Kime Göre?

Ayşe Aslı Duruk

Takım arkadaşı mı olmalı, yoksa, birey mi?

*

Birisiyle beraber çıktığın yolda, ileride, uzakta ama yine de seçilebilen bir noktada, çok daha iyi ve güzel bir varış noktasını gözlerin seçtiğinde ve aklın kestiğinde, kadersel bir dönemecin hemen eşiğinde olduğunu anladığında yani, bir karara varman gerek.

Karara ve dengeye varıp, huzurla yoluna devam edebilmen gerek. Bu noktada, takım arkadaşlığını mı, yoksa, birey olmayı mı seçmeli?

Tek tek ele alacak olursak...

Takım arkadaşlığı, insanlık yani insan oluş çerçevesi içinde düşünüldüğünde, tam da buna yakışan seçimdir, şüphesiz. Hani 'yarı yolda bırakmak' eyleminin karşısında duran, insanlık zemininin üzerinde yapılan bilek güreşinde, rakibinin bileğini bükecek olan 'güçlü' bir duruştur. Zira işin içinde, verilen yakın ya da uzun vadeli bir sözden dönmemenin kulağa ilkin çaldığı erlik ve yiğitlik gibi duyumsamalar mevcuttur. Öyle öğrendik...

Peki -bahsi geçen söz, uzun vadeli olduğunda- takım arkadaşınla birlikte oynadığın o takım oyununun bitiş düdüğünün, ön gördüğün vakitten evvel çalındığını duymuşsan? Duymuşsan? Oyunu bitiren ses, kendi küçük kıyametin, yani son nefesinde duyacağın o kişisel 'sura üfürülüş' sesi değilse eğer, en başta öyle olacağını ön gördüğün ve sandığın şekilde? Çoktan bitmiş bir oyunun perdelerinin kapandığını, iliklerine kadar hissedip bildiğin bir sahnede hala bulunmak ve bulunmakta ayak diretmek, süresi belirsiz ve kısıtlı olan ömür sermayesini savrukça harcamak olmaz mıydı? Dahası, bu savrukluk, değer bilmezlikten ve nankörlukten sayılmaz mıydı? İnat etmek ve çıktığın yoldan dönmemenin kararlılığı, birbirinden farklı şeyler değil midir? Ki, yukarıda bahsi geçen erlik ve yiğitlik gibi kavramların, kuru bir inat yoluyla mı vücuda gelmesi gerekir?

*

Yazıya, 'takım arkadaşı mı olmalı, yoksa, birey mi?' diye başlarken, hiç düşünmeden, takım arkadaşlığının kutsanacağını ve birey olma fikrinin sevimsiz çağrışımlara yol açacağını biliyordum. Zira birey olmak, bencillik gibi itici bir kavramla dirsek temasında gibi duruyor. Oysa tek başına doğan ve tek başına ölen, hatta bu ikisinin arasında da sevincini, acısını, açlığını ve tokluğunu tek başına yaşayıp deneyimleyen, hesabını da 'diğer tarafta' yine tek başına verecek olan bir canlıdan söz ediyorken, tüm bunlara da bencillik deyip mi geçmek lazım o halde? Yalnızlık ve tek başınalık ile bencillik olguları dirsek temasında olmak şöyle dursun, birbirinden mağrip ile maşrık kadar ötede durmuyor mu esasında?

Bilemiyorum... Söz konusu olan insanken, kesin hükümlere vararak "şu şöyledir, şöyle yapmak daha erdemlidir" deyivermek ne kadar doğru, vicdanlı ve sağduyulu bir davranış olur? Birbirinden farklı milyarlarca insan demek, milyarlarca birbirinden farklı hayat anlamına gelirken, bir matematikçi kararlılığı, tavizsizliği ve soğukluğuyla "iki kere iki, dört eder" diyebilecek kadar katı ve emin olunabilir mi? Dahası, olunmalı mı?

Karar sizin... Hem zaten, eğri oturup doğru konuşalım, kararı veren çoğunlukla beyin değil, gönül iken, o hangi seçeneğe meylederse mutlaka onu aklayacaktır. Mutlak doğru mu? Mutlak doğruyu bilip taşımak, bu aciz ve zayıf beşerin omuzları için kaldırılamaz bir yük olarak kaldı, kalıyor ve kalmaya da devam edecek.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.