Karatay, Sedirler ve anılar!

Recep Çınar

Hayatım boyunca iyi görünmeye çalışmadım, mümkün olduğunca ve elimden geldiğince hep iyi oldum...

Asla rol yapmadım...

Maske de takmadım...

Şükürler olsun...

Kendime ne kadar saygı duyduysam, bana saygı duyanlara da, kendime duyduğum saygının bir fazlasını duydum...

Tabii ki hak edenlere...

Hak etmeyenlere mi?

Çok cimri davrandım!

Bu tiplere saygının “S”sini bile göstermedim, bundan sonra da göstereceğimi sanmıyorum...

Dedim ya, hak etmiyorlar.

xxx

Memnun olduğum taraflarım kadar, memnun olmadığım taraflarım da var...

Keşke vicdanlı olmasaydım mesela!

Ya da paylaşımcı olmasaydım!

Veya insanları abartılı sevmeseydim...

Milletin derdiyle dertlenmesiydim örneğin!

Ancak, yapacak bir şey yok, yüce Allah bütün bunları bana vererek “zayi” etmemiş...

Buna da şükür...

Herkese vermiyor işte.

xxx

Bu dünyadan bir şekilde gideceğiz...

Bizden önce gidenler gibi...

Kendimden memnun bir insan olarak gideceğim...

Adam gibi doğup, adam gibi yaşadığıma inanıyorum...

İnşallah adam gibi de giderim.

xxx

Bütün bunlar biraz da yetiştiğin, gençliğin en verimli çağını geçirdiğin semtle ya da ilçeyle de bağdaştırılabilir...

Benim ilçem Karatay, mahallem Sedirler, sokağım Sütçüler...

Kendi adıma konuşuyorum; yarım kalmış aşkların, olgunlaşmamış hayallerin, bitmemiş kavgaların mahallesi Sedirler...

Ya da Türbe önü...

Benim olmazsa olmazlarım...

Karatay ya da Sedirler benim için çok özel...

25 yaşımda ayrıldım mahallemden...

Yarım kalan arkadaşlıkların, hiç yaşanmamış gibi, ama delice ve yarım kalmış bir sevdanın, bir o kadar da ağır sevdanın, omuzlarımıza yüklenmiş haliyle...

Hem de gözüm hem de gönlüm arkada kalarak koparmışlar beni, benim için dünyanın en güzel varlığından ve en güzel yerinden...

İlk gençliğimin bütün heyecanlarını, coşkularını, hayal kırıklıklarını, geleceğe dair bütün ümitlerimi o senelere sığdırdım...

İlk karakol maceramı da...

Önü kesilen ve ömrüm boyunca onurla taşıyacağım masum bir sevdanın bir numaralı sanığı olarak, hayatımızı alt üst eden adamla göz göze gelişimiz de o karakolda olmuştu...

Arkadaş, dost çoktur hayatımızda...

Ama, çok uzaklarda olsa bile, ömrünü adadığın bir tanedir...

Yüreğiniz el veriyorsa koyun yerine birini ya da birilerini...

Koyamazsın, koyamazsınız...

Çünkü, bu süt müdür ki, mayalayınca tutsun?

Tutmuyor işte...

Tutmadı da zaten!

Neyse...

Yakınlarımın veya yakınlarımızın bize yaşattıkları, bütün bu olumsuzluklara, bu kötü anılara ya da hoyratça, yani hırpalayıcı yaşanmışlıklara rağmen, “Karatay, Sedirler, Sütçü sokağı ve Türbe önü” denilince, içime bir ferahlık doğar, geleceğe dair içimdeki umutlar yeşerir ve kendimi hep oralarda hissederim...

Çünkü, uğruna ömür verdiğin, rüşvet versen bir daha yaşayamayacağın anılar var oralarda...

En güzel günlerimi orada ve o güzel insan ve insanlarla geçirmişim, daha ne olsun?

Bir başka sebebi de başlamış, ama bitmemiş ve güzel şeylerin yaşandığı en güzel “meskun mahal”dir Sedirler...

xxx

Bana göre Konya’nın en güzel, en delikanlı, en doğru, en vicdanlı, en şefkatli, en fedakar ilçelerinden birisidir Karatay...

Dolayısıyla da Sedirler...

Ancak, içinde yaşayanların kendilerini gerçek anlamda ifade etme, kendilerini tanıtma veya gerçekleştirme noktasında yarım kaldıkları için, Karatay’a ya da Sedirler’e farklı bir gözle bakılmıştır...

Komşuluğun, dostluğun, can cana olmanın en dibinin yaşandığı, biraz da Meram ve Selçuklu’ya göre taşra gibi görüldüğü için Karatay ve Karataylı kendini bu şehrin üvey evladı gibi hisseder!

Bu bir gerçek...

Konya’nın kalburüstü insanlarının yaşadığı Meram ya da daha çok okumuşların, memur ve kibirli kesimin yaşadığı Selçuklu gibi, kendini ifade edemez, ifade edemediği için de ismi Meram ve Selçuklu’dan sonra anılır...

Daha çok “gariban”ların, ama adamlıkta “karun” gibi zenginlerin yaşadığı Karatay’ın makus talihi Özkafa başkan ile değişti, Mehmet Şen başkan ile devam etti, Hançerli başkan ile koştu, inşallah Kılca başkan ile de bu koşu tamamlanacak.

xxx

Toprak damlı, iki ana bir kuzudan yapılan kerpiç evlerden, tahta çitle çevrili bahçelerden, çok katlı apartmanlara ve sitelere dönüşen yeni Sedirler mi?

Bu haliyle içime sinmese de bir insanı sevmenin, bir sevdanın peşinde koşmanın, omuzları düşük, ama Allah’ın çift yürek verdiği insanların hatıralarıyla dolu dolu Sedirler’den, her şeye rağmen vazgeçmek kolay mı?

Ya da çatısı rengarenk kiremitlerle donatılmış, bahçesi tahta çitlerle çevrilmiş, içerisinde küçük bir havuzu olan o evi unutmam mümkün mü?

Ben ne Sedirler’den vazgeçerim, ne de Sedirler benden...

Ahmet Günbay Yıldız’ın “Gurbeti ben yaşadım” kitabında “Yeşil bağla ala karşı, yakışmazsa öldür beni” dediği gibi, bizimkisi de öyle bir şey işte.