Eski(ci) Denince

Eski(ci) Denince

“Eskici” denince Refik Halit Karay’ın güzel hikâyesi gelir aklıma. Gurbette bir eskiciden duyduğu Türkçe, Hasan’a memleketini, vatan hasretini hatırlatır.

Bu unutulmaz hikâye düşüncelere salar, yaşantımızla ilgili başka açılımlar da yaptırır.

Nostalji biraz da eskileri mi toplamaktır.

İnsan hurdadan çöpten nasıl ayırır eskimeyeni, değerliyi. Ki kıymetler güne zamana kişiye göre de değişecek miydi?

Gözden düşmüşler, bir köşeye atılmış, rafa kaldırılmışlar bir vakitler nasıl ehemmiyetliydi.

Gözümüz gibi bakar, kem gözlerden uzak tutardık. Hem her yönden sergilenmesini beğenilmesini arzular, hem de yabancı bakışlara âdeta ayar verir, dualarla nazarları üzerinden kovardık.

Belki de yeniye (!) hiç kıyamaz, hep eski toplardık.

Nerden gelirdi, kim severdi, kollayıp gözetirdi de avuçlarımıza düşmüştü.

Üzerinde ne yoğun bir birikim, ne hikâyeler vardı. Ve biz neler koyacaktık üstüne.

Kıymetlinin derecesi, hayatımızın değeri. Yaşamak eskimek mi?

Neyi biriktirir, neyi gözden elden evden gönülden çıkarırız. Eski püskü, yıpranmış, fersude dediğin nedir.

Hayat boyunca seçtiklerimiz sevdiklerimiz değişir mi? Eski gömlekler, eşyalar, zihnin kalabalıkları, kalbin davetli davetsiz misafirleri.

Kimleri eski nüfuzlu koltuklara oturturuz. Neye ‘antika’ değeri veririz. Belki de başköşeye kuruluruz.

İki de bir atılıp duran, sağa sola konan fazlalıklar nedir? Satıcı mıyız alıcı mı?

Bin bir hevesle alınan da bir gün yaşlanıp(!) üzerimizdeki eski tesirini kaybetmeyecek mi?

Eşyayla ilgili planlı eskitmeler yaparız da; şu bedeni nerelerde yorar yıpratırız.

Hangi yollarda neleri eskitiriz? Yerli yersiz eski harcamalarımız gün olur önümüze mi gelir.

Kutlu hedeflerde, vatan millet insaniyet için ayakkabı, çarık eskitenler; ölmez bilgelerin mumuyla ışıldayanlar.. denizi yaran asalar, yanık kafalar, hurma kütüğünü konuşturanlar, mayası aşkla yoğrulmuşlar. Kadim bir dil…

Acaba eşyadan ziyade içinde taşıdığı varlık, yaşattığımız öz, gönül g(özü) töz mü önemli.

Kime, neye göre eski veya yeni; hepsi izafi mi?

İblis, en eski hikâyeye dahil, tüm zamanların vizeli gezgini mi?

Eski toprak kıymetli midir? Mazimizden de toprak getirir, bir köşeye biriktirir koyar, maden kazar, ağaç diker yahut sağa sola taş sallarız.

Yoksa en değerli, en eskimeyen, kocamayan biz miyizdir?

Hayatımız, gün görmüş geçirmiş, esasen kaç yaprak olduğunu bilmediğimiz bir eski, vesikalı defter mi?

Aslında aradığımız, belki de hiç geri gelmeyecek olan kendimizdi, evvelki kişiliğimiz, meraklarımız, sancılarımız. Çocuksu bir zihin ve kalp, rüyalarımız.

Ailemiz, çocukluk ve gençliğimiz, eski dostlar, çevre, tutkular. Kayıp Ben’ler.

Sevsek, lanetlesek, ayırsak, silmeye çalışsak, farkında olmasak da hep değer verdiğimiz, çünkü parçamız, çünkü Biz.

Aynı kişi değildik elbette. Değiştik, yorulduk, öğrendik, bildik, yürüdük, sendeledik, aştık.

Zamanları sarıp sarmalayıp, kucaklamamız bu gölgelenen tükenen ömür diliminden herhalde.

Hayatımızda bazen yeni bir veçhe verme, yeni vakitler, yeni bir dünya inşa etme hevesinde olmaz mıyız?

Eşyaya sımsıkı sarılmamızın sebeplerinden biri de sanki bu monoton saydığımız yaşantımızı yenileme yollarından biri olduğunu düşünmemiz midir?

Nostalji/ Daüssıla duygusunun yakamızı bırakmaması da; belki kimliğimizle karılmış, bir zamanki yeninin fakat artık bambaşka bir hissiyatla, apayrı bir renkle, şartlarla dönüşmüş, tüllenmiş solmayan, gelecek hülyalarıyla güncellenmiş(!) bir masal dev(r)ini yaşatma arzusundan ileri gelmesi midir?

Üstelik hiç beklenmedik anlarda harekete geçer, daima iz bırakır, kokusu dumanı tüter.

Acaba, yenisinin rayihasını, haberini aldığımız için mi; neticede bu ihtiyar, eski dünyayı istemeden bırakırız?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri