Mânâ Güneşi Dünya Güneşi Gibidir

.

Yine ‘Selam duâsı’yla başlamak isteriz.

‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’

Efendim kaldığımız beyitten devam ediyoruz. Biliyorsunuz, Mevlâna hazretleri, evlâdı gibi çok sevdiği Çelebi Hüsâmettin ile söyleşiyordu.

“Perdeyi kaldır ve benimle örtüsüz konuş ki, Ben üzeri gömlekli güzelle yatmam.”

Hüsâmettin yine pes etmeyerek, ‘Ey Mevlânâ lütfen açık söyle, üstü kapalı konuşma. Örtüyü kaldır da altındaki gizli güzeli göster. Üzerinde gömleği olan güzelle tam vuslat olmaz. İlâhî sırların üstünde ne varsa onları bir kenara at.’ Diyor. Açık konuş, bu şekilde kapalı konuşmalar yetmiyor, diyor.

“Dedim ki, eğer o, Dünyâda âşikar olursa, ne sen kalırsın, ne ucun, ne ortan kalır.”

Mevlâna hazretleri, Şemsin öyle bir derya-deniz olduğunu, onu herkesin anlayamayacağını hatta anlayabilen kişileri de, yanıp kül edebileceğini vurguluyor. Aynı zamanda Hüsâmettin’in Şemsi anlayabilecek seviyede olmadığını, o sırların açıklanmasını uygun bulmadığını belirtiyor.

“Dile, iste. Lâkin tahammülüne göre (ölçülü) olsun. Zira bir saman çöpü bir dağı kaldıramaz.”

Bir şey istenirken dahi, kapasiteye göre kişilerin kaldırabileceği kadar yâni gücünün üstünde olmamalı, insanın dengesini bozmamalı. Bir merdiven çıkılırken birer birer çıkılırsa rahatlıkla ve güvenle çıkılır. Ama ikişer, üçer çıkılsa birinde bir tökezleme mutlaka olur. Bu sebeple, her şeyi yaparken kuralına göre, ne az ne çok yerli yerince ve kişi kendi ölçüsünce yapmalıdır. Boyunu aşan işlere girişmemelidir. Mevlâna Hz. talebesine, Sen kendi mertebeni aşan isteklerde bulunuyorsun, bir saman çöpü ile dağ kaldırılmaz. Sen de mânevî yönden kuvvetlenebileceğin vakti ve ilâhî hikmetlerle olacağın zamânı bekle, diyor.

“Âlemi aydınlatan Güneş, birazcık yaklaşacak olsaydı, her şey yanar yok olurdu.”

Gök cisimlerinin bulundukları menziller dünya ve içindekilerin yaşamasına en elverişli konumdadır. Meselâ güneş bulunduğu halden biraz dünyâya yaklaşmış olsa, içindekileri yakar kavururdu yâni kâiâtın bütün düzeni bozulurdu. Büyük kişilere de bilhassa aşk adamlarına fazla yakınlaşmak aynen güneşin şiddetine düşmek gibidir. Aşk anlatılsa, sizi tıpkı kebap gibi yakar. Zâten bu Mesnevî Hüsâmettin için yazıldı. Eğer Şems için yazsaydım o zaman daha farklı yazardım, diyor. ‘Mânâ güneşi de, dünya güneşi gibidir. Her fert, o güneşe kendi istidâdı ve tahammülü ölçüsünde yaklaşır. Belli aşamalardan geçmeden o mânâ güneşine yakın olmak, kişiyi çarpar, yakar, deli-divâne eder.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, s.131) Peygamber aleyhisselâm’ın bizzat yaşadığı şu mânâ hâdi,sesini hatırlayalım;

Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselam Miraç’ta, ‘Sidret’ül Müntehâ’ya geldiğinde Cibrîl-i Emin; ‘Yâ Rasûlallah! Ben bundan sonrasına geçemem, yanarım,’ dedi. Allah Teâlâ’nın bu büyük meleğinin dahi erişemeyeceği makamlar vardır, bunun üzerine, o derhal orada ayrıldı. Peygamber aleyhisselam, ilâhî aşkın harimine, Refref isimli bir mânevi binekle ulaştı. Dolayısıyla Cibril bile belirli çizgiden sonrasına yaklaşamadı. Tıpkı buna benzeyen bir başka hâdiseyi de burada hatırlamak da fayda var. Musa aleyhisselam, Cenâbı Hakk’ı görmek istediğini Rabb’ine söyledi. Yüce ve Aziz olan Rabb’i Teâlâ; Yâ Musa Sen beni görmeye dayanamazsın, dedi. O ısrar edince,’ o zaman şu karşıdaki dağa bak’, dedi. O da, Tûri Sinâ dağına bakınca dağ parçalandı, darmadağın oldu. Musa aleyhisselam’da düştü bayıldı. (Âraf, 143) Burada da belirtildiği üzere koskoca peygamber daha Cenâbı Hakk’ı görmeye hazır değildi. Rabb’in rahmet tecellisi olmasa Musa aleyhisselam yanıp kül olabilirdi.

“Fitne, kargaşa ve kan dökücülük arama. Bundan fazla da Şemsi Tebrîzî’den bahsetme.”

Mevlânâ Hüsâmettin’e artık daha fazla bana Şemsi sorup durma, onu anlatmamı isteme, onun açıklanmasını istemek fitneyi dolayısıyla kavgayı kan dökücülüğü istemek anlamına gelir. Neticede pek çok problemi dâvet etmiş olursun. İnsanların mâna âlemlerine âit halleri anlayacak idrak ve kapasiteleri gâyet az ve eksiktir. Anlatılmak istenenler söylenirse insanların akıllar ı şaşırır, âdeta zihinleri durur, normal halleri bozulur, dengeleri kaçar. Mesela, kimisi o yaşanan halleri kabul eder, kimisi etmez, kimi isyan eder, kimi kabul eder. Aralarında tartışma çıkar, fitne oluşur. Bu sebeple her şeyin açıklanması uygun değildir. Ama bâzı istidatlı kişiler alması gereken hikmeti çıkarırlar. Şemsin sırlarının hikmetlerinin sayılıp dökülmesi zamânı gelmeden önce hakikatlerin açıklanmasıdır ki, bu muvafık bir husus değildir.

“Onu anlatmanın sonu gelmez. En iyisi sen yine baştan başla, yürü gene hikâyeye dön ve tamamla.”

Şemsi anlatmanın sonu yoktur. Aslında onun sırlarındaki hikmetler hikâyenin özünde bulunur. Câriye kıssasında gelen pîr, Şemsi Tebrîzî’nin kendisidir. O, Hz. Mevlânâ’yı mânen tedâviye gelmiştir. O, Hakk’ın hakiki hekîmi ve mânâ güneşinin ta kendisidir.

Evet, efendim, haftaya nasipse hikâyemize kaldığımız yerden devam ederiz inşallah. Şimdilik En Güzele Emânet Olunuz. Cumânız mübârek olsun.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri