Eskimeyen Fotoğraflar

Eskimeyen Fotoğraflar

Şair Yazar, Hisarcılar akımının kurucusu Mehmet Çınarlı, “Bir Kaybın Hatırlattıkları” isimli anı kitabında; Şair, düşünür tarihçi ve eğitimci Nihal Atsız’la ilgili hatıralarını da paylaşır okuyucuyla.

1940’lı yıllardır. O sıralar, duygulu, hayalperest bir öğrencidir, edebiyata merakı vardır. Nihal Atsız ise çıkışları, Orhun dergisindeki, ‘Başbakan Saracoğlu Şükrü’ye’ açık mektubu gibi gençleri heyecana sürükleyen, yurt çapında ilgi uyandıran yazıları ve mahkemeleriyle devrin zirve isimlerdendir.
Çınarlı onunla ilgili, hikâyeci Sabahattin Ali’nin açtığı bir davayı ancak dışarıdan izleme imkânı bulur, “…kimsenin ağzına almaya cesaret edemediği şeyleri açık açık söyleyen kahramanın kim olduğunu şiddetle merak ediyordum” der. Yazarımızdan dinleyelim:

Duruşma bittikten sonra, Nihal Atsız Adliye binasından çıkınca, çevresi ülküdaşları ve hayranları tarafından kuşatıldı. Yazarı zorla omuzlarına aldılar. Ne yapılacağı belli değildi. Birisi: “Gençlik Parkı’na gidelim” dedi. Kalabalık parkın yolunu tuttu. Park’a vardığımız zaman, çevremizde resim çeken bir sürü fotoğrafçı keşfettik. Onlardan biri: “Böyle iyi olmuyor. En iyisi, okullar ayrılsın. Her okulun resmini ayrı ayrı çekelim” dedi. Biz, saf saf razı olduk. Mülkiyeli arkadaşlarla birlikte, Nihal Atsız’ı ortamıza alıp bir güzel poz verdik. Ertesi gün gazetelerde resmimizin çıkacağı için de sevinçliydik.

Aradan birkaç ay geçti. Siyasal Bilgiler Okulu’nda yılsonu sınavları yapılıyor. Fransızcadan sınava girmek için sıra beklerken, bir polis yanıma yaklaştı, adımı öğrendikten sonra, kendisiyle Emniyet Müdürlüğü’ne kadar gitmem gerektiğini söyledi. Hoca’ya rica ettim, sıram gelmeden önce beni sınava soktu. Polis de sınavdan çıkıncaya kadar beklemek nezaketini gösterdi.
Emniyete gittiğimde, beni bodrum katında bir odaya alıp, önüme biri sürü fotoğraf çıkardılar. Bunların bir kısmı gazetelerde görmeyi ümit edip de göremediğimiz fotoğraflardı: Nihal Atsız ortada, biz çevresinde. Bir kısmının ise niçin çekildiğini anlayamadım: Bir arkadaşımla konuşa konuşa Anafartalar Caddesi’nden aşağıya doğru yürüyoruz. Resmimizin çekildiğinden haberimiz bile yok. Gençlik Parkı’nda fotoğrafımızı çekenlerin, gazete muhabiri değil, sivil polis olduklarını ancak o zaman anlayabildim. Her fakülte ve yüksekokulun öğrencilerini ayrı ayrı çekmekten maksatları da, kimliğimizi tespitte kolaylık sağlamakmış. Okul idarelerine ilgili fotoğrafları yollayıp, adlarımızı ve sınıflarımızı öğrenivermişler.

“Atsız’la fotoğraf çektirdiğim için 3 Mayıs 1944’de yapılan gösterilerden beni de sorumlu tutmak istiyorlardı. Üç dört saat alıkoyup çeşitli sorular sordular. Atsız’ı, resmin çekildiği güne kadar, hiç görmemiş olduğuma pek inanmak istemiyorlardı. Beni, bazı arkadaşlarım gibi, tutuklanmak ve okuldan uzaklaştırmaktan kurtaran bir tek şey oldu: 3 Mayıs 1944 tarihinde, bizim sınıfın yazılı eleme sınavı olması ve benim de o sınava girmiş bulunmam. Gösterilerin yapıldığı sırada sınavda bulunduğumu resmi bir belge ile ispat ettim. O günahsız fotoğraftan başka aleyhimde bir delil de bulunmadığı için, beni serbest bıraktılar.

