Örnek bir davranış

Ayşe Aslı Duruk

Özel yaşamlarında nasıl olduklarını bilemem ama toplumsal hayatları içinde, kimseyle arayı bozmayan ve herkes tarafından kendisinden hoşnut kalınan kişiler vardır. Bu konuda, onlardan öğrenilmesi gereken çok şey var.

Önceleri, bu, herkesle geçinebilme ve asgari müşterekte buluşabilme işine, samimiyetsiz bir politika, hatta, mide bulandırıcı bir iki yüzlülük derdim. Zamanla ne çok şey değişiyor… Çünkü bu durumu artık sadece ‘olgunluk’ ve ‘akıllılık’ gibi sözcüklerle ifade edebilir hale geldim.

Şimdi bir canlandırma yapmaya çalışalım. İçi, çocuklar ve velileri tarafından işgal edilmiş, kalabalık bir oyun parkı düşünün, bir akşamüzeri vaktinde. Cıvıl cıvıl bir park… Hemen hemen her çocuğun elinde, ‘kendisine ait’ bir oyuncağın, ne bileyim, bir bisikletin ya da kaykayın bulunduğunu düşünün. Kırmızı, mavi ve sarı renkler hakim olmuş sahneye, bu plastik kervan yüzünden. Her annenin gözü, uzaktan ama pür dikkat bir halde, çocuğunu izliyor. Çocukların kimi düşüyor, kimi şaşıyor. “Aman dayak yemesin, bu harala gürele içinde karambole gitmesin!”

Çocuklar… Elbette insanın en masum ve günahsız halleridir onlar ama bir o kadar da, henüz eğitilmemiş, akıllanmamış, yontulmamış ve en ilkel vakti zamanıdır, insan evladının. E akıl, henüz, ilkel içgüdüleri yenecek kadar kemale ermez ki, en azından ergenlik çağına gelene dek! Dolayısıyla ortada, başkasının elinde duran oyuncağı, ya da, altında duran bisikleti çekip kapma modası ve çabası mevcut, göze batacak kadar keskin ve yoğun bir şekilde. Çocuklar gerçekleştirdikleri bu eylemi de, hiçbir şekilde, kusurlu ya da garip görmüyorlar. Hele ayıp da neymiş, başına bir ‘k’ koyup kaybediveririz, ne olacak? Çocuğun canı o an o arabayı, topu, ya da, bebeği almak istemişse, bunun o sırada bir başkasının elinde duruyor olmasının tek anlamı, onun oradan birazdan alınıp ele geçirilmesi gerektiğidir, o kadar. İster seve seve, ister zorla! “Ama o bizim değil; ONUN oyuncağı” iyeliği ve ahlakı aşılanmaya çalışılıyor çocuklara o esnada, bir fısıltı halinde kulaklardan içeriye doğru zerk edilerek. Elbette başarısız bir çabalamadan öteye geçmeyen bir anne girişiminden ibaret, bu da. Bilmem anlatabildim mi ama, ortada hem gizliden hem de açıktan bir savaş var, başkasının bisikletini ya da oyuncağını kapma konusunda. Ne de olsa başkasınınki hep daha çekici; tavuğu da kaz. Tabi çocukların birbirlerini iteleyip kakalamaları, vurup ve saç çekip kaçışmaları, ağlatıp ağlatıp koşturmaları, annelerin içini fena halde kaynatıp, yüreklerini dağlamakta, o sırada. Banklarda yanında oturan kadınla yenice arkadaş olan annenin çocuğu, tam da o kadının çocuğu tarafından temiz bir sopa yemişse, “şimdi ne yapmalı?” şaşkınlığı ve “ben de o çocuğu iyi bir benzetsem mi yoksa olgunluğumu takınıp, ‘nihayetinde o da bir çocuk’ telkiniyle mi teskin etsem kendimi?” çelişkisi… Nefsin ve aklın, nefes kesen mücadelesi… Hanımlıklarını bozanlar, ağızlarını bozanlar… “Benim çocuğuma parmak sallayamazsın!” çıkışları, “babası da birazdan gelir zaten” sopaları, aba altından gösterilen. İşte böyle bir mahşer meydanı, cümbüş dolu bir kaos ve can pazarı var, parkın içinde.

Bir de, kendisine hayran kaldığım bir kadın var. Çocuğunun, elindeki bebeği başka bir çocuk tarafından teklifsizce çekilip alınmasına ve üstüne bir de iteklenip düşürülmesine karşın, sinirini ve duruşunu hiç ama hiç bozmayıp, kendisini gönülden alkışladığım birisi var. Zaten yazının çıkış noktası da sadece o kişidir, bu konuda emsal gösterilip örnek alınacak kişi de odur. Elbette kendi çocuğuna da, mazoşistçe, sırf, ‘kendisinin’ diye eziyet vermemişti, kadın. Yalnızca, küçük kızının dikkatini, başka yöne doğru kanalize ederek, durumu kotarmıştı. Diğer çocuğa karşı en ufak bir kızgınlık ya da intikam dolu bir iması dahi olmamıştı. O sırada tüm meraklı gözlerin, ‘çocuğu haksızca dayak yiyen anne acaba şimdi ne yapacak’ diye üzerinde olduğu kadın, belli ki kemalat basamaklarının üst sıralarında bir yerlerdeydi ve sonuçta herkes ondan hoşnut ve razı kalmıştı. En başta da dediğim gibi, bu, nefsini törpülemiş ve eğitmiş olanlardan öğrenilmesi gereken çok şey vardı işte. Keramet, ilkel ve vahşi olan nefse söz geçirip onu kontrol altına alabilmekteydi, sonuçta.

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.