Okumak

Okumak

Şu koskoca kütüphanenin içinde, tek başıma, kitap kokusuyla yarı baygın ve sarhoş; havada uçuşup süzülen cümlelerin gözle görülmez ama muhkem ve kuvvetli ağırlıklarının kudreti altında ezilmiş bir halde, oracıkta buluverdiğim alelade bir plastik iskemlenin üzerinde eğreti bir şekilde otururken ben, uzayın derinliklerinden sanırım, öyle nereli ve ne idiği belirsiz olan bir cümle, kulaklarımın içinden üflenip beynimde yankı buluyor o esnada. Sarsılıyorum.

Tabii bir teklif ya da çağrı beklemeye tenezzül dahi etmemiş olan ve tam da bu haliyle, taşıyıcısı olduğum varlığımın ve emanetçisi olduğum ederimin ve değerimin katbekat üzerindeki başka bir katmandan ve boyuttan geldiğini anlayabildiğim bu ses, daha doğrusu, onun söylediği söz, daha önce hiç tanımadığım, duymadığım ve bilmediğim birşey de değil üstelik... Bir anda tecessüm eden ama 'zaten' kelimesindeki olagelmişlikle, süregelmişlikle ve halihazirlikla, zaten hep orada bulunan bir şey gibi tıpkı... "Bir tanıdıkla ilk kez tanışmak" derken ki gibi absürt, hatalı ve mantık dışı, hatta! Yani hem enikonu ilk kez olan bir şey; hem de 'zaten' hep orada olduğu basbayağı bilinen bir şey gibi. Anlatabildim, değil mi?

Ne mi diyor o ses, peki? O koca kütüphanenin ve içindeki binlerce kitabın, notalarca sayfa kokusunun baş döndüren kıvrak dansının eşliğinde? Yormadan söyleyeyim gelin: "İnsana insan lazım asıl." diyor. Zaten bildiğim bir gerçeği, tokat gibi yüzüme çarparak bunu diyor, evet. Üzerine eğreti bir şekilde ilişivermiş olduğum iskemleden yere düşmez miyim peki ben de o an? Hoş, gayet alçaktan bir düşüştü. Konumuza dönelim ve fakat.

"İnsana insan lazım asıl."

Yani... Kitaplar lazım değil, mi demeye getiriyor? "Asıl" derken asıl? "Aslı, bu değil. Okumaklar, kitaphaneler, kütüphaneler, sayfalar ve kitaplar... Elzem olan bunlar değil!" Bunu mu söylüyor o söz? Kim bilir, o sırada kütüphanenin içinde bulunan varlığımın hangi gerçekliğiyle kıyaslanıp, neye isnat edilmiş olan bir sözdü bu, acaba?

Belki de... 'Okumak' faaliyeti fazlaca daraltılıp küçültülmüş ve bir kitabın iki kapağının arasındaki sayfalara sıkıştırılmıştı. 'Uzaydan' gelen o ses, başka değil; bu anlamıyla söze dökülmüştü. Kesin öyleydi!

'Hayatı okumak' tabiri, 'kitap/dergi/gazete okumak' tabirinden daha fazla yerleştirilmeliydi genç dimağlara, belki de. Çocukluktan bu yana bir 'kitap okumaktır' çünkü, okumak. Bundan ibarettir. "Şu an ne okuyorsun?" sorusunun cevabı, illa ki bir matbaadan geçmiş olan bir matbunun ismi ile verilmeliydi. Oysa kişi o günlerde geceyi, gündüzü, incir çekirdeğini dolduracak ya da doldurmayacak kıymette ve nispette olan bir konuyu -derinlemesine, enlemesine ya da yüksekçe- gündemi, durumu da 'okuyor' olabilirdi pekala. Okumak için ihtiyaç duyulan tek enstrüman, harfler olmamalı; o koskoca eylemi, öyle daracık bir arenaya hapsetmemeliydik. Kaldı ki... "....insan lazım asıl." diyordu. "İnsana..." İnsana yine kendi cinsi bir ayna tutabilecek, hatta bizzat olabilecekken. Değişkenler sayı değil de bir insan olduğunda '1+1' den muazzam ve akıl almaz sonuçlara ulaşılabilecekken. Kutsal sinerji!

O halde insan tek başınayken kendi kendisini okuma konusunda ne kadar mesafe kat edebilirdi bilinmez ama -başka bir yazının konusu olabilir- bir başkasının, bir başka'nın zeminine yansıdığında gerek kendini gerek hayatı görüp seyredebilir, ancak. "İnsan küçük alem; alem ise büyük insan." (Hz. Ali) iken hele.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Yazarlar Haberleri