Sultan Pınarı’nın öyküsü

Sultan Pınarı’nın öyküsü

Taşkent İlçesi’ne adını veren Pirlerkondu’daki efsanelerin haddi hesabı yok.

Fakat en çok bilinen ve tarihçiler tarafından da doğrulanan, bir genç kızın Sultan Pınarı başında Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın buz gibi suyu hızlı içmesini bir çam iğnesiyle önlemesidir.

İşte Sultan Pınarı’nın tüm kayıtlarda da yer aldığı şekli ile hikayesi…
Birinci Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat ile Alanya Beyi arasında sınır itilafı vuku bulur. Her iki Bey sınır tespiti için bir araya gelirler Her iki kumandan da horoz ötümü vaktinde yola çıkacaklar ve karşılaştıkları yer, her iki beyliğin sınır noktası olacaktır. Gerek Selçuklu Hükümdarı, gerek Alanya beyi birer elçilerini tam horoz ötümünde çıkılmasını kontrol için karşılıklı olarak bırakırlar.
Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın mihmandarı horozun erken ötmesini sağlamak için akşamdan horoza baharatlı ve acı yiyecekler verir. Durum böyle olunca Alaaddin Keykubat’ın horozu erkenden öter ve alaca karanlıkta atına atlar ve yola düşer. Yağız at rüzgâr misali bayırlar tepeler aşar, yollar dürülür, bir hayli yol alır. Kan ter içerisinde kalır. Susuzluktan dudakları çatlamış, boğazı kurumuş haldedir. Bir yamaçta şırıl şırıl çağlayan bir pınar görür. Atını mahmuzlar varır pınarın başına.
Bir de ne görsün? Bir dağ güzeli testisin doldurur. Sultan, ‘Bir su ver bacım’ der.
Kadın kim olduğunu bilmediği kan ter içerisindeki yolcuyu şöyle bir süzer, kalaylı pırıl pırıl tasını doldurur. Sonra pınarı gölgeleyen çam dallarından bir tutam yaprak koparır, su dolu tasa serper. Sultan tası alır ama içindeki yapraklara bir mana veremez. Suyu döker tekrar uzatır. Güzel kadın tası buz gibi suyla doldurur, yine çam yapraklarını serper verir.
Sultan kadına, ‘Niçin bu çam yapraklarını suyun üzerine serpiyorsun’ der.
Genç kadın, ‘Yiğidim, hava sıcak, sizde terlisiniz… Çam yaprağı suya koku verir. Hem siz birden bire değil de süzerek içeceğiniz için dokunmaz al, iç’ der.
Sultan kana kana içer ve kadına, ‘Adını bağışla bacım’ der.
Kadın başını öne eğer, utangaç bir tavırla, ‘Adım başkasına bağışlandı, sen kusurumu bana bağışla’ der.
Sultan, Burası neresidir? diye sorar.
Genç kadın, ‘Pirlerkondu (Taşkent) derler buraya. Köyümüz şu yamacın ötesindedir’
Alaaddin Keykubat, ‘Ben Anadolu Sultanıyım. Dile benden ne dilersen der’
Dağ güzeli yağız atın üzerinde heybetle duran bahadırın sultan olduğunu anlayınca şaşırır.
Yerinden fırlar, atın gümüş üzengilerine öperek, ‘Sultanım sağlığını dilerim’ der.
Alaaddin Keykubat ısrar edince dilediğini söyler.
Genç kadın, ‘Benim eşim ve kardeşim Bozkırın Ahırlı Köyü’nde bez dokurlar. Biz İçel’in pamuğunu eğirir, iplik yapar, bez dokur pazarda satar, geçimimizi sağlarız. Bezlerimize damga vururlar. Bir top bezden tam üç akçe vergi alırlar. Ferman buyurunda almasınlar’ der.
Alaaddin Keykubat, ‘Dileğin olacak’ Benim de niyazım odur ki;
“Çamlarınız kurumasın,
Güzeliniz farımasın (İhtiyarlamasın),
Suyunuz ılımasın.
Bezinizden öşür akçe alınmasın’”
der ve atını mahmuzlayıp süratle yoluna devam eder.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.