Osmanlı’da para vakıflarını işletme usulü

Sadık Küçükhemek

Osmanlı’da para vakıfları, ümmete büyük hizmetler sunmuştur. Yani finansman kaynağı olmuş, refahın tabana yayılmasına sebep olmuş, eğitimden, sağlıktan tutun alt yapıya kadar büyük hizmetler sunmuştur. Kısacası sosyal ve hukuk devletinin yaptığı bütün hizmetleri yerine getirmeye çalışmış, devletin bütçesi zayıfladığında onun yapabileceği bazı hizmetleri yerine getirmiştir. 

XVI. Yüzyıl uleması arasında para vakıfları üzerinde münakaşalar yapıldığını görüyoruz. Şeyhülislam Ebussuud, İbn Kemal para vakıflarını caiz görmüşler. Şeyhülislam Çivizade ve Birgivi ise caiz görmemişlerdir. 

Her iki tarafın görüşlerini Emrullah Dumlu’nun, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Uleması Arasında Para Vakıfları Etrafında Cereyan Eden Tartışmalar (Ebussuud, İbn Kemel- Çivizade, Birgivi).” Doç. Dr. Mehmet Şişek, “Osmanlı Cemiyetinde Para Vakıfları Üzerinde Münakaşalar” isimli makalelerinde ayrıntılı bir şekilde yazmışlardır. 

Para vakıfları, İmam Züfer’in kavline binaen sıhhat ve lüzumuna hüküm verildiği görülmektedir. 

Biz bu yazımızda bu münakaşalar üzerinde durmayacağız. Bilgi edinmek isteyen kimseler söz konusu makaleleri okuyabilirler. 

Biz 13. 11. 2019 tarihli Osmanlı’da faiz isimli yazımızda Taha Akyol’un, “Bir faiz hikâyesi isimli yazısından ve Prof. Dr. Abdulkadir Buluş’un, “Vakıf Müessesesi ve Sivil Toplum” isimli sunumundan bir pasaj sunmuştuk. Taha Akyol’un bu yazısından, Emrullah Dumlu’nun bu makalesinden ve yukarıda ismini verdiğim akademisyenin sunumundan ve diğer akademisyenin bu makalesinden anlaşılıyor ki, muamele-i şeriyeyi ve rıbh riba olarak telakki edilmiştir. 

Taha Akyol’un bu konudaki yazıları gerçekten denidir yani seviyesizdir ve ele alınacak bir tarafı yok. Kapitalist düzeni savunma adına Osmanlı’daki para vakıflarındaki muameleyi faiz olarak kabul etmiş ve bu konuda koskoca şeyhülislam Ebussuud’u istismar etmiştir. 

Hiçbir İslam âlimi faizin meşruluğu hakkında fetva vermemiş ve veremez de. Çünkü faiz alıp verenlere karşı Kur’an’ın ifadesiyle Allah ve Resulü harp açmıştır. (Bakara, 279) Allah ve Resulü ile harbe tutuşan bir kimse veya bir kavim iflah olur mu? 

Yukarıda ismi geçen akademisyenlere de ahiretlerini düşünerek âcizane diyorum ki, “din, samimiyet demektir.” Bu sebeple bu konudaki makalelerinizi tekrar gözden geçirmenizi tavsiye ederim; çünkü muamele-i şeriye ve rıbh riba değildir. Ebu Yusuf’a göre, enflasyon farkı riba (faiz) değildir. Bu konuda verilen fetvalar riba olarak okuyucuya sunmak büyük bir vebaldir. 

Eski Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen’in bu konudaki mütalaasını sizlere gönderiyorum değerlendireceğinize yürekten inanıyorum. Ümmetin finans kaynağı olan para vakıflarının muamele-i şeriyesini faiz olarak bir muamele veya hile-i şeriye şeklinde göstermek yutulur bir yanı yoktur. 

İlim ve irfan sahibi bu merhumun bu konudaki mütalaası şöyledir:

“Vakıf paralar iki kısımdır: Bir kısmı muhtaç olanlara bila ribh, yani: Bir nema, bir faiz alınmaksızın ödünç verilmesi meşrut (şartlı) olan vakıf paralardır. Mütevelli, bu kısım vakıf paraları istirbah edemez. Yani: Bunun için bir muamele-i şer’iyye suretiyle faiz alamaz. Çünkü vakfın şartlarına uymak vaciptir.

İkinci kısmı, bir ciheti (yönü) hayra sarf edilecek bir rıbh mukabilinde taliplerine bir rıza ile ikraz (borç vermek) edilmesi şartlı olan vakıf paralarıdır. Mütevelli, bunları da rıbh ilzam edilmek (borçlandırmak) suretiyle ikraz eder. Yani borç verir. Başka türlü edemez. 

Muamele-i şeriyesiz alınan bir rıbh, mutlaka haramdır. Fakat muamele-i şeriyye suretinde İmam Ebu Yusuf’a göre riba, mürtefi (yükselen), rıbh caiz olur.

Şöyle ki: Mesela mütevelli, borç alacak kimsenin bir malını vakıf namına peşin para ile yüz liraya satın alır, sonra bu malı parasını bir sene sonra almak üzere o kimseye vakıf namına yüz on liraya satarsa bu bir muamele-i meşruadan (meşru muamelelerden) ibaret olmuş olur.

Bu rıbh ilzamı muamelesi, yani borçlandırma muamelesi şöyle de yapılabilir: Mesela mütevelli, vakfın malından bir kimseye bir sene müddetle yüz lira ikraz ve teslim der, sonra bir malı da vakıf namına bir sene müddetle o kimseye müeccelen (mühletle) on liraya satıp teslim eder. O kimse de bu malı kabz ve tesellüm ettikten sonra yani teslim aldıktan sonra bir şahsa hibe ve teslim eder, o şahıs da bu malı vakıf için mütevelliye hibe ve teslim eder. Bu suretle o kimse de vakfın yüz lira asıl malı vakıftan on lira da satılan mal bedelinden bir ribh-i mülzem olarak alacağı sabit olur. Ribh-i mülzem, hukukî bir muamele ile borç haline getirilen rıbh (kazanç, kâr) demektir. . Rıbh, riba anlamına gelmez.

Bu bir mahlas-ı şeri’idir, yani halis-i şer’idir, bununla haramdan ihtiraz edilmiş olur. Yani sakınılmış olur. Yetimin veya vakfın malını veli veya mütevelli, bir kimseye rıbıhsız (karsız, kazançsız, nemasız) ikraz edemez, faiz alması ise haramdır. O halde meşru bir alış- veriş vasıtasıyla bunların menfaatleri temin edilmiş, riba suretiyle bir muamele yapılmamış olur. Bu dini hikmet karinde (meselenin anlaşılmasına, çözülmesine yarayan hal) gösterilen bir vüsat, (genişlik), bir suhulet (kolaylık), bir müsaade demektir.

Resul-i Ekrem (s.a.v.) efendimizden bunun bir misli mervidir, yani bununla emir buyurmuş oldukları rivayet edilmiştir.

Bu muameleyi gayri meşru bir hile telakki etmek doğru değildir. Ümmet-i merhume, bir muamelenin meşru olup olmadığını ancak Resul-i Ekrem hazretlerinden bizzat veya bil vasıta telakki etmekle bilebilir. Bir muamelenin meşruiyeti tarafı risaletten verildiği takdirde artık onun gayrimeşruiyetine kim kail olabilir? (1) 

Not: Gelecek yazımızda Tanzimat’tan Sonra Vakıf Sistemini ele alacağız. Hoşça kalın. 

Kaynaklar:

1.Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiyye ve Istılahatı fıkhiyye Kamusu, Nukudı mevkufenin Tenmiyesi C,5, s.47.48.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.