VIRÜS VE PANDEMI YILI MUHASEBESİ

Süleyman Küçük

Türkiye'de ilk korona virüs vakasının resmi olarak ilanının üstünden 1 yıl geçti. Geldiğimiz noktada sadece Sağlık Bakanlığının açıklamalarına göre hayatlarını düzenlemeye çalışan insanlardan daha çok bizzat bakanlık yetkililerinin bir muhasebe yapmaları gerektiğine inanıyoruz.

11 Mart 2020'de Türkiye’de ilk korona virüs vakası İstanbul Tıp Fakültesi’nde tespit edilmişti. İşte o ilk vakanın açıklanmasının üstünden tam 1 yıl geçmiş olmasına rağmen hala insanlara korku ve endişe verici açıklamalar yapılmaya devam ediliyor.

Salgının ilk günlerinden bu yana başta sağlık bakanı olmak üzere il sağlık müdürleri ve üniversite rektörleri ve Hastahane başhekimlerinin açıklamalarının nerede ise tamamı siyonist bir kurum olan Dünya Sağlık Örgütünün direktiflerinden başka bir şey değil.

Başında Tedros Gebreyesus isimli Afrikalı bir teröristin bulunduğu bu kurumun insanlara üye devletler aracılığı ile dayattığı direktiflere bakınca, insanların sağlığını iyileştirmek için mi yoksa sağlık politikaları yoluyla insan neslini yok etmek mi olduğu ciddi biçimde sorgulanır olmuştur.

“İzahı olmayan şeylerin mizahı olur” gerçeğinin en net yaşandığı günleri yaşadık son bir yıldır.

Virüs konusunda uyguladığı politika ve yöntemler ve açıkladığı hasta ve ölüm rakamları nedeniyle toplumun çok büyük bir kesimi tarafından eleştirilen Sağlık Bakanı artık yukarıdaki söz doğrultusunda her açıklaması ile mizah konusu olmakta ve hükümetteki görevinden ayrılacağı konuşulmaktadır.

Yereldeki sağlık idarecilerinin de bakanlarından farklı olmadığı maalesef ortaya çıkmıştır.

Konya Sağlık İl Müdürünün 2 gün önce Konya’daki 2 mezarlığın doluluk nedeniyle defin işlemine kapatılması konusundaki “1 yıldır devam eden pandemi sürecinde corona virüsü kaynaklı günlük ortalama 25-30 vatandaşımız hayatını kaybediyor.” Şeklindeki açıklaması maalesef bunun son örneği olmuştur.

Şimdi bu noktada ciddi bir sorgulama yapmak gerekiyor.

Bu yazının yazıldığı gün rakamlarına göre Türkiye’de bir günde 65 kişinin virüs sebebiyle hayatını kaybettiği açıklanmıştır.

Bunun 25 ila 30 kadarı gerçekten İl Sağlık Müdürünün açıklamasına göre Konya da vefat etmiş ise Hem bakanlık hem de İl Hıfzıssıhha Kurulu tedbir de geç kalmıştır.

Yok, eğer Konya da gerçekten günde bu kadar vefat söz konusu değilse, birilerinin DSÖ nün temsilciliğine soyunup Konyalıları korku ve paniğe sevk etmesi akıl alır bir şey değildir. 

Sağlık yöneticilerinin ve birimlerinin tedavi için virüs nedeniyle pandemi ilanının ilk günlerindeki heyecanlarını kaybetmemeleri elbette güzel bir şey.

Ama gerçekten pandemi ilanını gerektirecek ölçüde bir virüs salgını varsa heyecanını kontrol altına alması gereken kişiler yine sağlık kuruluşlarının idarecileri olmalıdır.

Tarihlerin 11 Mart 2020'yi gösterdiği günden bu yana sağlıkta çağ atladı denilen ve binlerce hekimin yetiştiği, en zor hastalıkların tedavi edildiği Tıp Fakültesi Hastahaneleri başta olmak üzere özel ve devlete ait Hasta hanelerin salgınla mücadelede çok önemli bir rol üslendiğini kabul ediyoruz.

Hasta haneler ve fakültelerdeki pek çok hoca ve doktor ile sağlık çalışanının hala tam olarak izole edilemediği ve dolayısıyla da buna mahsus tedavi, ilaç ve protokolünün de olmadığı bir virüs nedeniyle hayatını kaybetmesi nedeniyle sağlık ordusunun da milletimiz gibi yakınlarını kaybetmenin üzüntüsünü tam olarak yaşayamadığını da kabul ediyoruz.

Birde bunun yanında kurulan bilim kurulunda konuşulan konuların ve alınan kararların açıklanmamasına rağmen her fırsatta uzatılan mikrofonlara birbirlerinin açıklamalarını yok sayar nitelikte açıklama yapmayı marifet zanneden bilim kurulu üyelerinin oluşturduğu kafa karışıklığını ilave ettiğimizde yaşadığımız olayın pandemi değil de bir PLANDEMİ olduğuna inanmamak mümkün değil.

Ancak salgınla geçen 1 yıl sonrasında geriye dönüp baktığımız da hala en önemli eksiğimizin koruyucu hekimlik olduğunu ifade edilmesi belki de en büyük handikabımızın olduğuna inanıyoruz.

Virüs korkusu ile hasta haneye müracaat eden herkese zorla dayatılan ve artık doğru netice vermediği sağlık yetkililerince bile ifade edilen PCR testi yerine koruyucu hekimlik ve özellikle de insanların vücut dirençlerinin artırılmasına yönelik bir çalışmanın yapılmıyor olması anlaşılır gibi değildir.

Çünkü ta sürecin en başından beridir her müracaat eden kişiye neredeyse avuç dolusu denebilecek bir miktarda işe yarayıp yaramadığı konusunda malum DSÖ tarafından önce izin verilen sonra yasaklanan ithal ve yerli ilaç bedelleri ile üzerindeki spekülasyonların hala sona ermediği ithal aşı bedellerinin insanlara sunulacak koruyucu hekimlik çalışmalarında kullanılması daha doğru olurdu.

Korona virüsünün bulaşmasını önlemek için en önemli şart olarak dayatılan maskenin anlatıldığı gibi koruyucu özelliklere sahip olmadığını sağlık personelleri de ifade ediyorsa insanların hafta içinde ve hafta sonlarında parkları, çarşı, pazar ve avm leri dolduruyorlar diye şikâyet etmeye kimsenin hakkı olmasa gerek.

Bu gün geldiğimiz noktada hafta içi ve sonu kısıtlamalar bir yana okulların ve işyerlerinin açık olması veya kapalı kalması konusunda bile yaşananlara bakınca bu sürecin daha farklı yönetilebileceğine ve dolayısıyla da artık yapılan açıklama ve uyarılara inanmayan insanların sayısında artış olmasından daha doğal bir şey olmasa gerek.

Korona virüsün Türkiye’de görülmeye başladığı ilk günden bu yana toplam 34 milyon 993 bin 578 test yapılmış ve 2 milyon 866 bin 012 vaka tespit edilmiş ve 29 bin 421 kişi hayatını kaybetmiştir.

Yani basit hesapla % 8 oranında vaka ve yaklaşık % 1 oranında bir ölüm söz konusudur.

Millet olarak kendi muhasebesini yapmayan veya hesaba çekilmeyi sevmeyen bir görüntü verdiğimizden bahsedilir ya, işte bu oranlar üzerinde oluşturulan korku ve pandemi konusunda yeniden bir muhasebe yapmanın ve yapmayanları hesaba çekmenin tam zamanıdır bu günler.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.