Din adamlığında, bir dönemin bir bakıma son temsilcisi, son zincir halkası aziz H. Tahir Büyükkörükçü Hocamız’ı kaybetmenin derin teessürü içerisindeyim. Bu sebeple onun aziz ruhuna Fatihalar ikam edilmesine bir kere daha vesile olmak için kaleme almak istediğim vefa yazımı yazacak gücü günlerdir kendimde bir türlü bulamıyorum. Zaten aylardan beri hastane hayatından dolayı darmadağınık durumda olan zihin ve dimağımı, O’nu kaybetmenin verdiği derin acı, onarılması zor şekilde allak-bullak etti. Ama yazmam lâzımdı.
Derken, yıllarca evvel kendisine tahsis ettiğim bilgi zarfım aklıma geldi. Hayli kabarmış durumda olan bu zarfımdaki belge ve bilgileri muhtevi evrakı acele ile gözden geçirirken, üç tane güzel belge beni biraz da olsa tesellî etti. Bunlar, vaktiyle milliyetçiliğin ve mukaddesatçılığın kalesi durumunda olan “Yeni İstanbul” Gazetesi’nde, merhum Sultânu’ş-şuara Necip Fâzıl Kısakürek’in, Burdur’da iken tanıma mutluluğuna eriştiği aziz Hoca efendimiz hakkında kaleme aldığı üç ayrı yazı idi. O kadar güzel, o kadar isabetli, o kadar vukufiyetli idiler ki, sanki daha dün yazılmışçasına taze, yerinde ve teşhis, takdir yüklü bulunuyorlar. Yaşamakta olduğum derin hüzün duygularım sebebiyle vefa borcumu, büyük şairimizin kalemine sığınarak yerine getirmeyi uygun gördüm. Çünkü, bu üç yazı, değerli hocamızın ruh haritası, mefkûre anatomisi, şahsiyet tomografisi durumunda idi. Üstelik aradan yaklaşık kırkbeş yıl gibi hayli uzun bir zaman geçmişti. Gençlerin çoğu bu takdirkâr satırlardan belki de nasipdar ve haberdar değil, diye düşünerek, gelecek nesillere bir hatıra olarak bırakmak, tarihe not düşmek gayesiyle bunları nakletmeyi uygun gördüm.
Bu hâlis duygu ve düşüncelerle sizleri, Sultânu’ş-şuarâ ve Şeyhu’l-vâizîn büyüklerimizle baş başa bırakıyorum;
1) 17. I.1965,Yeni İstanbul Gazetesi
“Noktalama:
DİN ADAMI
Bu vatanın kaldırımları fil dişinden ve evleri billûrdan, hayal üstü bir madde ve mânâ kemâline ulaşmış bir başkenti, sitesi (metropolis)i olsaydı da, bu başkentin 1 milyon kişilik büyük mâbedinde, her evin her odasında bir hoparlör içinde sesi uğuldayan bir üstün kelâm ve hakikat vâizi bulunsaydı, onu bile bana hor gösterecek çapta, gerçeklikte ve derinlikte bir din adamına, 25.000 nüfuslu Burdur Kasabası’nda rastladım.
Gelince anlatırım.
