Hastalık İdrak Edene Nimettir

Nurten Selma Çevikoğlu

Bu fâni dünya hayâtında insanların başına çeşitli sıkıntı, belâ, müsibetler isâbet edebilir. Hastalık ve sakatlık da bunlardandır. Kişinin kendisi, aile içerisinden eşi, çocukları, anne babası, akrabâsı yâhut herhangi bir yakını, çâresi olan veya olmayan bir hastalığa yakalanabilir, sakat kalabilir, felçli, yatalak olabilir yâhut böyle bir kişiye bakmak zorunda kalabilir. Pek tabîdir ki bunlar görünürde üzüntü, sıkıntı, huzursuzluk ve kişiyi mutsuz edecek sebeblerdir. Hasta için de bakan için de zor olan bu menfi hâdiseler herkesin başına gelebilir. Hayatta hasta olmayan yoktur. Yaşayan her insana hafif ya da ağır muhakkak bir hastalık isâbet eder. Bu yönüyle hastalık dâvetsiz misâfir gibidir. İnsan vücûduna hastalık gelir görevini tamamladıktan sonra çeker, gider. Hastalığın gitmeyeni kalıcı olanı da vardır. Bunlar kişinin imtihânının bir boyutudur. Bunları sıkıntı, huzursuzluk ve mutsuzluk sebebi yapıp aşırı üzülüp vücûdun dengesini bozmak hiç uygun değildir. Devamlı ah-vah edip yanıp yakınmak, sağa sola şikâyet etmek üzüntüye, üzüntü de kişinin sağlığının bozulmasına vesile olur. Nihâyetinde vücut insana emânettir dolayısıyla sağlığı korumak gerektir. Hem sonra sürekli şikâyet ve aşırı üzülme hastalığı menfi etkiler. Huzurlu ve mutlu olmak için hastalığı ve derdi büyütmemek şarttır fakat başkalarına anlatıldıkça dert büyür. Daha kötü dertlerde olanları düşünmek gerektir bunun için şöyle bir hastaneler ziyâret edilse konu daha net anlaşılır. Sabır, ümit, tevekkül ve râzı olma bilinci kişinin sıkıntılarını atlatmasında kendisine lâzım olacak yegâne hasletlerdir.

Bilinmelidir ki, insanlar yaşadıkları sürece devamlı bir şeylerle imtihan edilirler. Ömür sona erdiğinde Yüce Yaratıcı insana ömrünü nasıl geçirdiğinden, kendisine verilen sağlık emânetine nasıl baktığından sual edecektir. İnsanlara istemeden isâbet eden küçük, büyük hastalıkların idrak ettiğimiz veya edemediğimiz nice gizli hikmetleri vardır. Hastalığın kime, nasıl ve ne şekilde isâbet edeceğini ancak Allâhü Teâlâ belirler. O’nun hikmetinden sual olunmaz. ‘Neden şuna verdin?’ ‘Niçin bacağını aldın keşke kolunu alsaydın’ ‘Keşke ben böyle olmasaydım’ denmez, denemez. Cenâb-ı Hakk’ın hiçbir işine akıl, sır ermez. O’nun yaptığı hiçbir işte asla adâletsizlik yoktur. Bizim bilemediğimiz bir sebepten ötürü, o kişiye, o hastalık yâhut sakatlık isâbet etmiştir. Belki de o hastalığa düçâr olan sabrederek, hastalığa tahammül göstererek ahrette üstün makamlara erişir. Dünyâda hastalık çekip sabredenler hiç hastalığı bulunmayan bir başka âlemde ebediyyen kalmak üzere bulunacaklardır.

Yüce Allah (c.c) bâzen insanın ayağını, kolunu, bacağını, gözünü kimi zaman da bir başka uzvunu alarak kişiye sakatlık hâli verebilir. Bu hal ile Cenâb-ı Hak kuluna acziyetini, zayıflığını, biçâreliğini hissettirmek ister. Kulunun yüreğini kendisine çevirterek ilâhi duygularının daha yoğun inkişâfına imkan verir. Eğer kul o eksikliğe sabreder, Rabb’inin kapısından ayrılmazsa o bacağa, o kola, o göze mukâbil ahrette kendisine pek çok mükâfatlar bahşedilir. Nitekim sevgili peygamberimiz aleyhissalâtu vesselam bu konuda; “Allah Teâlâ buyurur ki: ‘Kulumu iki sevgilisiyle (iki gözüyle) imtihan edip de kulum (şikâyet etmeyip) sabrederse iki gözüne karşılık olarak ona cenneti veririm.” (1) Buyuruyorlar. İşte en büyük mükâfat, en büyük ödül, cennet!

İnsanların kendilerinde eksik bulunan herhangi bir uzvundan dolayı sabretmeyip isyan eden, kızgınlık, azgınlık ve küstahlık gösterenlerin sayısı az olmakla birlikte bâzen de kırgınlık, küskünlük ve aşağılık kompleksine kapılanlar da olabiliyor. Bu şekilde davrananlar hiç doğru yapmıyorlar onların âkibetini ancak Yüce Yaratıcı bilir. Fakat genelde böylesi kişiler daha çok Rabb’lerine yöneliyorlar çünkü onlar başka sığınılacak kapı olmadığını biliyorlar. Şu önemli husus hafızalarımızda hep bulunmalıdır; yeryüzünde mülk Allâh’ındır. Allâhü Teâlâ mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Kimisi sapasağlam her uzvu tamamken şükretmez kimisi de uzuvlarından bir tânesi ya da daha fazlası noksanken şükreder, sabreder. Onun bu itaati sâyesinde Cenâb-ı Hak kuluna, ebedi cennet mükâfâtı verir. Belki de bu mükâfat ona, diğer sağlam kulların hayat boyu emek ederek erişemeyeceği bir ödül olur.

Dünya hayâtı geçicidir. Hem yaşanacak tek hayat dünya hayâtı değildir. İçinden hiç çıkmayacağımız bâki bir ahret âlemi insanları beklemektedir. Akıllı kişi kendisine isâbet eden her türlü menfiliği ahreti adına kendisine bir kazanç vesilesi yapar. Dünya rahat etme, keyf sürme yeri değil meşekkat çekme mekânıdır. Meşekkate katlanmalı, dayanmalı, sabretmeli ki o acılar, o çekilenler ahrete sermâye olsun. Küçük, büyük hastalıklarla çekilen bin bir meşakkate tahammül ederek onları sermâye edinip uhtevi hayâtı kazananlara ne mutlu!

Aynı konuya devam edeceğiz inşaALLAH. Şimdilik kalın sağlıcakla.

-------------------

1) Buhâri, Merdâ 7

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.