Bugünkü yazımıza da, ‘Selam duâsı’yla başlamak isteriz, efendim.
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Geçen hafta kaldığımız yerden beyitlerimize başlayalım;
“Buna benzer yüzbinlerce (birbirine) benzerleri seyret. Aralarındaki yetmiş yıllık (yol farkını) gör.”
Birbirlerine benzeyen şeyler, aynı değildirler. İkiz olarak yaratılanlar arasında bile farklılıklar vardır. Cenâbı Hak hiçbir şekilde tamı tamına birbirinin aynı şey yaratmamıştır. İnsanların parmak izleri de aynı değildir. İnsan insana, hayvan hayvana benzer, evet ama her cins arasında çeşitli benzeşmeyen yönleri vardır. Bir önceki yazıda belirtildiği üzere, arılar aynı çiçekten beslenirler biri insanı zehirler diğeri bal verir. Aynı ottan beslenen ceylan biri misk verir diğeri gübre, yine kamış misâlindeki gibi aynı ortamdan sulandıkları halde birinin içi şeker doluyken diğeri boş olabiliyor. İşte aynı bu örneklerdeki kimi insanlık âlemi içinden kâfir çıkabiliyorken, Müslüman da çıkabiliyor, hâ keza münâfık ta çıkıyor. Ama asıl yüze değil öze bakmalıyız. Nitekim Peygamber aleyhissalâtu vesselam; ‘Allah sizin dış görünüşlerinize, mallarınıza değil O kalplerinize ve işlerinize bakar.’ (Müslim, Birr, 33) Buyuruyor. Yâni insanlar şeklen birbirine benzeseler bile mânâ ve hakikatleri açısından ayrıcalıkları mevcuttur.
“Kimisi yer (yediği) pislik olur, ondan ayrılır. Kimisi de yer (yediklerinin) hepsi ilâhî nur olur.”
Gıda, yendiğinde açlığı giderir, kişinin karnını doyurur. İlâhî terbiye almış bir kişinin yedikleri kâinâtın hakiki sâhibine muhabbete vesile olur, bedeni de kuvvet kazanır. Ama bunun tam tersi Hakk’ı bilmeyenlerde yenilen gıdalar onun nefsini tatmin eder hatta kişi onun peşinden sürüklenir ve o yenen gıdalar pislik olarak atılır. Ancak aklı-fikri-zikri Hak yolda olanlarda o gıdalar, kişinin Rabb’ine olan sevgi ve muhabbetini artırır, rûhunu nurlandırır hatta o kişinin adâletini, ilim ve irfânını artırır. Böylece o kişi hayırlı işlere vesile olur.
“Kötünün yediğinden cimrilik ve haset, dürüst ve ârif olanın yediğinden nur ve Hudâ aşkı olur.”
Kötüler yemek yedikçe bedenleri kuvvet kazanarak cimrilik, haset gibi kötü huylara meylederler. Ama ârif olanlarda ise hayırlı işler yapmaya, güzel ahlâka yönelmeye, Hakk’a yaklaşmaya sebep olur. Akla ve kalbe zarar veren bağlardan uzaklaşırlar. Böyleleri zâten kifâyet kadar yerler, yemelerini azaltırlar, oruçlarını çoğaltırlar. Yiyeceklerini, azaltarak riyâzat yapanların ruhları mânevî gıdalar alarak beslenirler ve neticede ilâhî olarak doyarlar.
“Bu (yâni mü’min) temiz ve ziraate elverişli bir arâzidir. Diğeri (kâfir) ise, çorak ve kötü bir yerdir. Yine mü’min melek gibi mâsumdur, kâfir ise, yırtıcı şeytan ve canavar misâlidir.”
Temiz olan yerlerde temiz ve verimli meyveler elde edilir. Ama o topraklar çoraksa, oradan mümbit ürünler alamazsınız. İnsan kendini güzel amellerle süslerse melek gibi olur tersinde canavar kesilir. Cenâbı yüce kitâbında buyuruyor ki:
“Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O'dur. Sonunda onlar (o rüzgârlar), ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevk ederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız. Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.” (Araf, 57-58)
Müfessir, Hüseyin Vâ’ız, ‘Mevâhib-i aliyye’ isimli tefsirinde buyuruyor ki; ‘Cenâbı Hak, şu misalde müminin kalbini temiz bir yere, kâfirin kalbini de kirli bir yere benzetmiştir. Allah kelâmının bulutlardan yağan va’z nasihat yağmuru, müminin kalbine isâbet eyleyince orada husûle gelen taat ve ibâdet nurları, diğer uzuvlarına da yayılır. Kâfirin kalbine isâbetinde ise, orası nurlanmaya kâbiliyetli olmadığından, içinde olsun, dışında olsun işe yarayacak bir salah husûle gelmez.’ (Mesnevi, Tâhir-ul Mevlevî, 1971, İst, s.271)
“İki taraf sûretinin birbirine benzemesi câizdir. Acı suyun da, tatlı suyun da duruluğu vardır.”
Su, acı da, tatlı da olsa su, sudur. Bardağın içinde acı su mı, tatlı su mı anlaşılmaz. İşte insanlar da öyledir. Sureta insandır ama özleri, tabiatları farklıdır. Beyitteki su gibi kimi acı tabiatlı kimi de, tatlı tabiatlıdır. Yani o insanın her insan gibi, yüzü vardır, gözleri vardır. Ancak bâzıları mümine bâzıları kâfire benzer. Halbuki tatlı ve acı suyun ikisi de berrak su görünümündedir. Mümin de, kâfir de insan olarak aynıdır ama özleri ve özellikleri farklıdır.
“Bilmiş ol ki, tatlı suyu acı sudan ayırt edecek olan zevk sâhibidir.”
Suyun tatlı, tuzlu ya da acı olduğunu ancak tat alma duygusu olan insanlar anlayabilir. İşte insanların da mümin ya da kâfir olduğunu hakikat bilgisine sâhip olan ârifler anlayabilir. Pek tabii dış olarak insan görüntüsüne aldananlar, buradaki gerçeği anlayamazlar. Ancak gönül boyutu açık olanlar, bunu idrak ederler. Böylesi bir idrak herkeste bulunmaz.
Evet, sevgili okurlar bugün de yazımızın sonuna geldik. Yüce ve Aziz olan Rabbimiz eğer ömür verirse haftaya inşallah devam ederiz. Hayırlı Cumâlar.