3 Mayıs gösterilerine katılmamış olmakla beraber, katılanların bir çoğunu tanıyordum. Hepsi de, hiçbir kötü niyetleri olamayan, tertemiz vatan evlatları idi. Buna rağmen, durum halka bambaşka bir şekilde aksettiriliyordu. Arkadaşlarım, o zaman Ulus semtinde (şimdiki Maliye Bakanlığı binasında) bulunan Başbakanlığın önünde toplanmalarını, Türkçü olduğunu söyleyen Saraçoğlu’na sevgi gösterinde bulunmak ve onu komünistler aleyhine harekete geçirmek maksadına bağlıyor; solcu ve hükûmete yakın gazetelerimiz ise Başbakanlığın ırkçı ve Turancılar tarafından basıldığını ileriye sürüyorlardı. Haftalarca her akşam, radyolarımızdan M. Zekeriya Sertel’in Tan gazetesinde, Falih Rıfkı Atay’ın Ulus gazetesinde çıkan küfürlerini dinledik. Sonunda, sıra İnönü ’nün ünlü 19 Mayıs nutkuna geldi. O yıllarda Gençlik ve Spor Bayramı’na yüksekokul öğrencileri de katılırlardı. Stadyuma girmek için sıra halinde beklerken, oradaki fotoğrafçılardan birine spor kıyafetlerimizle resim çektirmek istedik. Benim ve bir arkadaşımın teker teker ve bir arada resimlerimiz çekildikten sonra, arkadaşım, bizi seyretmekte olan Mülkiyeli bir asistana, üçümüzün beraber resim çektirmemizi teklif etti. Asistan tereddüt gösteriyor ve bizimle poz vermek istemiyordu. Arkadaşımın ısrarı üzerine resim çektirmeyi kabul etti; fakat korkusunu da -yarı şaka, yatı ciddi- ifade etmekten geri kalmadı: Acaba bu resmi görenler, ‘Nihal Atsız’la resim çektirenle resim çektirmiş’ diye beni suçlamazlar mı?

Üç dört gün sonra resimlerimi almaya gittiğimde, Asistanla birlikte çektirdiğimizi fotoğrafçı bir türlü bulamamıştı. Bir hayli düşündükten sonra hatırladı: ‘ Haa, evet! Öyle bir resim vardı. Fakat fotoğrafta bulunan sizden yaşlı ve uzun boylu bey, iki gün önce gelip o fotoğrafa ait filmin kendisine verilmesi için ısrar etti. Ben de vermekten başka çare bulamadım. Acaba filmi ne için istemişti?’
Ne için isteyecek? Tabii yok etmek için. O tarihte esen terör havasının bir takım yüreksizleri ne hale getirdiğine bu güzel bir misaldir. Aradan seneler geçti. İsmini vermek istemediğim o asistan Mülkiye’ye doçent oldu, profesör oldu, bir süre dekanlık bile yaptı. Her karşılaştığımızda, muhabbetle sarılıp beni öper. Fotoğraf hadisesini bugüne kadar hiç yüzüne vurmadım.
Nihal Atsızın avukatı Hâmit Şevket İnce’nin büyük bir tantanayla davadan çekilmesi benim için ikinci bir hayal kırıklığı oldu. Bizlerde, ateşli bir milliyetçi, büyük bir hatip izlenimi yaratan o zat, davadan çekilmekle kalmamış, müvekkilini suçlayıcı beyanlarda bulunmuştu.(…)

Hâmit Şevket İnce’nin davranışını meslek ahlâkına aykırı bulanlar, onu ayıplıyor; Nihal Atsız aleyhtarları ise kendisini alkışlıyorlardı.
(…. Sözü geçen olaylardan sonra, öğrenci derneklerinin hepsi kapatıldı. Fakülte ve Yüksek Okulların şahsiyet ve cesaret sahibi dekan ve müdürleri görevden uzaklaştırılıp, yerlerine, hükümetin her istediğini yapmaya hazır kimseler getirildi” (Mehmet Çınarlı, Hatıraların Işığında, Cönk Yayınları, 1984, sf. 34-38)

Nedense anlatılanları, içli fotoğrafları, yozlaşmış insan toplum manzaralarını hiç yabancılamadım, bu konuda sağcısı solcusu muhafazakârıyla fazlasıyla tekâmül(!) etmiş, çağ atlamış dahi olabiliriz, hepsi tanıdık geldi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri