"Keyfimize bakalım." dedi, 50li yaşlarına yaklaşmış olan adam. Hatırlıyorum, ılık bir mayıs akşamıydı. Sigarasının dumanıyla halkalar oluşturuyordu havada. Muzip ama hırslı bir şekilde kıstığı gözlerine, dudak kenarlarındaki yarı mahzun ve yarı alaycı gülümseme eşlik ediyordu. "Yiyelim, içelim, gezelim... Üç günlük dünya!"
"Yaşadığımızdan daha azını yaşayacağız." diye, hemen hemen her cümlesinin sonuna acelesini ve iştahını da ekliyordu. Zira 'hayat' kavramı, yeryüzüne sığmış ve sıkışmış olan; öyle basit, küçük ve dar bir kavramdı ona göre. Bildim.
Bir kaç kez araya girmeye çalıştım, çalışmasına. 'Araya girmek' diyorum çünkü kendi kendine konuşuyor gibiydi o sırada. Üçüncü bir kişi yoktu; sadece ikimizdik o kaldırımın üzerine oturmuş ve uzun bir yürüyüşten sonra soluklanan. Fakat onun ve sözlerinin arasına girmeyi arzuluyordum. İstemekten öte bir arzulamakla. Fakat ne çare... Fikirleri, aksini duymayacak kadar; aksetmeyecek ve yankılanmayacak kadar havasız ve kapalı bir ortamda beslenmiş ve oradan çıkıp gelmişti. Belli. Konuşturmuyordu beni. Her itiraz yeltenişimde "Aman sen de...." diyordu. "Mezara sakla sen de!"
*
Saklanacak olan şey, neydi peki? Zaten içinden çıkacağım, bana ait olmayan, yalnızca bir ömürlük olan kiralık beden mi? Diye söyleyemedim ona tabi. Sırf öncesini hatırlamıyoruz ve sonrasını henüz yaşamadık diye, bir duraklık değil de tamamı bu olan bir seyir yerinden, doğrusal ve başı sonu belli olan bir şeyden ibaret olmadığını söyleyemedim hayatın; o kallavî kavramın. Belli ki 'kalan' hayatında yiyip içmek, gezip dolaşmak ve hedonistçe yaşamak istiyordu. Ta ki ecelinin(sonunun) ölüm ile geleceği güne kadar. Kaldı ki, "Ölüm bir son mudur?" falan diye sormaklar falan... Nerede!? Ben kafa yordukça, daha da 'yobaz ve bağnaz' olmakla itham edecekti beni, içinde yüzdüğü sığ sulara bakmadan, bir okyanusu küçümseyebilecek bir gafletle...
Derinliği olmayan, sığ sularda sörf yapılamazdı ve fakat. Sörf tahtamı ona hiç göstermedim bile bu yüzden. Bir akşamlık zamandan ve bir kaldırım mekanından ibaret bir görüşme olarak kaldı. Kalsın. Dinlememişti, dinlemiyordu ve galiba hiç dinlemeyecekti. Yesin, içsin ve gezsindi, 'kalan' ömrünü, hayatın kendisi ve hepsi sanmanın sanrıları ve sancıları içinde.
Ve ben o gece, evime dönüp okyanusuma açıldım. Tek başıma sörf yaparken, mutluydum aslında.