Adana'da Konyalı olmak

Adana'da Konyalı olmak

Konya ile kıyaslanabilecek kadar gelişmiş olan Adana, tarihi ve kültürel değerleri ile de dikkat çekiyor. Gezip görülmeye değer bir yer...

Aslen Adanalı olan bir ağabeyimizin sözü vardı. Bir gün size Adana'yı gezdireceğim demişti. Geçtiğimiz cuma günü Adana'ya gitmek nasip oldu.

Sabah erken saatlerde çıktığımız yolda önce Ereğli'ye kadar soluksuz gittik. Ereğli'ye vardığımızda sabah kahvaltısını yaptık. Ereğli'de kısacık bir tur attıktan sonra tekrar Adana'ya gitmek üzere yola çıktık.

Adana yoluna yabancı değilim. Köyüm bu yol üzerinde. Giderken köyümün özlediğim topraklarını da görmüş oldum.

Ereğli'ye kadar ok gibi dümdüz giden yol, Ereğli'den sonra yavaş yavaş kıvrılmaya, engebeli hale gelmeye başlıyor. Ulukışla Makası'na varınca Adana'yı işaret eden tabelaları takip ederek Adana yoluna düşüyoruz.

Uzaktan Toroslar beyaza bürünmüş olarak görünüyor ama gittiğimiz yollarda hiç kar göremedik. Sanki bahar mevsiminde yapıyoruz bu tatlı yolculuğu. (1)

Yavaş yavaş ilerliyor, geze geze gidiyoruz. Cuma vakti de yaklaştı. Cuma namazını nerede kılacağımızı düşünürken, önce Mersin'in Tarsus ilçesine uğrayalım da Ashab-ı Kehf'te Cuma namazını kılalım fikri doğuyor.

İstikamet Ashab-ı Kehf...

YAZIK, TAŞTAN MEDET UMAR HALE GELMİŞİZ

Birazdan Tarsus bizi bütün ihtişamıyla selamlıyor.

Vakit yaklaştıkça aracımız hızlanıyor. Çok geçmeden Ashab-ı Kehf Mağarası'nın da bulunduğu alandaki camiye ulaşıyoruz. Abdestlerimizi alıp Cuma Namazı'nı burada kılıyoruz. Allah kabul etsin inşallah.

Cuma günü olduğundan mıdır, Ashab-ı Kehf ehlinin bu mağarada saklandığına inanıldığından mıdır bilmem ama cemaat bayağı kalabalık.

Namaz çıkışı caminin ihtiyaçlarının giderilmesi için cemaatten yardım isteniyor. Bir taraftan da ikramlarda bulunuluyor. Camiden çıkan mağaraya akın ediyor.

Biz de girdik mağaraya. Gerçekten çok ilginç bir yer, gidilip görülmesi gerekir. Kayalıkların arasından metrelerce derine iniyorsunuz.

Herşey güzel hoş da, kayalardan medet umanlar insanı güldürürken düşündürüyor. Yukarıdan kayalıklara bildiğiniz yağmur suyu damlıyor. Amcanın biri de o suyu alıp eline yüzüne sürüyor. Niye böyle yaptığını sorduğumuzda ise, “Şifa kuzum şifa. Al sen de sür” diyor.

Mağara derine indikçe insanı ürkütmeye başlıyor. Zemin çok kaygan. Allah muhafaza ayağınız kaysa, bir anda kendinizi dipte bulabilirsiniz. Orada anlatılan bazı şeylere kulak misafiri olduk. Çocuğu olmayan kadınlar mağaranın içindeki taşlara sürtünüyorlarmış, sonrasında çocukları olacakmış. Nelere inanır hale gelmişiz... (2)

ASHAB-I KEHF BÖLGE TURİZMİNİ CANLANDIRMIŞ

Mağaradan çıktıktan sonra şöyle bir tur atıyoruz. Cami ile mağara arasında hediyelik eşya satışı yapan işletmeler var. Müşteriyi veli nimet olarak görüyor ve iyi bir şekilde karşılıyorlar. İkram edilen ve Tarsus'ta meşhur olan cezeryelerden tadıyoruz. Ashab-ı Kehf hatırası olarak satılan ürünlere talep yoğun. Özellikle hafta sonları çok kalabalık oluyormuş burası. Baharda etraf yeşerince sabahın erken saatinde gelen misafirlerin akşama kadar burada kaldığını, hatta birçoğunun geceyi de Ashab-ı Kehf'te geçirdiğini öğreniyoruz.

Zamanımız az olduğu için daha fazla oyalanmıyoruz. Tarsus'a gelmişken, ilçe merkezinden de geçelim istiyoruz. Tarsus tarihi değeri çok yüksek olan bir yer. Bu bölge zaten peygamberler diyarı olarak biliniyor. İlçe merkezi Konya'yı aratmıyor, şantiye alanı gibi. Her yerde tadilat var. Daniyel Aleyhisselam'ın mezarının bulunduğuna inanılan cami ile Bilal-i Habeşi'nin mezarının bulunduğuna inanılan alanı ziyaret etmek istiyoruz. Maalesef tadilat nedeniyle içeriye giremiyoruz. (3)

ÇANAKKALE'Yİ GEÇİLMEZ KILAN GEMİ BURADA

Tarsus Belediyesi çok güzel bir işe imza atmış. 1911 yılında Almanya'da imal edildikten sonra 1914 yılında Osmanlı Devleti tarafından satın alınmış olan ve 1915 yılında Çanakkale Savaşı'nda tarihin seyrini değiştirerek, Çanakkale'yi geçilmez kılan Nusret Mayın Gemisi Tarsus Belediyesi tarafından satın alınmış.

Gemi, 1955 yılında ordudan terhis edildikten sonra uzun yıllar yük gemisi olar görev yapmış. O limandan bu limana dolaşmış, yük çekmiş, çile çekmiş ve 1989 yılında Mersin Limanı'ndan Kıbrıs'a yük taşırken batmış. 10 yıl batık şekilde kaldıktan sonra 1999 yılında bazı gönüllüler tarafından çıkartılmış, kaderine terk edilmiş, jilet olmayı beklerken Tarsus Belediyesi tarafından alınarak restorasyonu yapılmış. Müze haline getirilmiş. Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, “Nusret orada çürürken, biz rahat uyuyamazdık” diye düşünmüş ve tarihin canlı tanığını çürüyüp gitmekten veya jilet olarak kullanılmaktan kurtarmış. Kendisini tebrik ediyoruz... (4)

NUSRET'TE TARİHİN İZLERİ YAŞIYOR

Tarsus Belediyesi, 'Tarihini bilmeyen milletlerin, coğrafyasını başka milletler çizer' düsturu ve gençlere örnek olması maksadıyla bu kahramana sahip çıkmış. Nusret'in çileli yolculuğu, Tarsus Belediyesi'nin ilçe merkezine yaptığı parkta son bulmuş. Buraya yapılan havuzun ortasına koyulmuş koca Nusret... Tarsus ve Tarsuslu sahip çıkmış tarihe. Ona kucak açmış, bağrına basmış. 'Nusret'in hayat hikayesi Türk milletine ve onun gençliğine ibret olsun' diye de not düşülmüş.

Nusret Mayın Gemisi'ni geziyoruz büyük bir heyecanla...

Geminin orijinal hali bozulmadan tadilatı yapılmış. Güzelce boyanıp cılalanmış. Geminin sadece balkonuna çıkabiliyorsunuz. Kapalı alanları de pencerelerden izleyebiliyorsunuz. İçerisinde haritalar bulunuyor. Açık alanda ise Nusret Mayın Gemisi'nin donanması yer alıyor. Eski silahlar, toplar vesaire...

Hepsinin üzerinde açıklamaları bulunuyor. Hangi topun ne kadar menzilinin olduğu, hangi topta ne kadar barut bulunduğu, hangi topun ne amaçla kullanıldığı yazılı olarak belirtiliyor. İnsan burayı gezerken içinin sızladığını hissediyor. Tarihin seyrini değiştiren Nusret Mayın Gemisi'nde bulunmak da nasip oldu bize. (5)

ADANA'NIN TADI ADANA'DA BAŞKA

Sabahın erken saatlerinde başlayan gezimizin bu bölümünde acıktığımızı hissediyoruz. Adana'ya gitmekteki amacımız zaten Adana yemekti. Tarsus'tan hızla Adana'ya doğru ilerliyoruz. Yolları geniş ve düzgün. Otoban'dan da gitseniz, devlet yolundan da gitseniz pek bir şey değişmiyor. Kısa bir süre sonra Adana, bütün ihtişamıyla bizi kucaklıyor.

Adana'nın en meşhur kebapçılarından birinde duruyoruz. Adana yemek istediğimizi söylüyoruz. Adana gelmeden sofraya çeşit çeşit salatalar, acılar, soslar, soğanlar geliyor. Zaten karnınızı bunlarla doyurabiliyorsunuz. Hemen arkasından Adanalarımız da servis ediliyor. Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin. Karnımızı bir güzel doyuruyoruz. (6)

Adana'ya ilk gidişim... Gözü kapalı olarak bu şehre girsem, sonrasında bana sorsalar nerede olduğumu, herhalde Adana aklımın ucundan dahi geçmezdi. Zihnimdeki Adana'dan çok daha farklı, çok daha gelişmiş ve büyük bir Adana görüyorum. Birkaç ay önce yaptığımız bir haberde Konya'yı emsali olan şehirlerle kıyaslamış ve Adana'yı da bu kıyaslama içerisine koymuştuk. Büyükşehir Belediyesi'nden bir yetkili de telefonla arayıp, 'Ya hadi Bursa'yı, Kayseri'yi anlarım da Adana'yı Konya ile kıyaslayamazsın' demişti. Adana Konya ile kıyaslanabilecek noktada. Hatta gelişmişlik açısından birçok konuda Konya'dan daha ileri seviyede diyebilirim. Ancak şehir merkezinde Konya'daki gibi geniş yolları yok. En büyük caddeleri bile iki şeritten ibaret. Bu açıdan da Adana'nın bizi yakalayabilmesi için çok yol alması lazım.

SABANCI'NIN ADINA YAKIŞAN BİR CAMİ

Sabancı ailesini bilmeyen yoktur. Türkiye'nin en büyük markalarından biri. Adanalı olan Sabancı ailesi birlik içerisinde büyümüş. Allah bu aileye 'yürü ya kulum' demiş, bunlar bırakın yürümeyi resmen koşmuş. Gözümüz yok, Allah daha çok versin.

Sabancı ailesi ahde vefayı, memleket bağlılığını hiç koparmamış. Benim en çok dikkatimi çeken, şehrin göbeğinde bulunan devasa parkın tam ortasına yapılmış olan, görseli, ihtişamı ile adeta büyüleyen o büyük cami oldu. Camiden 6 tane minare yükseliyor. Dışarıdan bir süre içeri giriyoruz. İkindi namazını da burada kılmak nasip oluyor. Adana'daki bütün camilerde ar olan uygulama burada da geçerli. Ayakkabılarınızı poşete koyuyorsunuz. Caminin içinde de kilitli dolaplar var. Buraya kilitleyip, anahtarınızı cebinize koyuyor ve 'acaba ayakkabım çalınacak mı?' kaygısı taşımadan huşu içerisinde Allah'ın huzurunda kıyama durabiliyorsunuz.

Allah razı olsun, gerçekten Adana için güzel bir hizmet... (7)

SEYHAN KIYISINDA SALEP

Şehir merkezinde yaptığımız gezinin ardından yorulduğumuzu hissediyoruz. Hava da karardıktan sonra bir yerlerde oturmanın zamanının geldiğini anlıyoruz. Seyhan Nehri'nin kıyısında çok sayıda kafeterya türü işletme var. Bunun yanında minibüslerle de seyyar satıcılar ziyaretçilere çay, kahve servisi yapıyor. Seyhan Nehri'nden rüzgar yüzümüze serin serin esiyor. Hatta üşütüyor. Seyhanın kıyıya vuran dalgaları da hoş bir seda bırakıyor kulaklarda.

Az sonra garson gelip ne içmek istediğimizi soruyor. Çaya niyetlenerek oturduğumuz masada garsonun ısrarları üzerine salep içmeye karar veriyoruz. Öve öve bitiremediği salebi tadalım dedik. Fincanın üzerinde fındık, Antep fıstığı ve ceviz ezmesinden olma bir karışım var. Salep kısmını göremiyorsunuz. Yanında da kocaman bir tatlı kaşığı. Salebi içsek mi, yesek mi diye bir an düşünüyorsunuz. Harika bir lezzet. İçimizi ısıtıyor.

Saatler ilerledikçe gözlerimizin küçüldüğünü fark ediyoruz. Yüksekçe bir yere çıkıp, Adana'yı bu hakim noktadan izliyoruz. Tatlı başlayan günü, tatlı bir şekilde bitirmek için oturup güzel bir tatlı yiyoruz. Sonrasında yorgun düşen bedenlerimiz bir an önce yatmak, gözlerimiz bir an önce uyumak istiyor. Adana'daki meslektaşlarımız bizi güzel bir şekilde ağırlıyorlar. Kafasını yastığa koyan anında uykuya dalıyor. Sabaha kadar deliksiz uyuyor ve uykumuzu alıyoruz. (8)

CİĞERLE KAHVALTI YAPMAK

Tarsus'tan başlayan ve Adana'da devam eden güzel yolculuğumuzun sonuna yaklaşıyoruz. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte bizi ağırlayan meslektaşlarımızla vedalaştıktan sonra Konya'ya dönmek üzere yola çıkıyoruz. Kahvaltıyı da yapıp Adana'dan öyle çıkalım diyoruz. Adana, Şanlıurfa, Gaziantep gibi bölgelerde sabahları kahvaltıda sakadat tüketildiğini duymuştum. Biz de tevekkel dedik ve gittik bir lokantaya. Kahvaltı yapmak istediğimizi söyleyip ciğer söyledik. Adanalılar ağzının tadını biliyor. Sabah sabah kuzu ciğeri de ne gitti ama...

Gez dünyayı gör Konya'yı demişler... İnsanın kendi memleketi gibisi yok. Ne kadar şehir gezerseniz gezin, yine de doğup büyüdüğünüz topraklar çekiyor sizi. Özünüze dönmek istiyorsunuz.

Ve nihayet Konya'ya geliyoruz.

Bir güne birçok şeyi sığdırdığımız güzel bir gezi oldu. Düzenleyenlerden ve emeği geçenlerden Allah razı olsun... (9)

RASİM ATALAY

[email protected]

RASİM ATALAY

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum