Değerler eğitimi gerekli

Türkiyenin önemli bir sorununu eğitim oluşturuyor

Eğitimde dini ve ahlaki boyutların ihmal edilmesiyle gençlerde ahlaki bozukluğun yaşandığını belirten Özel Başak Eğitim Kurumları Genel Müdürü Ramazan Aksoy, dünyanın seküler eğitimi terk etmeye başladığını kaydetti.

SUNUŞ:
Türkiye’nin önemli bir sorununu eğitim oluşturuyor. Her yıl sürekli olarak eğitim sisteminin yazboz tahtasına dönmesiyle hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin kafaları karışmaya başladı. ‘At yarışı’ olarak tabir edilen eğitim sistemi içinde aileler çocuklarını özel okullara ve dershanelere göndermeye başladı. Bu kapsamda mevcut eğitim sistemini ve özel okulların geleceğini Özel Başak Eğitim Kurumları Genel Müdürü Ramazan Aksoy ile görüştük. Ramazan Aksoy, eğitimin Türkiye’de tam anlamıyla oturması için köklü bir eğitim reformuna ihtiyacı olduğunu belirterek, çocuklara zihni eğitimin yanında manevi eğitim olan adabı muaşeret, ahlaki değerler ve erdemlerinde mutlaka kazandırılması gerektiğini söyledi. Manevi eğitimden uzaklaşılmasıyla “Uyuşturucu kullanımı yaşı düştü, şiddet arttı, başarısızlık, iffetsizlik arttı” diyen Ramazan Aksoy, şunları kaydetti: “Onun için temel ahlaki değerleri çocuklara tanıtmak istiyoruz. Bu noktada Avrupa’da seküler eğitimin gençlerde ahlaki ve manevi bozukluğa yol açması nedeniyle değerler eğitimi altında farklı dersler getirildi” dedi. Aksoy, çocuğun verilen bilgiyi tam alması noktasında öğretmene de büyük görev düştüğünü, öğretmenin ilgi göstermemesi neticesinde çocukta istenilen başarının yakalanmadığını kaydetti.

ARASÖZ:
“Dini ve ahlaki boyut ihmal edilip çocuklar sadece maddi boyutla eğitildiği için istenilen sonuçlara ulaşılamadı hatta çok kötü sonuçlarla karşılaşıldı. Zihin temelli eğitim elbette olmalı, en güzel şekilde olmalı manevi boyutu ihmal edilmemeli”

Ramazan Aksoy kimdir?
1961 Ankara doğumlu. İlköğretim, ortaokul ve liseyi Ankara Polatlı’da okudu. 1977’de Selçuk Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümünü kazandı. Üniversiteyi bitirdikten sonra öğretmenlik hayatı başladı. 3 yıl Nevşehir Kız Öğretmen Lisesi ve Nevşehir Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Konya’da açılan özel okullarda ve dershanelerde görev yaptı. 4 yıl Özel Lale Lisesi’nde görev yaptı. Özel Elmas Koleji’nde 2 yıl çalıştı. Özel Gençlik Eğitim Kurumları’nın kuruluş aşaması içinde bulundu. 2002 yılında İstanbul’a giderek, 4 yıl Özel Şirinler Koleji’nin müdürlüğünü yaptı. 2006 yılında Özel Başak Eğitim Kurumları’nın Genel Müdürü olan Aksoy, bu görevine devam etmektedir.

* Uzun yıllar dershane ve okullarda görev yaptınız. Okulla dershane arasındaki farkı nasıl görüyorsunuz?
– Dershanelerde her yıl öğrenci değişiyor. O yıl üniversite sınavına veya liselere girmek için çocuklar bir yarış havası içinde yoğun şekilde çalışıyorlar. Eğitimin gerçek manasıyla dershanelerde yürütülmesi çok zor. Öğretim boyutu ise yarış şeklinde oluyor. Hem öğretim hem de terbiye olarak eğitimin iki açıdan yürütülmesi için mutlaka bir okul ortamının olması gerekiyor. Özel okullar bu iş için en uygun ortamları oluşturabiliyor. Nitelikli bir öğretim yaptırarak öğrencilerin hem mevcut dersleri daha iyi öğrenmelerini sağlıyorlar hem de hayata uyum kapasitelerini geliştirerek, temel ahlaki değerleri kazandırarak, sağlam bir karakter ve zengin bir kişilik sahibi olmalarını sağlamaktadır. Bunun için okullarda çalışmayı daha çok istiyorum.
* Bu noktada siz eğitimi nasıl görüyorsunuz, eğitim deyince ne anlıyorsunuz?
– İnsan bu dünyaya niye gelir veya Allah insanı yarattıktan sonra bu dünyaya niye gönderir? ‘Sınav için gönderiliyor’ deniyor ama sınav ve imtihanda eğitimin bir parçasıdır. Allah Kur’an’da insanların dünyayı gönderiş amacını üç şekilde tarif ediyor. Bir tanesi yaradanı tanıması ve ona ibadet etmesi, ikincisi yeryüzünü imar etmesi, üçüncüsü Allah’ın halifesi olarak yaratılan insanın insanlar arasında yönetilişimi gerçekleştirmesidir. Hz. Peygamberimiz de ‘beşikten mezara kadar okuyun’ buyurmuştur. İlim tahsilini tavsiye etmiştir. ‘Ya öğrenen olunuz, ya öğreten olunuz, ya dinleyen olunuz ya bunları sevenlerden olunuz ya da beşincisi olmayın’ buyurmuştur. Dört grubun dışında olmak pek mümkün değil. Bu dört gruba girmeyene insan bile demek pek mümkün değil. Eğitimi iki boyutta incelemek mümkündür. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Talim ve Terbiye Kurumu da eğitimi bu anlamda incelemektedir. Talimden kasıt öğretimdir. Terbiyeden kasıt ise adabı muaşeret, ahlaki değerler ve erdemleri çocukları kazandırmaktır.
“ATAERKİL AİLE YERİNİ ÇEKİRDEK AİLEYE BIRAKTI”
* Talim ve terbiye boyutu bu anlamda hangi yaşlarda verilmesini daha uygun görüyorsunuz? Okul öncesi eğitim bu noktada önemli midir?
–Çocuklar doğar doğmaz önce annesinden ve aile ortamından eğitimi almaya başlıyor. Daha sonra yavaş yavaş yakın çevresi devreye giriyor. Çocuğun ilk eğitimi şekilleniyor. Bu dar çevre yeterli olmuyor, bu durumda okul devreye giriyor. Ondan önce anaokulları devreye giriyor. Bazen anaokullarını sadece çalışan anneler için, gerekli görüyorlar ama ben şahsen öyle görmüyorum. 3 yaşından itibaren aile yeterli olmuyor ve çocuk çevreden eğitim almaya başlıyor. Eskiden anaokullarına ihtiyaç yoktu. Çünkü ataerkil aileler vardı. Her evde bilge diyebileceğimiz tecrübeyle donanmış dede, nine vardı, anne çalışsa bile dede-nine çocuğun ilk terbiyesini en güzel şekilde verebiliyordu. Günümüz de ise ataerkil aile kalmadı, çekirdek aile hâkim. Anne çalışmasa bile anne yoğun ev işlerinden çocuğa fazla zaman ayıramıyor. Bu noktada bakıcılar çok kaliteli olamıyor. Annelerde çare bulamadıkları için çocuklarını televizyona veya internete teslim ediyor.  Bu ise çok yanlış ve tehlikeli bir davranıştır. Bu noktada okul öncesi eğitim kurumları anne-babının veya aile çevresinin veremediği temel bilgileri ve terbiyeyi olabildiğince pedagojik performansa uygun olarak vermeye çalışıyor. Çocuklar burada kaynaşmayı öğreniyor, matematik, Türkçe ve İngilizcenin temel kavramlarını öğreniyor.
* Temel eğitim noktasında öğretmen seçimi de önemli midir?
– Tabii ki önemlidir. Anne ve babalar iyi öğretmeni, idealist öğretmeni, fedakâr öğretmenleri tercih edebilmeli. Aileler onları da arayıp bulmalı ve çocukları onlara emanet etmeli. Emanet etmeli, çünkü anne-babalara çocuklar Allah’ın bir emanetidir. Onun için çocuklarını iyi yetiştirmeli, eğitimini en güzel şekilde vermelidir. Mutlaka bir öğretmenin de çocuğu anne-babadan kendisine aktarılan bir emanet bilincinde olması gerekiyor. Öğretmende emanet şuuru olursa bu emanetin hesabının olduğunu bilir. Emanetin gereğini en güzel şekilde yerine getirmeye çalışır.
* Eğitim noktasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatını yeterli buluyor musunuz?
–Milli Eğitim’de uzmanlar çocukların yaş seviyelerine göre hangi dersleri hangi oranda alabilmesi gerektiğini belirlemeye çalışıyorlar. Ama herkes bilir ki bu hususta milli eğitim çok da verimli değil. Çok sık değişikliklere neden olmaktadır. Bu kadar sık değişiklik doğruyu bulmak için olabilir ama müfredat sık sık değişmemeli. Öğretmenler ve öğrenciler değişen müfredatlar içinde moral ve motivasyonları yitirebiliyorlar. Onun için eğitim anlayışında köklü bir değişiklik olması gerekiyor. Eğitim anlayışından köklü değişikliği de insana bakış açısının gözden geçirilmesiyle mümkün olabilecektir. Genellikle seküler eğitim programlarında eğitim alan çocuklar sadece zihinsel bilgiler veriliyor. Fakat manevi yönden gönül, kalp boyutu unutuluyor. Öğrencilerin kalp, gönül boyutunu da ihmal etmemek gerekiyor. Bu aynı hormonlu patatese benzer. Belli bir yönden çok fazla gelişiyor belli bir yönden az gelişiyor. Bu da bir müddet sonra şikâyetçi olduğumuz sorunları ortaya çıkarıyor.  Okullarda şiddet, uyuşturucu kullanımı, iffetsizlikler, saygısızlıklar, başarısızlıklar yanlış eğitim sonucunda ortaya çıkıyor.
“DÜNYA DEĞERLER EĞİTİMİNE ÖNEM VERMEYE BAŞLADI”
* Milli Eğitim Bakanlığı’nın değerler eğitimiyle ilgili çalışmalarını nasıl görüyorsunuz?
– Değerler eğitimi ve karakter gelişimi adı altında bu konuyu tamamlayıcı iki program ortaya koyduk. Seküler eğitim kurumlarında bu isimle değişik programlar var. Dini ve ahlaki boyut ihmal edilip çocuklar sadece maddi boyutla eğitildiği için istenilen sonuçlara ulaşılamadı hatta çok kötü sonuçlarla karşılaşıldı. Uyuşturucu kullanımı yaşı düştü, şiddet arttı, başarısızlık, iffetsizlik arttı. Onun için temel ahlaki değerleri çocuklara tanıtmak istiyorlar. Bizde temel faziletlerimizi tespit ettik. İmam-ı Gazali, Hadimi Hazretleri, Kınalı Zade Ali Efendi, Gülşeni Hazretleri gibi şahsiyetlerin ahlak ve erdemlerini araştırdık. Okul içinde ve okul dışında bu programları uygulamaya çalışıyoruz. Temel faziletleri ve ahlaki değerleri çocukları tanıtıp erdemli içselleştirerek, yaşamalarına yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Adaleti terk etmeyen, zulme bulaşmayan gençler istiyoruz, buna yönelik eğitim programları vermeye çalışıyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı 28-29 Mayıs 2010 tarihinde İstanbul da ‘Değerler eğitimi’ başlığı altında iki günlük sempozyum düzenledi. Daha sonra eylül ayında bakan ilk ders genelgesini gönderdi. Bura da değerler eğitimi programının gerekliliğinin üzerinde duruyor ve isteyen okulların öğretmenler kurulu kararı alarak kendi bünyelerinde uygulayabilmesine izin veriyor. Artık dünyada seküler eğitim kurumları gidişatın sonucunu iyi görmüyor bu gidişin çok iyi olmadığını bakanlık seviyesinde herkes görmeye başladı. Bunun için önlemler arayışı içine girdiler. Biz de 9-10 yıldır yaptığımız uygulamaları bakanlığı da gönderdik.
* Özel Başak Eğitim Kurumları olarak nasıl bir eğitim sistemi uyguluyorsunuz?
– Biz eğitim verdiğimiz öğrencilere eğitim anlayışı olarak önce tek boyutlu değil de bir başka boyutu olan manevi boyutunu da veriyoruz. Bu yönde eğitim almalarını sağlayacak çalışmalar yapıyoruz. Zihin temelli eğitim elbette olmalı, en güzel şekilde olmalı ama kalp, gönül boyutu ihmal edilmemeli. Müfredatla ilgili hususlarda ise Milli Eğitim’in resmi müfredat programını uygulamak zorundayız ama orada da yapabildiğimiz kadar öğrencileri seviyelerine göre gruba ayırarak seviyeleri biraz geri kalmış öğrencilerin de diğerlerin seviyelerine ulaşması için ilave çalışmalarla eksikliklerini kapatmaya çalışan bir anlayışımız var. Teknoloji öğretmenlerimiz seçilerek alınıyor, öğrenim teknikleri ve pedagojik performansları gayet iyidir. Okul içinde ve okul dışında en güzel şekilde ilgilenirler. Tüm çocukların bir müzik aleti çalmasını sağlamasını hedefliyoruz. Bu gelişmeleri açısından önemlidir. Aileler de birçok fedakarlıklar yaparak çocuklarını özel okullara gönderiyorlar. Biraz farklı olması lazım. Öğrencilerin boş zamanlarını müzikle uğraşarak, resim, spor yaparak dinlenmelerini ve kendilerini farklı boyutlarda geliştirmelerini istiyoruz.
* Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarla özel okullar arasındaki farkı nasıl görüyorsunuz?
– Tüm okullarımızın en güzel şekilde olması hepimizin amacı. Bu kurumlarda eğitim alanlar geleceğimizi inşa edecekler. Vaktinde gerekli eğitimi en güzel şekilde alsınlar istiyoruz. Özel okulların seçerek öğretmen alma imkanı var.  Artı rakipleri var, rekabet ortamı da çok farklı etkinliklere yönelmesini zorluyor. Tabiatın kanunudur, rekabet oluştuğu zaman herkes birbirinden daha iyi etkinlikler, daha faydalı etkinlikler yapmaya çalışıyor, bunlar da kaliteye olumlu yönde etki ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda bu rekabet yok. Öğretmeninin asgari olarak yapması gereken işler belirlenmiş, daha iyisini yapma noktasında teşvikte yok, zorlamakta yok. Öğretmen çok iyidir ama çalışma motivasyonu sağlanmayınca ister istemez bir müddet sonra körelmeler meydana geliyor. Bu noktada fark ortaya çıkıyor.
“ÖZEL OKULLARIN SAYISI YÜZDE 30’LARA ÇIKMALI”
* Ramazan Bey, uzun yıllardır özel sektörün içindesiniz. Bu anlamda özel okulların geleceğini nasıl görüyorsunuz?
– Türkiye’de özel okul sayısı yüzde 5’lerden yüzde 30’lara çıkabilir. Devletin eğitim yükünü ve sıkıntıların üstlenmede de özel okulların öyle bir yeri vardır. Özel imkânları olduğu için özel okullar, devlet okullarının önünü de açabilir. Bu noktada devletin özel okulları teşvik etmesinde bir sorun yok. Bu noktada paket hazırlanmıştı ama cumhurbaşkanından dönmüştü bir daha böyle bir çalışma olmadı. Belki bu seçimden sonra gelebilir. Daha olumlu yönde gelişebilir.
* Özel Başak Eğitim Kurumları’nda çocukların kendilerini geliştirmesi için ne tür bilimsel çalışmalar içinde bulunuyorsunuz?
– TÜBİTAK projelerine gruplar halinde hazırlanmalarına yardımcı oluyoruz. Çok büyük başarılar da elde ettik. Yeni şeyler icat etmenin mutluluğunu yaşıyorlar, ekip halinde ödüller de alıyorlar. Bilgisayardan 3 tane projemiz kabul edildi, matematik ve kimyadan iki proje çok iyi itibar gördü. Daha genişleterek projeler üreteceğiz. Türkiye’deki okullarda eğitimin kalitesinin arttırılması öğretmenlere bağlı. Öğrenci merkezli eğitim yapıyoruz ama eğitimin niteliğini artırmak için öğretmen merkezli eğitimi göz önünde bulundurmak gerekiyor. Çünkü öğretmen yetiştireceği öğrenciye fedakârca yaklaşır ve tekniğini bilerek bu konuda gereken çalışmaları yaparsa, çocuk daha başarılı olabilir. Aynı öğretmen bana ne tarzında davranırsa o öğrenciden elindeki kabiliyetleri köreltir noktaya gelebilir. Artırıcı çalışmalar yapılmalı. Motivasyonu engelleyici kırıcı davranışlardan kaçınılmalı ve öğretmenin öğrenciye yönelik yapacağı okul dışı çalışmalar da bir şekilde ödüllendirmeli.
* Bazı siyasetçilerin belirttiği gibi sınava endeksli eğitim sistemi kalkmalı mı? Yani YGS, LYS ve SBS gereksiz mi?
– Sınava endeksli bir eğitimin sıkıntılarını çok görüyoruz. 3 yıl boyunca SBS konduğundan öğrenciler 4. sınıftan itibaren dershaneye gitmeye başladı. Zihni buna yönelmişti, veliler bu hususta çok ciddiydi. Ergenlik çağında aile, komşu, akraba baskısı artmaya başladı. Bu durum sosyal davranışlarında bozulmalara yol açtı. Sosyal hayata ihtiyacı olan çocuk derslerle dershane okul arasına hapsedildi. Acımazsız bir sınav hazırlık sistemine girmişlerdi. Fakat 6. ve 7. sınıflarda SBS kalktı. Öğrencinin kabiliyetine uygun iyi bir mesleki yönlendirme yapılması lazım. Ancak bu yönlendirme de başarılı olamadı. Çünkü rüşvet, torpil, adam kayırma yaygın olduğu için sağlıklı bir ayrıştırma yapılamıyor. Az sayıda başarılı lise var az sayıda öğrenci alacak bu noktada belli bir sınavla seçerek almak zorunda kalıyor. Onun için komple bir eğitim reformu anlayışı geliştirilmeli.
* Ramazan Aksoy Bey, açıklamalarınız için çok teşekkür ediyorum. Son olarak neler söylemek istersiniz?
– Bir öğretmen olarak Türkiye’deki eğitim meselesine kafa yoran ve anlamaya çalışan birisi olarak çocuklar, en güzel eğitimleri almaya layıktır. Allah’ta insanları bu dünyaya eğitim almak için göndermiştir. Anne ve babaları çocukları emanet etmiştir. İlk eğitimlerini verdikten sonra daha geniş bir eğitim almak için okullara gönderiyor ve öğretmenlerle bu sorumluluklarını paylaşıyorlar. Öğretmenler çocukları anne ve babanın emaneti olarak almışlarsa da Allah’ın da bir emaneti olduğu bilinci içinde hareket ederlerse bu çocukların yeteneklerini geliştirici ve onları en verimli bir şekilde millete yararlı şekilde eğitilmesini sağlayabilirler. Bu iş öğretmende bitiyor. Öğretmen çocukla yeterli şekilde ilgilenmiyorsa kanun yönetmelik ve genelgenin hiçbir şekilde faydalı olması mümkün değildir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Röportaj Haberleri