Türkiyede Ekonomik Çıkmazın Sebepleri

Şevki Çobanoğlu
Türkiye’nin aşılması güç olan büyük bir ekonomik çıkmaz içinde olduğu inkâr edilmez bir gerçektir. Peki Türkiye ne zaman geriledi ve nasıl ekonomik çıkmaza sürüklendi? Önce bu tarihi olayların bilinmesi gerekir.
Türkiye’de ekonomik çıkmazın sebepleri araştırılırken, Osmanlı İmparatorluğu’ndan hiç söz etmemek, tarihi mirasımızı yok saymakla beraber, tarihi hakikatleri de inkâr etmek olur. Dünyada altı yüz sene hüküm süren ve hükümranlığı döneminde altın devirlerini yaşayan, hak ve adaletin simgesi haline gelen zamanın haşmetli devleti Osmanlı İmparatorluğu, Kanuni’nin padişah olmasıyla, Batı ile sınırsız sayılabilecek bazı ilişkiler içine girmiştir. Devrinin tek süper gücü olan Osmanlı’nın Batı’ya karşı bu yaklaşımından güdülen amaçlar hem ekonomik fayda temin etmek, hem de daha geniş bir dünya insanına İslâm’ı yaymak olarak telakki edilebilir.
Ancak Osmanlı’nın amaçladığı hedefler, Batılı sinsi güçlerin elbirliği ile Müslümanların aleyhine işlemeye başlar. Sonuçta Kanuni’nin bu girişimi Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, idari, sosyal ve ekonomik yönden bozulmasının başlamasına neden olur. Zaman ilerledikçe de imparatorluk bir çöküşe doğru sürüklenir.
Batı dünyası her zaman sinsi bir siyaset gütmüştür. Batı, Rönesans hareketleriyle yeni teknik icatlar ortaya koyarak “sanayi devrimi” olarak adlandırılan bir sanayileşme sürecine girmiştir. Bu süreç içinde bütün Batılı güçler ittifak halinde birleşerek, Osmanlı’yı içten ve dıştan sararak bozguna uğratmanın plânlarını yapmışlardır. Bu dönemde Osmanlı idaresine nüfuz eden, Batılı ajanlar, İmparatorluğu teknik icatlara karşı ilgisiz bıraktıkları gibi teknik hakkında menfi propagandalar da yürütmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çökertilmesi plânları dıştan başta İngilizlerce yürütülürken, içte de Yahudi, Ermeni ve Rum asıllı azınlıklar tarafından yürütülmüştür.

TANZİMAT DÖNEMİ
Osmanlı’yı yıkma plânları Tanzimat döneminde daha fazla bir canlılık kazanarak, yeni teknik icat ve gelişmelere İslâm ve Müslümanlar karşıymış gibi gösterilerek, geniş çaplı bir propaganda başta Yahudiler olmak üzere, bütün azınlıklarca çok ustaca işlenmiştir. Halbuki İstanbul’u fetheden Fatih’in dünyada ilk ateşli silah olan ve tekniğin temelini oluşturan topun yapılışında tekniğe verdiği önem göz ardı edilmiştir. Bu dönemde yüksek tahsil gören çoğu zevat, bir Batı hayranlığı içine düşmüşlerdir. Böylece insan fikir ve düşüncesi üzerinde yürütülen zedelenmeler, Koca İmparatorluğu tarih sahnesinden silmenin eşiğine getirmiştir.
Meşrutiyet devrinde Batılı güçlerin sürdürdükleri sinsi plânlar daha bir berraklık kazanarak, devlet yönetimine hâkim olmaya başlayan Yahudi, dönme ve mason kişilerce Müslümanlar açık bir biçimde saf dışı bırakılır olmuşlardır. Hatta bu şer güçler işi o kadar ileriye götürmüşlerdir ki, zamanın Osmanlı padişahı büyük devlet ve siyaset adamı Sultan İkinci Abdülhamid Han’a karşı bir muhalefet oluşturarak, onu cani eylemlerle tahttan indirmişlerdir. Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle artık Osmanlı toprakları paylaşılmaya, Müslümanlar da Batı’nın kıskacına girerek ekonomik esarete sürüklenmişlerdir. Başta Orta-Doğu petrolleri olmak üzere Osmanlı’nın sahip olduğu zengin maden kaynakları, Batı’nın denetimine girmiştir. İşte Türkiye’nin ekonomik çıkmazını hazırlayan nedenler, bu büyük tarihi mirasın mana ve madde plânında kaybedilmesi ile başlar.

