Karakoç, Ramazan, Çocuk ve Portre

Hüzeyme Yeşim Koçak

“Her yıl bir ay için oruç mimarı bize konuk gelir. Gelir gelmez de kollarını sıvar ve işe koyulur. Kutsallığın işçisidir o. İlkin vücut evini şöyle bir yoklar. Bir sarsar insanı. Öyle sarsar ki, bacalarda ne kadar birikmiş kurum varsa dökülür.(…) Organlar arasında, kasların eklem yerlerinde, hareketsizliğin ve ölümün sembolü olarak gerilmiş kaç örümcek ağı varsa yırtılır. Vücut konağı böylece konuğun, büyük bir konuğun gelmiş olduğunu bilmiş olur.

Konuğumuz oruç mimarı, vücudu bir yandan yenilerken, öte yandan elini ruha atar. Her mümin kendi gücü çerçevesinde Cebrail’in bir kanadının ruhuna çarptığını duyar. Vücudun ördüğü kuleler içinde sıkışmış ruh, ilkin bir yandan içeriye bir sabah ışığının sızdığını görür. Cezbedilmiş gibi oraya döner. Sonra ışık artar ve kurtarıcı bir güneş ışığı halini alır. Ruh yaralarını o ışığa tutar ve yaraları, bir cüzzamlının iyileşmesi gibi kurumaya ve sönmeye başlar. Sonra ışık kuleyi yıkmaya başlar. Ruh, dışarıya, petekten sızan bal gibi sızar sızar...” (Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet, Diriliş Yayınları, 2014, s. 31-32)

Her ne kadar tatbikatta, çok uzağa düşsek; gereğince ifa edenlerimiz azalsa; pek idrak edemesek de mübarek bir aydayız. Üstat Sezai Karakoç’un peşinden sürükleyen, hikmetli, incili, düşünmeye ve yönelmeye sevk eden sözleriyle bu yazıyı süsleyelim istedik.

Hazret, hatıralarında çocukluğundaki oruç algısını samimiyetle bize anlatır:

“Maden’de üç yıl kadar kalmış olmalıyız. Maden’den hatırladığım şeylerden biri de oruç tutmaktan bahsedildiği zaman, oruç tutmayı bir kuş tutmak gibi düşünmem. Evimizin civarında dolaşıp duran hindileri kovalamış olmalıyız ki, ben de oruç tuttum diye düşünüyordum. Orucu hindi gibi bir kuş cinsi olarak gözümün önünde canlandırıyordum.

Hindiler bende arkaik mahlûklar hissini uyandırmış olsa gerek. Onları, bir nevi, anlatılan efsanevi kuşların bize konuk gelmiş mensupları gibi sezinliyorum. (Sezai Karakoç, Hatıralar I, 2022, sf. 111)

O güzel hisli çocuk, sonradan şunları yazacağını; Türk Edebiyatına ne harika katkılar yapacağını bilemezdi herhalde:

“…İşte ona o vakit, soruları hep öteye çevirdiği anda, ölümün, doğuşun ne olduğunu sormaya başladığı dönemde, Allah’ı öğrettiler.

İşte o zaman o, oruçla gerçek bağlantısını kurar; bu dünyaya geçici bir süre için indirilmiş küçük bir hükümdar olduğunu anlar o zaman.

O zaman, oruç ve namaz, ona, babasının okuduğu Kuran seslerinin başka biçimler halinde bir insana yerleşişi gibi gelir.

İftar topu zaferdir onun için. Çocukluğun tabiat üzerindeki zaferi. Çocuk tabiatı yenmiştir; top bunun için patlar.

Ramazan, yıllar yılı, böylece çocuğu büyütür; onu iç ve dış yapısı bakımından güçlendirir; ona Yaratıcısı’nı, varlıkları ve nimeti öğretir.” (Samanyolunda Ziyafet sf. 14)

“Buluğ çağına basmadan, çok defa, Müslüman evlerde çocuk orucu topyekûn tutmaya başlamıştır. Çocuğun içinden taşıp gelen ve ilk andaki çıkış çılgınlığını yaşayan içgüdüleri, oruç gibi mistik bir öğretmenin uslandırması, onu, komplekslere sapmaktan, geleceğini tam şartlandıran ve telafi edilemez gençliğin çılgın davranışlarından korur.

(…) İslâm toplumunda, Namaz ve Oruçla, çocuk, kendisinden de, babasından da ölçülemeyecek kadar yüksekte, her şeyin üstünde, sonsuz bir gücün bulunduğunu, babanın da, kendisinin de onun önünde eğildiğini anlar. İki baba, yani çocukluktaki babayla gençlikteki baba arasındaki, bu en kritik köprü çağında çocuk gerçeğin farkına varır. Birinci babadan ikinci babaya yavaş yavaş geçer. Kritiğinin zulmü yumuşar ve bütün insanlar, kutsal bir kış dönemine, böylece mutlakın aracılığıyla girer, dostça girer. Baba, anne, kardeşler ve bütün insanlar, kutsal bir petrol lambasının ışığı altında erirler, ulvîleşirler.

Gençlik ve olgunluk çağı oruçları, her yıl geçtikçe, bir parça daha insanın tabiatını materyalist çerçeveye mahkûm olmaktan kurtarır. (Samanyolunda Ziyafet, sf. 20-21)

“Çocukluğumuzun ramazanları, bize cennetten fragmanlardı sanki. İncir, üzüm ve benzerleri, cennet yemişleri gibi orucun eliyle sunulmuştu bize.

Çocuklukta tutulan oruçlar gönülleri yıkayan bir Kevser gibi ruhun yedeğinde durur ve çağın kirlerine karşı bir savunma şifası gibi durur.” (s. 115)

***

“ Orucun dört mevsimi ve 24 saati vardır.(…) Bahar, oruçlu için, menekşeden vişneye kadar mor rengi, bayıltıcı kokusu ve mayhoş tadıyla, toprakla gök arasında, yeni bir sentez sebebidir.

Ramazan, yaza gelirse, sıcaklık ve susuzluk, sonbaharda tabiatın geçici ölümü, kışın, kar ve soğuğun tabiat ve eşyayı tek tesirli bir idrake indirişi… (…)Her biri kökte ve temelde aynı olsa da, her yılın ramazanı, mevsimlerin boyasına bata çıka, hafızada ayrı bir fenomen değeriyle yaşar.” (s. 15-16)

“Samanyolunda Ziyafet Oruçtur. Oruç, insanın katıldığı, her yıl bir ay katıldığı bir ruh şölenidir. Üstün insanların davetlisi olduğu bir tabiatüstü ziyafet, bir gök sofrasıdır. (sf. 9, 11)


Sezai Karakoç, iftardan sonra herhalde sabırsızlıkla beklenen “çay saatine” de hoş anlamlar yükler:

“O çay saatinde, Hıra dağını görürüz ki, mağaradaki eşsiz gök sözcüsüne, Cebrail, azığını yeni götürmektedir. Bir çocuk gibi heyecanlı, omuzunda gök sofrasından bir heybe, Cebrail tırmanıyor Nur Dağına.

O çay saatinde biz, Nuh’un gemisindeki kuşların, fillerin ve aslanların, aylardan sonra, ilk karayı gördüklerinde yükselttikleri kurtuluş seslerini duyarız, işitiriz orucun keskinleştirdiği kulaklarımızla” (s. 34)

“Oruç ayı boyunca, Halilullah’tan (Allah dostu Hazreti İbrahim’den), Kelimullah’tan (Allah’la konuşma şanının sancağı Hazreti Musa’dan), Ruhullah’tan ( Cebrail nefesinden oluşmuş Hazreti İsa’dan) ve nihayet Habibullah’tan (En büyük dereceye, Allah’ın sevgilisi olma derecesine yükselmiş Ulu Peygamber’den) müminlerin üzerine görünmez dünya armağanları yağar. (S. 84)

(…) Orucun getirdiği yumuşak ve ipeksi havada kadınlarımız ve çocuklarımız bize ne kadar yakındırlar. Oruç ayı, şeytanın en çok evlerden kovulduğu aydır. Ailelerden sürgündür o. Belki o bile bir aileden, aile cennetinden kovuluşunda cennetten kovulduğu anları hatırlamaktadır.” (s. 85, 86)

“Oruç da acıkır, oruç da susar.(…) Orucun da iftarı vardır. Oruç, müminin kalbinde iftar eder.(…) Yalnız, insan orucu özlemez, oruç da insanı özler. Ramazan ayı gelince, sıla-ı rahm edenler gibi önünde eğildiği insana koşar. Oruç, insana acıkır ve koşar gelir.

Oruç geldi, öyleyse oruca yiyecek taşımalı, su sunmalı, orucun lambasını yakmalı, üzerine örtüler atmalı ki, geldiğinden daha zengin gitsin. Verdiğinden daha çok alsın. Yanına gideceği eski oruçlara katacağı, söyleyeceği çok şeyler bulunsun.

Çağımız Müslümanlarının portresini eski çağ mü’minlerinin portrelerinin yanına çizecek ya, bizim öyle bir portremizi çizsin ki, ilerde gün olur ki, o portreyi bize gösterirler, utanmayalım ondan o zaman” (Sezai Karakoç Samanyolunda Ziyafet s. 50)

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.