KALDIK
Kaldığımız yerdeki komutan hatıratında, ‘Bizim hücrelerde insan tabiatı 15 gün yaşar, 15. gün ölür. Onun için biz idama mahkum ettiğimiz suçluları burada belli bir süre bekletir ve asardık’ diyor. Bizi burada 21 gün tuttular. Benim ufak bir evradım vardı, aldılar, isteyince tetkik edilip ondan sonra verilip verilmeyeceğini söylediler. Hücredeyiz, su yok, teyemmümle namaz kılıyoruz. Haftada 2 kez su veriyorlar. Bir hafta sonra dilekçe yazdım, ‘Kitabım tetkik edildi, mahsuru yoksa verin okuyum’ dedim. Benim dilekçenin arkasına kırmızı kalemle şöyle yazdılar: ‘Mahsuru olmadığı anlaşıldı ama Atatürk’e ait 3 tane kitap okuyacaksın, iyice öğrendiğin anlaşıldıktan sonra tekrar durum gözden geçirilecek.’ 20 gün sonra bizi koğuşlara aldılar. Ama koğuş dediğinde 60 yatak var, tahta ranzalı. Asker kumaşlarını kesip düğüm atmışlar ve yatakların içine doldurmuşlar. Yatağa yattığın zaman 10 dakika vücudunu alıştırman lazım. 60 kişilik koğuşta 120 kişiyiz. Diğer taraf ise tam bir medrese gibiydi. Lüfti Doğan ve Tahir Hoca var, her gün Kur’an, Arapça ve hadis dersleri alıyorduk. İki tane hadis vardı ki her gün okunuyordu. Bunlardan birisi; Allah’ın dünyada çile verdiği halde Allah’tan geldi diye sabredenleri kul hakkı dahil bütün günahlarını affedeceğiyle ilgiliydi. Her gün bu hadisi okutturuyorduk. Biz de çile çekiyoruz ya. Bir yıl kadar zaman geçtikten sonra serbest bırakıldık. Erbakan Hocamla görüştük ve sonrasında siyasi çalışmalara yine devam ettik… 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.