CUMHURİYET’İN İLK YILLARI
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe mal olmasıyla, Anadolu toprakları üzerinde bugünkü Türkiye Cumhuriyeti teşekkül eder. Yeni Türk devleti, idari, siyasi, sosyal ve ekonomik yönden Osmanlı düşüncesinden ayrılıp, batılı düşünceyi benimseyerek, yeni kurumlar oluşturulur. Ekonomide de model olarak “Karma Ekonomi Sistemi” benimsenmiştir.
Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk yıllarında bazı Kamu İktisadi Teşebbüsleri kurularak yatırımlara gidilir. Ancak bu yatırımların memleket ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olduğunu söylemek mümkün değildir. Hatta tek partili siyasi hayatın devam ettiği 1940’lı yıllar da hiç denecek bir biçimde yatırım yapılmamış, zaten fakirlik içinde kıvranan köylü vatandaşlara kadar ödeyemeyecekleri vergiler salınarak, ülke de ekonomik ve sosyal problemler bir kat daha artmıştır. Türkiye, madde ve mana planında bir bunalım sürecini yaşayarak çok partili siyasi hayata geçmiştir. 1950’den sonra başlayan çok partili siyasi dönemde, Batı ile sınırsız ve çok yönlü ilişkiler içine girilmiştir. Bu devrede Türkiye, NATO, AB, IMF gibi topluluklara üye olmak suretiyle, Batı dünyası ile bütünleşme yolu seçilmiştir. Batı’dan ekonomik yardım alabilmek amacıyla bazı tavizlerin verildiği görülür. İşte “Türkiye’de Ekonomik Çıkmaz”ın temel sebebi Batı’ya verilen tavizler olarak kendini göstermektedir.
Türkiye, her yönüyle yeraltı ve yer üstü ekonomik zenginliklerle dolu olan, dünyada ender sayılabilecek ülkelerden biridir. Birinci Cihan Harbi ile İmparatorluk mirasını kaybetmesine rağmen, bugünkü toprak parçası üzerinde hiçte azımsanamayacak ekonomik kaynaklar mevcuttur. Ancak uygulanan ekonomi politikalarının sağlam bir yapıya oturtulmaması, ülke kaynaklarının değerlendirilmesinde ve kalkınma yolunda problemler çıkartmaktadır.
1945 yılında İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilerek ve sanayisi tamamen tahrip edilmiş olarak çıkan Almanya, bugün ekonomisi en gelişmiş ülkeler arasına girmiştir. Yine İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika Birleşik Devletleri tarafından atomla tahrip edilen Japonya, kurduğu teknoloji ile Batı’dan daha ileri bir ekonomiye sahip olmuştur. Bu ülkelerin kısa zamanda gelişmelerinin nedeni başta millî bütünlük olmak üzere, siyasi istikrardır.
Almanya yirmi yılı aşkın süre koalisyon hükümetleri ile yönetilmesine rağmen, gözleri kamaştıracak biçimde bir gelişme merhalesi kaydetmiştir. İhracat düzeyi yükselmiş ve dikkatleri üzerine toplamıştır. Kalkınma düzeyi yüksek olan ülkelerde devlet-millet kaynaşması sağlanarak, millî bütünlük tam olarak gerçekleşmektedir. İnsanlar inanç, düşünce ve kıyafetlerinden dolayı baskı altına alınmadan kabiliyetleri ölçüsünde başarabilecekleri görevlere getirilmektedirler. Siyasi kavgalara yer yoktur. İnsanlar siyasi alanda memleketlerine faydalı olabilmek için bir hizmet yarışı içindedirler.
Ama Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde siyasi kuruluşlar, bir hizmet yarışından ziyade, kin ve husumetle birbirlerinin karşılarına çıkmaktadırlar. Türkiye’de her dönemde siyasi partiler arasında kısır çekişmeler kıyasıya sürmüştür. Hükümet olanlar muhalefeti, muhalefette kalanlar da hükümet olan siyasi kuruluşlara karşı faydalı teklifler sunmak yerine, yapılan olumlu işlerin dahi kötülenmesi yönünde menfi propagandaların yürütülmesini adeta, adet haline getirmişleridir. Hatta hiç yoktan bahanelerle hükümetler yıkılmış, erken seçimlere gidilmiştir. İşte bütün bu nedenlerden dolayı Türkiye’de siyasi istikrar tesis edilememiştir.
Türkiye’de siyasi istikrarın temel şartı, insanların birbirlerine karşı saygılı olması gerektiği gibi, hiçbir kimse inanç, düşünce ve kıyafetlerinden dolayı baskı altına alınmamalıdır. Kişilere kabiliyetlerine göre verimli olabilecekleri yerlerde görev verilmedir. Kalkınmanın temel şartı, insanlara verilen değerle yakından ilgilidir.
Almanya ve Japonya 1945’de İkinci Dünya Savaşı’ndan büyük yenilgiyle çıktıkları halde bugün kalkınmış ülkeler haline gelirken, Türkiye kurulduğundan bu yana savaş görmemesine rağmen geri kalmışlık çemberini kıramamaktadır. Bunun sebebi nedir?

BORÇLAR
Türkiye’de iş başına gelen siyasi kadrolar, kalkınma hedeflerinin belirlenmesinde millî kaynaklardan bütün yönleriyle yararlanmak yerine, dış borçlanma yolunu tutarak, ekonomiye kaldıramayacağı bir yük yüklemişlerdir. Daha sonra vazgeçilmez bir çare olarak görülen dış borçlanmada, dış kredi alabilmek için devalüasyonlara başvurmayı kurtarıcı tedbirler olarak sunmuşlardır. Yıllar ilerledikçe dış borçların getirdiği baskılar, ekonomiyi bir borç batağına doğru götürmüştür. Bu konuda tarihçi Ahmet Cevdet Paşa’nın “Bir millet borçlanmaya başlarsa, borç batağında boğulur.” sözü dış borç meselesini çok iyi açıklamaktadır. Türkiye’de borçlanmanın getireceği problemler düşünülmeden, borç almak marifet sayılarak, borç yemek ve borçlu yaşamak yeğ görülmüştür.
Sermaye çevrelerince ağır sanayi alanında gerekli gayret gösterilmezken, montaj sanayi alanındaki yatırımlarla kısa yoldan kazançlar düşünülmektedir. Böylesi bir sanayileşme hareketi, ekonomi de çok yönlü problemlerle dışa bağımlılığı sürekli kılmıştır. Zaman zaman döviz yokluğundan, sanayinin dış girdileri temin edilemeyerek, sıkıntılar çekilmiştir.
Tarım alanında verimi arttırıcı kalıcı tedbirler yerine, gündelik ve politik tedbirlerin sonucu olarak zirai üretim kapasitesi düşüşler göstermiştir. Tarım ülkesi olan Türkiye’de bazı zirai ürünlerin ihtilali yoluna bile gidilmiştir. Maden kaynakları istenilen bir seviyede işletmeye açılmış değildir. Bütün bu ekonomik problemlerin yanında, işçi işveren anlaşmazlığının da olması, ülke kalkınmasını engellemiştir. Belirli dönemlerde devreler itibariyle kalkınma plânları hazırlanmışsa da istenen sonuçlar alınamamıştır. Türkiye ekonomisi sürekli olarak bir bunalım tablosu çizmiştir. Bütün problemlerin üst üste birikmesi sonucu, Türkiye, 1978-1979 yıllarında yüksek bir enflasyonla karşılaşmıştır.
İşte bu ortamda memleketimiz ekonomik darboğazlar içine girmiştir. Bu darboğazların aşılabilmesi için yeni bir ekonomik modele gerek duyulmuştur. Uygulamaya konan bu ekonomik model ise, IMF’nin verdiği reçetelere dayanan “24 Ocak 1980 Kararları”dır.
24 Ocak ekonomi politikası, uzun bir süre yürürlükte kalmasına rağmen, Türkiye’de ekonomik istikrar sağlanamamıştır. Hatta ekonomide görülen denge bozukluklarının devam etmesi üzerine “4 Şubat 1988 Kararları”nın alınması gereği duyulmuştur.
Dün olduğu gibi bugünde Türkiye’nin gündeminde çözüm bekleyen ekonomik konuların başında; enflasyon, işsizlik, sanayileşme, dış borçlanma, para değerinin korunması (devalüasyon olgusu), ihracatın arttırılması gibi meseleler ağırlık taşımaktadır.

ÇÖZÜM YOLLARI
Türkiye, gerek yetişkin insan gücü, gerekse maddi imkânları bakımından büyük bir potansiyele sahiptir. Ancak bu potansiyelini kalkınma yolunda kullanırken, bütün yabancı tesir ve etkilerden kurtulup, millî bir düşünce şuuruyla hareket etmelidir. Türk milletinin kendi benliğine uygun bir kalkınma modeli geliştirilip, tarihte gösterilen maddi ve manevi başarılar yeniden ortaya konmalıdır. “Türkiye’de Ekonomik Çıkmaz”dan kurtulmak için önce yapılması gereken tek şey, millî bünyeye uygun, ama bütün teknolojik ve ilmi gelişmeleri deruhte eden, insana bilgisinden dolayı değer veren, çalışanı destekleyen bir anlayışla kalkınma yolunu açmak ve insanlar arasındaki husumet duygularını kaldırarak, sevgiyi aşılamak gerekir. Kalkınma ve gelişme, sosyal yardımlaşma, ilmi araştırma, dünya insanlığına faydalı olma Türk Milletinin hasetlerindendir. Yeter ki Türk insanına kendi benliğine uygun olan yol gösterilsin. Allah (c.c.)’ın izniyle yapamayacağı iş, aşamayacağı engel yoktur.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.