Mevlâna İhtifalleri ve Şeb-î Arus ve...

Ahmet Güldağ
Mevlâna ihtifal tören haftası ve Şeb-î Arus yani “Vuslat Gecesi” anısı gerilerde kaldı.
Mevlevî dergâhının bugün de bildiğimiz Mevlâna Müzesi içinde Selçukludan Osmanlı devletine kadar yaptıkları “Semâ” ayinleri Cumhuriyetin kuruluşu ile tekke ve zaviyelerin kapanması kararından nasibini almış ve kapanmıştı.
Dağılan derviş ve semazenler kendi memleket şehir ve köylerine hüsran içinde dönmüşler ki…
Rahmetli babamın öğretmen olduğu Konya-Hadim-Gaziler Köyü’ndeki “Derviş” ismi ile anılan rahmetli bir yaşlı amcanın yaşamından algılanmıştım.
Dergâhın kapanışı ile ağlamalı ayrılış neticesi gözlerini kaybeden Derviş amcaya babam ilgi gösterir yemeğe davet eder sohbet yapardı.
Bu sohbet esnasında Mevlâna’nın eşsiz mütefekkirliğini anlatır bu arada âmâ gözleri ile Semâ dönüşü yaparken etrafındakiler yanında, çocukluk halimde bana bile huşu verirdi.
Doğrudan elbisesi yani tennuresiz (bol etekli beyaz entari)  olarak dönerken bile…
Bu günkü semazen olarak dönenlerden bir ikisi hariç semâ kaidesi dışı dönüşlerinde…
Başı dik, her iki kolunu yarım daire şeklinde havaya kaldırış ve sol ayağını da kaldırarak dönüşümünün aksine…

Sunduğum semazen resminde görüldüğü gibi başı hafif sağa eğik, sağ kolu baş yarısına kadar kalkmış avuç içi Semâ’ya bakarken sol kolu omuzdan biraz aşağıya sarkık avuç içi yere bakar halde ve sağ ayağını sol ayağı üstünden geçirip dönüş yaparken bile etrafımızda rüzgâr hâsıl olmakta idi.
Bendeniz de Hz. Mevlâna’nın büyüklüğü yanında Mevleviliği de o yıllarda öğrenmiştim.
Anlattığım bu Semâ dönüşlerinde ki yanlışlıklar 1998 yılına kadar ücret almadan aşkla dönen semazenlerin törenlere ücret alınmasıyla bırakmalarından sonra, kendi aşkı olmayabilerek semazen olanlarla yıllardır ikaz yazılarım olmasına rağmen devam etmekte!.
Hâlbuki tarihçesini ve okumaya özen bulmayabildikleri Hz. Mevlâna yakınında bakımsız Türbe’si de olan zamanının tarihçisi “Eflakî”nin eski yazılı eserlerinde görmüş olup bunun Raks dönüşü olmadığını bilgelerine zerk ederlerdi.
Eflaki bu tarihi eserinde, Mevlevîlik başlayışı anlatımında özetle şöyle der;
Hz. Mevlâna çarşıda gezerken kuyumcunun çekicindeki ahenkli sesle kendinden geçer…
Çünkü Mûsikînin sihri, dönmeyi kamçılar. Lafza-i Celâl’in (Allah iradesi ile canlı kılınışın aydınlığı) kalbin pencerelerini aralar.
Hz. Mevlâna da bu sesin ulviyetliğine uyarak o anda “Hamdım, Piştim, Yandım “deyimi ile bir eli semadan alıp diğer eliyle toprağa veren kol açılımı ve sağ ayağı ile dönüş yapar.
Bu onun ilk ve son dönüşüdür. Sağlığında dergâhlık yolu olmadığı için devam etmez.
Hz. Mevlâna’yı tanıyınca kuyumculuğu bile bırakarak mürit olan kuyumcu onun sevdiğine kavuşmasından sonra, bir “Mevlevî dergahının teşekkül etmesini” amaçlar ve Mehmet Çelebi’den icazet ister.
Çelebi uzun müddet düşünürse de ısrar karşısında müsaade eder...
İşte anlaşıldığı kadar bu işlem bazılarının Mevlâna hayatının içinde olduğu kanısını boşa çıkarmakta onunla ilgisi bulunmamaktadır.
Zaten Mevlâna “Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim, Hz. Muhammed’in (SAV) ayağının tozuyum.” Demiş tarikatçılığa set çekmiştir.
 Ne yazık ki sonradan başlanan işleme dervişlik tekkelerinde ki oluşumlar gibi bir oturum ve dışarıdan beslenme haline dönüştüğü de anlaşılmaktadır. Nitekim Sultan Selim Camii imareti olan fakirlere aş dağıtan aş evinden yemek verilmemesi Mevlevî erkânınca padişaha şikâyet edilmişse de. Tetkik neticesi “Fakir değiller” tespiti ile kabul edilmediği belirtilmekte ise de daha sonra yemek kokusu ulaşıyor denilerek verildiği izlenmektedir..
Gazete köşemde yer kalamayacağı için Semâ ayininin teferruatını burada veremeyeceğim. Arzu edenler Google gruplarında ki yazımdan okuyabilirler.
***
Önceki yazımda da değindiğim gibi 1943 yılında Halkevi binasında yapılan anma konuşmaları ile başlayan düğün günü yıldönümleri 1946 da bin kişiyi alabilen Belediye Halk Sinemasında genişletilmiş ilk defa bir semazen Semâ yapmıştır.
Bu anı gününde Mevlâna aşığı Alman Bayan Prof. Dr. Anna Maried Schimmel’in çok güzel bir Türkçe ile anlatımını ayakta alkışlamaya kalkılınca, “durun” dercesine iki kolunu kaldırarak
"Yapmayın... Yapmayın... Bu gece Vuslat gecesidir. Alkış olmaz... Hz. Mevlâna'yı incitirsiniz..." ikazına kapalı spor salonun da başlayan törenlere kadar uydular.
Zaten daha fazla kimse görebilsin ve Konya turizmi canlansın diye on gün evveli de başlatılınca hakiki oluşumdan uzak törenlerle bu da kayboldu.
Nitekim gelemeyenler TV’lerden izlemişlerdir İlim adamlarının anlatması gereken yerde ellerine tutuşturulan hazır yazı veya kendi hitabetleri yapan siyasilerin her konuşması arasında bile işlerine geleni alkışlayan alkışlamayan oluşumlarını ve İlahi diye müzik konserini, keza vurguladığım gibi semazenlerin yanlış dönüşleri ile insanı huşuya ulaştıramaması…
Güya Hz. Mevlâna’nın vecibelerini ve selam cümlesini bile notundan okuyan Sayın Ana Muhalefet Partisi Genel başkanı Hz. Mevlâna’nın dost ve kardeş deyimlerini anlatırken “Milleti yok sayarak Türk milleti içerisinden yeni bir millet çıkarılmasını reddetmeliyiz” derken sözünün sonlarında “Mevlâna, ‘Farsça söyleniyorum ama aslım Türk’tür’ demiştir. 8 asır önce Mevlâna nasıl bunu söyleyebilmişse, biz de Türk kimliğine sahip çıkacağız. Mevlana zamanda ve mekânda evrenselleşmiştir. Bunun içindir ki bugün Türkiye İslamiyet’in en özgür, en ileri ölçüde yaşandığı ülkedir. Kadın hakları ve laiklik alanında bu yaşanmaktadır…”
Demesi ile alkışlarla karşılanan bu okuma ile bizzat takip ettiği, Din eğitiminin önüne geçilmesi hatta kaldırılması bir tarafa.
Dini vecibe ile başını örten kızlarımızın ilim öğrenmesine, kadınlarımızın çocuğunun başarısını, oğul ve kızının düğününü izlemesine bile kamu alanı deyip mani olunmasına çalışmaları…
Hele 1938 den beri - ki o zamanlar İHL de yoktu - Meslek okullarını daima üvey evlat görüp üniversitelere almazken. Şimdi girmelerine bile tahammülsüzlük neyin Laiklik, kardeşlik ve dostluğu acaba?
Keza Sayın Başbakan’ın konuşmaları da aynı değişik yolda sayılmaktan geri kalmadı;  
 “Hz. Mevlâna’nın yaşadığı dönemde Anadolu’yu çiğneyen Haçlı hükümdarları da Moğol orduları da tarih sahnesinden silindi ama Mevlana’nın sesi halen yankılanıyor. Kimse başkasına zulmederek adaleti tesis edemez. Biz hem ülkemiz içinde, hem de bölgemizde ve dünyada barış ve adalet istiyoruz” derken işçilere yapılan hareketleri gözden kaçırmak neyin dost ve kardeşlik işlemi diyemez miyiz?
Ne demiş Hz. Mevlâna;
“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol”
***
İşte Mevlâna ve Mevlevilik ruhu böylece siyasetçilerin konuşma yeri, müzisyenlerin konseri, ekmek parası için dönen semazenlerin raks oluşumları ile kayboldu mu kaybolmadı mı? Siz karar verin.
*** 
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.