KISAKÜREK”
2) 19.III.1965, Yeni İstanbul Gazetesi
“Çerçeve:
Tahir Büyükkörükçü
Şöhretini uzaktan duyduğum, fakat şahsiyle, eserini ve tesirini
Burdur Kasabası’nda gördüğüm Tahir Büyükkörükçü, öteden beri vasıflarını hayalimde yaşattığım üstün din adamının hâlis örneği… Öyle ki, insan, döküm işiyle elde edilebilen bir varlık olsaydı, Tahir Hoca’yı kumda açılmış bir kalıp gibi, model diye gösterebilirdim. Bütün din adamları, madenlerini o kalıpta dondurup Tahir Hoca şeklinde meydana çıkın…
Madde bakımından mümkün olmayan bu döküm işi, unutmayalım ki, ruh yönünden kabildir; ve ruhların birbiri içinde erimesi, Allah’ın imkân âlemine bahşettiği bir keyfiyettir. O halde ruhlar, mâdenlerini yine Tahir Hoca’nın kalıbında dondurup şekillensin… Husûsiyle din telkinine memur insanlar…
Tahir Büyükkörükçü, din adamında, ilmin ruha dönüşünü ve ruhun, bir taraftan en iyi ahlâka yuva oluşunu, bir taraftan da her mukavemeti eritici bir “nâr-ı beyzâ” potası haline gelişini, topuğundan saçına kadar heykelleştirmekte… O, büyük dâvânın mukaddes ölçülerini (pasif) bir nakil plânında geveleyen köhne bir ses ustuvanesi değil, aynı ölçülerin dost ve düşman bütün kutuplarını tanıyan ve cemiyetteki her tatbik şeklini bilen yepyeni bir nida hançeresi…
Burdur gibi bir köşeye itilmiş, tıkılmış olan bu nida, kendisini 24 cami ile oradaki tugaya ve hapishaneye bağlayan, böylece bütün Burdur’u fıkır fıkır kaynatan nakil şebekesiyle, gönül isterdi ki, bütün Türkiye’yi filesi içine alsın…
Burdur, bütün vatanın hasret çektiği din adamı örneğini koynunda barındırdığından, bütün vatan da, bunca ölü, sakat veya sapık misaller içinde nümunelik şahsiyetin Burdur’da bulunduğundan haberli midir?”.
3 ) 8.III.1968, Yeni İstanbul Gazetesi
“ Çerçeve:
Konya Müftüsü
Konya Müftüsünden ne isterler? Onu belli başlı bir şahıs olarak mı ele alırlar, bir makam veya bir sembol diye mi? Hakkında menfî sıfatların hepsini tükettiğimiz ve yenisini bulmakta âciz kaldığımız ihtiyar Paşa, asıl alâkalı isimleri anmaktan çekindiği için, “Konya Müftüsü”nü bir kere ağzına alır ve ondan sonra bu tabir sloganlaşır. Konya Müftüsü aşağı, Konya Müftüsü yukarı!.. Hattâ mâhut gazetenin yazarı, Konya Müftüsü’nü üçayaklı sehpanın bir ayağı olarak göstermeye kadar gider; başka bir gazete de “günün ansiklopedisi” şeklinde, bu yedi başlı, kırk kollu ve yetmiş ayaklı canavarın kafa kâğıdını neşretmeye kalkar.
Konya Müftüsü, Tahir Büyükkörükçü isimli, ruhta ve maddede genç ve dinç, derin ve gerçek bir müslümandır; ve din adamları içinde vecd, ihlâs, irfan ve idrak bakımından sayısı birkaçı geçmeyen müstesnâ örneklerden biridir.
Bu dâvânın (fors motris) dedikleri muharrik kuvvetlerin dile almaktan korkup da Tahir Büyükkörükçü’yü makam ismiyle hedef tutmak, din adamları tarafından kanunsuz bir hareket köpürtüldüğü yolunda bazı mercileri ve zümreleri kışkırtmak içindir ve her zaman olduğu gibi tâbiyelerin en denîsidir. Yalnız makam ismiyle anılan Tahir Büyükkörükçü, asıl bu ismin arkasındaki temsilci mânâ ile ele alınıyor, böylece şeriatin harekete geçtiği ve her şeyi silip süpürmek üzere olduğu tarzında bir hava yayılmak isteniliyor.
Ve işin en hazin tarafı, cevap vermeye tenezzül etmeyecek olan bu makamın asîl sükûtu, kendilerince zaaf telâkkî edildiği için hücum istikameti kolayca o tarafa çevriliyor ve hakikatte mimledikleri hedef, üzerlerine yalın kılıç gelmesin diye bir ân görmemezliğe getiriliyor.
Sevgili Tahir Büyükkörükçü!
İslâm dâvasının, bokstaki antrenman yastığı gibi, tokatlanacak insanı olarak seni seçenlere teşekkür ve bu halinden Allah’a hamdet!.
Necip Fazıl Kısakürek”
Sultanu’-şuara Necif Fâzıl Kısakürek’in, aziz hocamız H. Tahir Büyükkörükçü hakkında yaklaşık yarım asır önceki teşhis, tesbit ve takdirleri böyle. Bize ne söylemek düşer?..
Şimdi ikisi de cennette, Cemâlullah’ı seyirle meşguller.
Rahmet olsun…
Derken, yıllarca evvel kendisine tahsis ettiğim bilgi zarfım aklıma geldi. Hayli kabarmış durumda olan bu zarfımdaki belge ve bilgileri muhtevi evrakı acele ile gözden geçirirken, üç tane güzel belge beni biraz da olsa tesellî etti. Bunlar, vaktiyle milliyetçiliğin ve mukaddesatçılığın kalesi durumunda olan “Yeni İstanbul” Gazetesi’nde, merhum Sultânu’ş-şuara Necip Fâzıl Kısakürek’in, Burdur’da iken tanıma mutluluğuna eriştiği aziz Hoca efendimiz hakkında kaleme aldığı üç ayrı yazı idi. O kadar güzel, o kadar isabetli, o kadar vukufiyetli idiler ki, sanki daha dün yazılmışçasına taze, yerinde ve teşhis, takdir yüklü bulunuyorlar. Yaşamakta olduğum derin hüzün duygularım sebebiyle vefa borcumu, büyük şairimizin kalemine sığınarak yerine getirmeyi uygun gördüm. Çünkü, bu üç yazı, değerli hocamızın ruh haritası, mefkûre anatomisi, şahsiyet tomografisi durumunda idi. Üstelik aradan yaklaşık kırkbeş yıl gibi hayli uzun bir zaman geçmişti. Gençlerin çoğu bu takdirkâr satırlardan belki de nasipdar ve haberdar değil, diye düşünerek, gelecek nesillere bir hatıra olarak bırakmak, tarihe not düşmek gayesiyle bunları nakletmeyi uygun gördüm.
Bu hâlis duygu ve düşüncelerle sizleri, Sultânu’ş-şuarâ ve Şeyhu’l-vâizîn büyüklerimizle baş başa bırakıyorum;
1) 17. I.1965,Yeni İstanbul Gazetesi
“Noktalama:
DİN ADAMI
Bu vatanın kaldırımları fil dişinden ve evleri billûrdan, hayal üstü bir madde ve mânâ kemâline ulaşmış bir başkenti, sitesi (metropolis)i olsaydı da, bu başkentin 1 milyon kişilik büyük mâbedinde, her evin her odasında bir hoparlör içinde sesi uğuldayan bir üstün kelâm ve hakikat vâizi bulunsaydı, onu bile bana hor gösterecek çapta, gerçeklikte ve derinlikte bir din adamına, 25.000 nüfuslu Burdur Kasabası’nda rastladım.
Gelince anlatırım.
KISAKÜREK”
2) 19.III.1965, Yeni İstanbul Gazetesi
“Çerçeve:
Tahir Büyükkörükçü
Şöhretini uzaktan duyduğum, fakat şahsiyle, eserini ve tesirini
Burdur Kasabası’nda gördüğüm Tahir Büyükkörükçü, öteden beri vasıflarını hayalimde yaşattığım üstün din adamının hâlis örneği… Öyle ki, insan, döküm işiyle elde edilebilen bir varlık olsaydı, Tahir Hoca’yı kumda açılmış bir kalıp gibi, model diye gösterebilirdim. Bütün din adamları, madenlerini o kalıpta dondurup Tahir Hoca şeklinde meydana çıkın…
Madde bakımından mümkün olmayan bu döküm işi, unutmayalım ki, ruh yönünden kabildir; ve ruhların birbiri içinde erimesi, Allah’ın imkân âlemine bahşettiği bir keyfiyettir. O halde ruhlar, mâdenlerini yine Tahir Hoca’nın kalıbında dondurup şekillensin… Husûsiyle din telkinine memur insanlar…
Tahir Büyükkörükçü, din adamında, ilmin ruha dönüşünü ve ruhun, bir taraftan en iyi ahlâka yuva oluşunu, bir taraftan da her mukavemeti eritici bir “nâr-ı beyzâ” potası haline gelişini, topuğundan saçına kadar heykelleştirmekte… O, büyük dâvânın mukaddes ölçülerini (pasif) bir nakil plânında geveleyen köhne bir ses ustuvanesi değil, aynı ölçülerin dost ve düşman bütün kutuplarını tanıyan ve cemiyetteki her tatbik şeklini bilen yepyeni bir nida hançeresi…
Burdur gibi bir köşeye itilmiş, tıkılmış olan bu nida, kendisini 24 cami ile oradaki tugaya ve hapishaneye bağlayan, böylece bütün Burdur’u fıkır fıkır kaynatan nakil şebekesiyle, gönül isterdi ki, bütün Türkiye’yi filesi içine alsın…
Burdur, bütün vatanın hasret çektiği din adamı örneğini koynunda barındırdığından, bütün vatan da, bunca ölü, sakat veya sapık misaller içinde nümunelik şahsiyetin Burdur’da bulunduğundan haberli midir?”.
