Bugün de her zaman ki gibi; ‘Selam duâsı’yla başlayalım isteriz yazımıza;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Efendim geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim;
“Böyle hoş dilli, güzel söyleyici tûtinin başına vurduğum zaman elim kırılaydı, kuruyaydı.”
Dükkan sâhibi tûtiye yaptığı ağır cezâlandırma işinden pişman oluyor ve af bahçelerinde gezinmeye başlıyor. Burada bize verilmek istenen mesajı dikkat verirsek, insanın asıl yapması gereken mârifet, hatâlı iş yapmamaktır. Ama ola ki oldu, o zamanda âdil olmalı, hak-hukuktan ayrılmamalıdır. Yoksa önce kızgınlıkla yap-yık sonra ah-vah ederek pişman ol. En iyisi ne yapacağını akıl ve mantıkla düşün, sonra davran, pişman olacağın işleri baştan yapma, kimsenin onurunu kırıcı, gönlünü incitici şeyleri icra etme. Yanlış yapanın ilk yapacağı şey af dilemek, özür dilemek, gönül almak, Cenâbı Hakk’a tevbe etmek ve aynı hatâyı bir daha yapmamaktır. Yanı sıra kötülüğün ardından hemen bir iyilikle yapılanı telâfi etmek davranışına yönelmek de güzeldir. Gereksiz yere ah-vah edip sızlanmalar boşa emektir, bu hal insan bedenine zarar verir, kişiyi umutsuzluğa sevk eder.
“Dükkan sâhibi hemen her dervişe hediye ve sadakalar verdi. Ta ki kendi kuşu konuşmaya başlamış olsun."
Bakkal kuşunun tekrar eski hâline gelmesi için sadakalar verdi. Gerçekten sadaka belâları def eder, şerleri hayır kılar. Önceleri feryâdu figân eden bakkal sonra aklı başına geldi de yanlışının âdeta kefâreti olarak muhtaç ve ihtiyaç sâhiplerine hayır hasenat adına sadakalar verdi. Hakikaten bu güzel ve makbul bir davranış oldu.
“Bakkal üç gün üç geceden sonra şaşkın, ağlayarak, ümitsiz dükkanda oturuyordu.”
İnsan üzüntü ve keder içinde kaldığında, şaşkına dönerek ağlayıp-sızlanması ile ancak bedenine eziyet verir bu doğru bir davranış değildir. Halbuki her türlü çâresizlikte kendisine başvurulacak sonsuz güç ve kudret sâhibi Cenâbı Hakk’ın kapısı her dâim açıktır. Şurası bilinir ki, herkesin kendisine has karakter özellikleri olduğu gibi her insan ayrı mizaçta ve ayrı bedensel şekillere sâhiptir. Bu sebeple, kişilerin karşılaşmış oldukları dert ve problemlerde göstereceği davranışlar farklı farklıdır. Ancak insan asla umutsuzluğa kapılmamalı, bilgi kaynaklarını harekete geçirerek, Rabb’ine yönelip, yüreğini O’na bağlayarak, üzüntülerini sevince dönüştürebilir.
“Acaba bu tûti kuşu ne zaman konuşacak, diye, bakkal binlerce keder ve sıkıntılara düştü. Bakkal o kuşa her türlü acayip şeyler gösteriyordu, yeter ki konuşsun.”
İnsan başına gelen problemlerden dolayı kendini olmayacak şekilde sıkıntılara sokmamalıdır. O derdi veren Allah Teâlâ’dır, elbette giderecek olan da, yine O’dur. Zâten hiçbir dert devamlı değildir. Dünya yuvarlaktır. İçindeki her şey dönmektedir. Bugün vâr olan üzüntüler, bir süre sonra sevince dönecektir. İnsan boştan yere, sürekli üzüntü ve kederiyle meşgul olarak, kendini devamlı hüzünlü tutmamalıdır. Rabb’imizin verdiği akıl ve fikirle Hak kapısının anlayışlarına sarılmalıdır. Tevekkül, sabır, tahammül, dua, tevbe ve istiğfarlarla mümin insan en sıkıntılı dertleri aşabilir. Dünyâda her şey fânidir, hiçbir üzüntü de, neşe de bâki değildir. Sâdece ölüm kesin bir hakikattir. O vakit dertler ve acılar da sona erecektir.
“(O sırada dükkanın önünden) başı, tasın, leğenin altı gibi, başı açık bir cavlâkî geçti.”
Beyitteki ‘cavlak’ kelimesi Türkçe bir kelimedir. Aslında ‘çıplak’ maânsına gelir. Başka bir terkiple, ‘Başı saçsız’ anlamındadır. Eskiden tasavvufta halkın kendisine çok muhabbet gösterdiği kişiler, o muhabbet kendi nefsine zarar vermesin, diye baştaki, saçı-sakalı-bıyığı keserlermiş. Dükkanın önünden bu geçen de öylesi bir dervişti.
“Tûti o anda söze geldi ve dervişe; Ey falan kimse!’ diye seslendi.”
Onca pişmanlıkla Rabb’ine yönelen bakkalın duâları kabul olmuştu. Sâhibi kafasına vurduğu için başı kel kalan kuş, o günden beri suskun kalmış ve konuşma özelliğini kaybetmişti. O halde hayâtını sürdürürken, kapının önünden kendisine benzeyen kafası, saçsız dervişi görünce onu kendi hâline benzetti ve konuşmaya başladı.
“Hey! Kel adam, neden kellere karıştın? Sende mi şişeden gül yağını döktün de bu hâle düştün?”
Mizahçıya benzetilen, taklitçi Tûti kuşu, geçen dervişin tıpkı kendisi gibi sırları açıkladığı için dövülmüş olduğunu zannetti.
Efendim yine yazımızın sonuna geldik. Cumânız mübârek olsun.