Melaike Hanım'ın hikayesinden bahsetmemi ister miydiniz?
Ne tamamını burada anlatabileceğim kadar kısa; ne de ismine 'roman' diyebileceğim kadar uzun ve iç içe konulardan oluşan bir öykü bu. Bu yüzden aslında özeti tek cümleyle yapılabilecek olan, tema'sı ve ana fikri belli belirli olan bir hikaye... Ya da durun, şöyle yapalım gelin: onun hikayesinden değil de asıl mevzu bahis etmeye fazlasıyla değer bulduğum, bizlerce tuhaf karşılanabilecek, hayret içinde bırakan, garip bir özelliğinden söz edeyim burada 'yalnızca'. (Önce düşünüp sonra yazmak yerine, yazarken düşündüm; yazılı düşündüm.)
Yalnızca... Bu sözcüğü de özellikle seçtim, parantez dışındaki son cümlede. 'Yalnız' var içinde... Normalde bundan hep kaçınır ve 'sadece'yi kullanırım, onun yerine. Fakat konu Melaike Hanım olduğu zaman, yalnızlık çağrışımlı her kelime, kalemin ucundan kendiliğinden dökülür hep zaten. Damlayan o sevimsiz ve uğursuz mürekkebi de en azından harflerle şekillendirip yazmak istersiniz ki, damlayıp dökülen o karmaşa bari bir şeye benzesin... Yalnızlık, seçilen bir durum değil de içine yaka paça sürüklenilen bir şey olduğunda, kötücül ve zehirli bir terk edilme hissini köpürtüp, muhattabını içinde boğuyor çünkü. Seçilmiş ve asilzade değil, kişiyi içine sürükleyip oracıkta boğan denizlerin melikesi, Melaike Hanım...
Melaike Hanım, yaşını başını almış ve o yılların içinde birçok insan ilişkisi kurup deneyimlemiş olan bir karakter, öncelikle. (Konumuzun düğümlendiği yer, buralarda bir yerlerde) Bu yönüyle alışıldık ve sıradandır, aslında. Nitekim mevzu bahis etmeye o fazlasıyla değer bulduğumu söylediğim özelliği tam olarak bu degildir. Keza üzerinden ve kabasından şöyle bir geçtiğim 'yalnızlık' ve ondan türeyen bir çok durumun hem senaristi, hem yönetmeni, hem de başrolündedir, kişiyi içine sürükleyip oracıkta boğan denizlerin melikesi, Melaike Hanım... Tam olarak bundan bahsedeceğim.
Çok defa tanık olmuşumdur ki, can dostu, yol arkadaşı, sırdaşı denilebilecek olan nicesini, hiç beklenmedik bir şekilde ve zamanda, öyle aniden bırakıp gitmiştir o. Geride kalanda hayret, hüsran ve hayal kırıklığı uyandırmıştır. Hani bir değil, iki değil... Ki öyle radikal ve beklenmedik bir eylem için '1' bile büyük sayıdır aslında... Kaldı ki, mükerrer bir durumdan söz ediyoruz; biteviye tekrarlanmış olan...
Bu arada şu kısmı belirtmesem olmaz: dostlarını beklenmedik ve aniden terk edişleriyle dikkatimi ziyadesiyle celp eden Melaike Hanım'ın, o kişileri bir nevi yalnızlık girdabında boğduğundan bahsetmiştim. Bunu, o kişilerin ondan başka kimsesi olmadığı için söylemiş değilim. Nitekim, birisine alıştığınız, benimsediğiniz, ısındığınız ve sevdiğiniz zaman, kalbinizde sadece o kişiye özel olan bir alan açılır ve bu alan boşaltıldığı zaman, bir terk edilme ve yalnız bırakılma duygusu gelip çöreklenir tam oraya. Başkasının dolduramayacağı bir yerdir orası.
Onun, önceden bir belirti vermeden, ani, şoke edici ve zamansız terk edişleri, bir bakıma, zamanla dolan bir bardaktan taşan son damla mıdır, orasını bilemiyoruz. O kadar yakından konuşamadığım, açıkça soramadığım, zaten istesem de bu tuhaf huyu konusunda beni aydınlatır mı, pek bilemediğim, kendisiyle sadece orta şiddette bir samimiyetimin bulunduğu bir komşumdur, bu kişi. Peki ya, sabır bardağını dolduran damlaların ne kadarı bire bir boyutta; ne kadarı onun kendi nefsinin başkalarını karalamak için durumları bir büyütecin ardından ona gösterdiği ilüzyon yanılsamaları ve oyunlarıdır, bunu da bilemiyoruz. Fakat 40 yıllık dostlarını hatta evladını bile -doğru duydunuz- bırakıp, öylece çekip gider işte, Melaike Hanım. Ardında bıraktığı boşluğu umursamadan ya da bunun umursanmaya layık bir şey olduğunu düşünmeden ya da belki kalbi taşlaştığından, kim bilir, kendince haklı gerekçeleriyle belki, evladının yüreğinde açılacak olan boşluğa ve yaraya bile aldırış etmeden gider, kişiyi içine sürükleyip oracıkta boğan denizlerin melikesi, Melaike Hanım...