3 ) 8.III.1968, Yeni İstanbul Gazetesi
“ Çerçeve:
Konya Müftüsü
Konya Müftüsünden ne isterler? Onu belli başlı bir şahıs olarak mı ele alırlar, bir makam veya bir sembol diye mi? Hakkında menfî sıfatların hepsini tükettiğimiz ve yenisini bulmakta âciz kaldığımız ihtiyar Paşa, asıl alâkalı isimleri anmaktan çekindiği için, “Konya Müftüsü”nü bir kere ağzına alır ve ondan sonra bu tabir sloganlaşır. Konya Müftüsü aşağı, Konya Müftüsü yukarı!.. Hattâ mâhut gazetenin yazarı, Konya Müftüsü’nü üçayaklı sehpanın bir ayağı olarak göstermeye kadar gider; başka bir gazete de “günün ansiklopedisi” şeklinde, bu yedi başlı, kırk kollu ve yetmiş ayaklı canavarın kafa kâğıdını neşretmeye kalkar.
Konya Müftüsü, Tahir Büyükkörükçü isimli, ruhta ve maddede genç ve dinç, derin ve gerçek bir müslümandır; ve din adamları içinde vecd, ihlâs, irfan ve idrak bakımından sayısı birkaçı geçmeyen müstesnâ örneklerden biridir.
Bu dâvânın (fors motris) dedikleri muharrik kuvvetlerin dile almaktan korkup da Tahir Büyükkörükçü’yü makam ismiyle hedef tutmak, din adamları tarafından kanunsuz bir hareket köpürtüldüğü yolunda bazı mercileri ve zümreleri kışkırtmak içindir ve her zaman olduğu gibi tâbiyelerin en denîsidir. Yalnız makam ismiyle anılan Tahir Büyükkörükçü, asıl bu ismin arkasındaki temsilci mânâ ile ele alınıyor, böylece şeriatin harekete geçtiği ve her şeyi silip süpürmek üzere olduğu tarzında bir hava yayılmak isteniliyor.
Ve işin en hazin tarafı, cevap vermeye tenezzül etmeyecek olan bu makamın asîl sükûtu, kendilerince zaaf telâkkî edildiği için hücum istikameti kolayca o tarafa çevriliyor ve hakikatte mimledikleri hedef, üzerlerine yalın kılıç gelmesin diye bir ân görmemezliğe getiriliyor.
Sevgili Tahir Büyükkörükçü!
İslâm dâvasının, bokstaki antrenman yastığı gibi, tokatlanacak insanı olarak seni seçenlere teşekkür ve bu halinden Allah’a hamdet!.
Necip Fazıl Kısakürek”
Sultanu’-şuara Necif Fâzıl Kısakürek’in, aziz hocamız H. Tahir Büyükkörükçü hakkında yaklaşık yarım asır önceki teşhis, tesbit ve takdirleri böyle. Bize ne söylemek düşer?..
Şimdi ikisi de cennette, Cemâlullah’ı seyirle meşguller.
Rahmet olsun…