Cihadın küçüğü ve büyüğü

Nevzat Laleli

Gençlik inceleme yazı serisi

 

Tarikatların çalışma sahasına giren en önemli konu hiç şüphesiz “nefis terbiyesi” dir. Ancak nefis terbiyesinde müridan’ın (tarikat bağlısının) gurur ve kibirden uzaklaşması ve çevresindeki ister Müslüman, ister gayr-i Müslim olsun veya ister insan, hayvan veya bitki olsun hepsine şefkatli ve faydalı insanlar olmasına çalışmasıdır. Çünkü İslam’ın özü; “Halik’ı tazim ve mahlûkata şefkat” tır. Şefkatin en üst mertebesi, insanların “Adil bir düzen” de yaşamalarını temin için, var gücüyle çalışmak yani “cihat” etmektir.

Herkesin dilinde dolaşan (maruf) bir hadis-i şerif vardır.  Sessiz, sakin, bir Müslüman’a sorsanız; “Niçin içine dönüksün. Hâlbuki Müslüman dışa dönük olmalı ve çevresindeki herkes senden yararlanmalıdır” deseniz size bir hadis-i şerif söylemekte ve durumunu açıklamaya çalışmaktadır. Buna göre bir Müslüman’ın “nefsiyle yaptığı cihad büyük cihaddır” ve bizimki işte bu cihadı yapmaktadır. Bu insan evinden işine, işinden evine gidip gelen bir insan durumuna düşmekte, çevresiyle ve insanlarla irtibatını kesmektedir.

FAYDALI OLMAK

İnancımızın temeli başkalarına faydalı olmanın üzerine kurulmuştur. Nakşibendî Hazretleri (k.s); “Müridanımız, başkasına yapılacak bir iyilik için zikrini bahane ederek oturamaz. Ya o hayırlı işi yaparken zikrini yapar veya hayırlı işini yaptıktan sonra…” diyerek yol göstermektedir. Nitekim namaz gibi farz bir ibadette bile eğer can tehlikesi belirmişse namaz bozulmakta, cana gelen tehlike bertaraf edildikten (giderildikten) sonra namaz kaza edilmektedir.

Cihad ise hem bir farz ve hem de insanlara en büyük bir faydayı sağlamaktadır. Asr-ı saadette zülüm altında inleyen insanları, insanca yaşama ortamına getirmek için yapılmış ve bu uğurda birçok sahabe-i kiram şehid, birçokları da gazi olarak, insanların din seçiminde, ticaretlerinde, ırz ve namuslarının korunmasında, çocuklarını istedikleri gibi yetiştirmede serbest bir ortama kavuşmuşlardır. İstanbul’un fethinden önce orada oturan Rumlar, içerisinde bulundukları şartlardan kurtulmak istedikleri için; “Biz kardinal şapkası görmektense, Müslüman sarığı görmeye razıyız” diyebilmeleri, Sultan Fatih’in onlara büyük serbestlik sağlayacağını bilmelerindendir.        

BÜYÜK CİHAD

Söz konusu hadis-i şerifte peygamberimiz (s.a.v); “Küçük cihad’dan, büyük cihada dönüyoruz” buyuruyor. Sahabeyi kiram (arkadaşları) sorarlar; “Ya Rasulallah. Birçok arkadaşımızın şehit olduğu bu cihaddan daha büyük cihad nasıl olur?” Buyuruyor ki peygamberimiz; “İnsanın nefsiyle yaptığı cihad, büyük cihaddır”

Ayetlerin nüzul sebepleri gibi hadis-i şeriflerin de irad (söylenme) sebepleri bulunmaktadır. Söz konusu hadis-i şerif, “Bir gazadan dönerlerken…” irad buyrulmuştur. Bir sohbet esnasında, çarşıda-pazarda değil. Burası, hadis-i şerifi iyi anlayabilmek için çok önemlidir. Yani bizzat yapılan bir silahlı mücadeleden dönerken söylenmektedir. 

Cihad, bilindiği gibi yeryüzünde Allah’ın emrinin (ilim, insanlık, ahlak, adalet, fazilet, refah ve saadet gibi üstün değerlerin) hâkim olması için yapılan mücadelenin adıdır. Birinci önemli özellik fi sebilillah (Allah için) olmasıdır. Mal kazanmak, mevki ve makama kavuşmak, güzel bir kızla evlenmek gibi dünyalık beklentilerle bu farz eda edilmiş (yapılmış) olmamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de cihad ayetlerinin geçtiği birçok yerde  “bi emvalikum ve enfisüküm” (mallarınız ve canlarınızla) buyrulmaktadır. Yani Allah yolunda cihad edenlerin mallarından ve canlarından vermelerini istemektedir. Kısaca, “Cihad, Allah yolunda malını ve canını verebilmektir

VERMEK ESASTIR

Hadis-i şerife döner ve yukarıdaki açıklamalar ışığında tekrar inceleyecek olursak peygamberimizin Müslümanlara şu ikazı yaptığını anlarız; 

“Ey ashabım, (ümmetim) seferde (savaşta), düşmanın ve onun kılıcının (silahlarının) varlığı size cihad için malınızdan ve canınızdan vermeyi kolaylaştırır. (Eğer siz isteyerek vermezseniz düşmanın gelecek ve bu veremediklerinizi fazlasıyla alacaktır). Hâlbuki şimdi seferden hazara yani savaşsız döneme geçiyoruz. Bu devrede düşman yok, düşmanın kılıcı da yoktur.  Sizin seferde olduğu gibi hazarda malınızdan ve canınızdan vermeniz zordur. Bu nefse ağır gelir. İşte, sulh zamanında da seferdeki gibi verebilmeniz için nefsinizi terbiye edebildiğiniz kadar edin (onunla cihad edin) Allah yolunda malınızı ve canınızı her an vermeye hazır bulunun” buyurmaktadır, diye anlamalıyız.

SIRAYA DİKKAT

Bu hadis-i şerifi hayatlarında ölçü olarak kullanmak isteyenler görmezler mi ki, Peygamberimiz ve ashabı kiram gibi erişilmez yükseklikte bulunan bu insanlar bile cihadın küçüğünü (silahlısını) yaptıktan sonra büyüğünü yapmaya yönelmekte, hemen büyüğüne sarılmamaktadır. 

Bu bir takım insanların dediği gibi, “nefis terbiyesi yapmak” adına bir lokma, bir hırkaya razı olmak, hiçbir şeye karışmamak, bol bol tesbihat yapmak (elbette tesbihat yapılacaktır) anlayışı değildir. Bu hal, “selamet der kenârest” (selamet, kenarda kalmaktır) anlayışı belki de nefsin en çok sevdiği bir hâldir. Bu ise nefsin terbiye edilmesi değil bilakis nefse boyun eğmek, ona teslim olmak demektir. 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.