Nasıl Bir İlah İnancı

Nevzat Laleli
Ayet ve hadisler ışığında…(2)

Kelime-i tevhit, zamanımız Müslümanları tarafından yeterince bilinemediğinden, toplumda inancı farklı birçok insan karşımıza çıkarmaktadır. Hâlbuki Asr-ı Saadet dediğimiz Peygamberimizin yaşadığı asırda, dinin vazıı sadece peygamberdi ve insanlar eksikliklerini onun söz, hareket ve davranışlarından çıkartıyorlar, hayatlarını ona göre tanzim ediyorlardı.
Kelim-i tevhit yani “La ilahe ilallah, Muhammedür Rasulullah” kelimesi bir bütündür. Bu kelimeyi ikiye bölmek, bir yarısını kabul edip diğer yarısını kabul etmemek mümkün değildir.
Süleyman Çelebinin “mevlit” isimli eserinde yazdığı; “zatıma mir’at ettim zatını/ bile yazdım adım ile adını” ifadesi de her iki ifadenin de tek bir bütün olarak ele alınması halinde ancak imanın tamamlanabileceği vurgulanmaktadır.
Bir takım insanlar, sanki kelime-i tevhitte “Muhammedür Rasulallah” yokmuş gibi Peygamberi, onun sünnetlerini ve hadis-i Şerifleri hafife alarak; “Bize Kur’a yeter. Biz Kur’ana bakarak oradan hüküm çıkartabiliriz” demeleri de yine bir büyük yanlışın içinde olduklarını göstermektedir.
Allah, peygamberine vahyetmiş, onu Cebrail (a.s) ile desteklemiş, ona mucizeler vermiş ve ona ayetlerini göstermiştir. Peygamberimiz bir hadis-i Şeriflerinde; “Siz, benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyurmakta ve bütün Müslümanlardan fazla şeyler bildiğini ifade etmektedir.
NASIL BİR İLAHA İMAN
“La ilahe illallah…” kelimesinde “Allah’tan başka ilah yoktur” derken bu kelime içinde karşımıza çıkan bir ilah kelimesi çıkmaktadır. Bu ilah kelimesi ne mana ihtiva ediyor ki, biz “Allah’tan başka bu sıfatları taşıyan kimseyi kabul etmiyoruz” diyoruz? Allah’tan başka kimseye vermediğimiz bu sıfat veya sıfatlar nelerdir?
Bu kelimeyi dil ile söyleyen ve kalbiyle de tasdik eden bir kimsenin Müslüman olduğu bilindiğine göre bu insan, Allah dışında neleri reddetmektedir?
Şunu hemen ifade etmeliyim ki hemen çoğumuz bu manalarını bilmediğimizden “Allah’tan başka ilah yoktur” diyoruz ama hayatımızın her safhasında Allah’tan başka bir takım ilahların istekleri doğrultusunda hareket edip duruyoruz.(!)
Bazen insan, kendi nefsini ilah yerine oturmakta ve nefsi o insana hükmetmektedir. Bazen para, bazen kadın (erkek) ve bazen de makam ve şöhret, ilahlık makamına geçmektedir. Ve en çok da bir takım güç sahibi insanlar (Firavun, Ebu cehil, Deccal), halklarına ilahlık taslamakta ve uygulamaları ile sanki “sizin, ilahınız benim” demektedirler.
“İlah” kelimesi Arapçada şu dört ayrı manayı bünyesinde taşımakta, bir Müslüman, “kelime-i tevhitte” ilah kelimesini söylerken, bu dört manayı da kabul etmekte ve bu dört mananın Allah’tan başka kimselerde olamayacağını beyan etmektedir.
İlah kelimesinin birinci manası; “kendisine kulluk edilecek, tek varlık…” denmektir. Bu manayı her beş vakit namazlarımızda en az kırk kere okuduğumuz “Fatiha-ı Şerifte” “İyyake nağbudu…(Yalnız sana kulluk ederiz)” kelimesinde bulmaktayız.
Bizler, kelime-i tevhitte Allah’tan başka ilah yoktur derken, Allah’tan başka kendisine kulluk edilecek bir varlığın olmadığını ilan etmekteyiz.
Kul, efendisinin kendisinden istedikleri her şeyi yapan insandır.
İLAH KELİMESİNİN MANALARI
İlah kelimesinin ikinci manası; “kendisinden yardım istenebilecek tek varlık…” demektir. İlah kelimesinin bu manasını da yine fatiha-ı Şerifteki “…ve iyyake nesteiyn (Yalnız senden, yardım isteriz)” kelimesinde görmekteyiz.
Bir Müslüman, karşılaştığı bir olayda başkalarına güç vehmederek, onlardan yardım istemesi, kelime-i tevhitteki ilah kelimesini anlamadığının bir işaretidir.
Elbette bir işte bazı insanlar size yardım edebilirler. Ancak bu olay, Allah’ın size bu insanları yardımcı kılmış olduğunun bir işareti olarak görülmelidir. Bu insan kendine yardım edenlere teşekkür ederken, esas “şükrün (hamd’ın)” Allah’a yapılması gerektiğini bilmelidir.
İlah kelimesinin üçüncü manası; “rızası aranacak tek varlık” demektir.
Bir insan bir iş yaparken bazılarının gözlerine girmek isteyebilir ve yaptığı işe riyayı (ikiyüzlülüğü) karıştırabilir. Hâlbuki Müslüman, yaptığı her işte arayacağı tek rızanın, Allah’ın rızası olmasını araması gerektiği “kelime-i tevhit” içerisinde geçmektedir.
Bu mana ile yapılan bir işin çıkar gayesi güdülerek değil, sadece Allah’ın rızası istenerek yapılması demektir. İnancın bu şekli, (işe çıkar karışmadığından) işi yapana ve yapılana en büyük fayda sağlaması olacaktır.
İlah kelimesinin bu manası da karşımıza, “ente maksudi ve rızake matlubi (maksadım sensin ve kabul edeceğim rıza senin rızandır)” ifadesinde geçmektedir.
İlah kelimesin dördüncü manası, “Hüküm koyucu, yalnız sensin. Senden başka hüküm koyucu yoktur” demektir.
Asr-ı saadette Peygamberimizin karşısına çıkarak onu yalanlayanlara, Müslümanlara eziyet yapanlara ve onlarla savaşanlara münkir (inkâr eden) denmiyor, müşrik (Allah’a şirk koşan) deniliyordu. Bu tarif de gösteriyor ki Müşrikler, Allah’a inanıyorlardı. Ancak taptıkları putların kendilerini Allah’a ulaştıracaklarını zannediyorlardı.
Onların ilah kelimesinde ki ilk üç manaya bir itirazları yoktu. Tek itirazları, “Kureyş’in kanunlarını biz yaparız ve Kureyş’in mutluluğunu ancak biz sağlarız” demeleri idi. Hâlbuki bunlar, tek hüküm koyucu olarak Allah’ı kabul etmeleri halinde bunun onların iktidarlarının sonu olacağını bilmelerinden kaynaklanıyordu.
Ama kelime-i tevhidin içindeki ilah kelimesinin manaları böyle idi ve Allah, kendi mülkünde (yeryüzü ve bütün kâinatta) hiçbir ortağa yer vermiyordu.
Mekke müşrikleri, baktılar ki İslam inancıyla kendi hükümranlıkları sona erecek… İşte bunu kabul edemediler ve Müslümanlarla savaşmaya başladılar.
Ama mutlak ölçüler hükmünü tamamladı, hele Mekke’nin fethinden sonra artık müşriklerin elleri kolları tutmaz oldu. Çaresiz, Allah’ın hükümlerini kabule mecbur kaldılar.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.