Yazılanı yaşadığımızı mı düşünüyorsun? Daha doğrusu, yazılanı 'yazıldığı için' yaşadığımızı?
Yukarıdan aşağıya doğru gelen ilahi bir buyruğun/planın iplerine bağlı olan işlevsiz ve iradesiz kuklalarız, diyorsun yani. Akıl, sorumluluk, görev, pişmanlık gibi olgulara kitabında hiç yer vermiyorsun. Hiç! Hatta bu duruma nuranî bir kılıf da dikmişsin günahkâr ellerinle. "Allah'tan başka bir şey yok ki! Ne benim iradem, ne senin iraden; ne ben, ne de sen... Günahlar işlediysem, yanlışlar ve hatalar yaptıysam, öyle yapmam istendiği için öyle yapmışımdır sadece. Emir kuluyum neticede... O kadar. Benim ne suçum var şimdi?" diyorsun.
Oysa aklım ve gönlüm, tüm bunlara itiraz ediyor benim. Bir dinleyin, acaba sizler ne dersiniz?
İstikametini ve kıblesini, Hakk'a yöneltmediğini; ancak ve ancak aşağıların aşağısına doğru yönelip secde ettiğini haykırmıyor mu, kulluğun tüm sorumluluklarından azade olduğunu söyleyen o kişi, sizce de? Sorumluluktan kaçmayı ve nefsini tamamen özgür bırakmayı aklayıp normal göstermeye çalışan beyhude ve kötücül bir iş olmaz mı, öylesi bir kukla olunduğunu savunuş? Bizler, irademiz ve bilgimiz haricinde bizler için önceden biçilen ve uygun görülen rollere hayat vermekten başka şey yapmıyoruz şu hayatta yani, öyle mi!?
Yazı/yazgı/kader anlayışındaki hastalıklı bir kavrayış değil midir bu?
Nerede kaldı yanlıştan rücu etmek, tövbe etmek, vicdan, pişmanlık ve bunlara dirsek temasındaki tüm o evla ve makbul olgular, diye sorulunca ne cevap veriliyor peki?
Ya... Akıl ve irade ile; pişmanlık ve tövbe ile ilgili ayetler, vicdanının hangi rafına yerleştiriliyor?
Yüce Yaratıcı'nın, önce, şimdi ve sonra gibi doğrusal bir zaman kavramına bağlı olmadığını idrak edip içselleştirebildiğimiz noktada 'önceden yazılmış senaryolar' yaklaşımındaki o 'önce' kavramı zaten kendiliğinden kaybolacaktır, oysa... Her şeyi ve dahi zamanı yaratan ilahi bir güce, kendi lisanımız ve algımız çerçevesinde kurduğumuz bir cümleyi önce yakıştırıp sonra da bu yolla akledip fikretmek, doğrudan en uzağa atılı duran bir doğru parçası bile olamaz ki...
Pekala... "Kendi elimizde olmayan durumlar ne olacak peki?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim bu noktada. Doğduğumuz yeri, ailemizi, cinsiyetimizi falan seçemiyor oluşlarımız... Tüm bu 'zaten verili' olanlarla Dünya'ya gelişimizin neresi irade, akıl ve seçim ile özgürlükler konularıyla aynı potada eritilebilir ki? Soruyorum. Her hangi bir iddia ya da başkaldırıda bulunmuyor, cevap arayarak soruyorum. Gerçi, sözü geçen bu 'zaten verili' olanları, her ruhun ezelde görüp kabul ettiği ve bu kabullenişle bir nevi anlaşma imzalayarak Dünya'ya geldiğini söylüyorlar ama bu bilginin güvenilir bir referansı var mıdır? Bilmiyorum.
Fakat kalben aklederek anlayabildiğim şey: İrademizi ne yönde kullanmayı seçeceğimizin 'zaten' biliniyor olması ve kayıt altında tutulan bu bilgidir zaten Kader, yazı yada yazgı. Yazıldığı için yaşanalar değil de, yaşanacağı için 'yazılı' olan bilgidir. Haksız mıyım?