Minik yavrusunu ve vefalı eşi Hacer’i çöle bırakmış geldikleri yöne geri dönüyordu. Hacer şaşkın bakıyordu. “Ya İbrahim bizi bırakıp nereye gidiyorsun...” Yürüyordu İbrahim, uzaklaşıyordu ayrılığın ağır sancısıyla. O, şüphesiz bir teslimiyetle böylesi dayanılmaz bir hasrete razı olmuştu. Ağıtsı ve yüksek bir sesle tekrarladı Hacer; “Ya İbrahim bizi bu çöllerde bırakıp nerelere gidiyorsun!?” Döndü İbrahim, gözleri dolu dolu baktı, konuşacak mecali yoktu; imtihanın ağırlığı boğazına düğümlenen hıçkırıklarla nefesini daraltıyordu. O ferasetli kadın anlamıştı; bunu sana Allah mı emretti? Evet dedi bakışları İbrahim’in. O zaman git dedi Hacer, Allah(c.c.) bize yeter, O bizi asla zayi etmez…
Bu hadise bana ‘iman ettim’ demekle ‘iman etmişler’ arasındaki uçurumu anlattı. Azıcık empati yapalım; kim annesiyle küçücük yavrusunu hiçbir hayat emaresinin olmadığı bir çöle bırakır? Hangi akıl bunu anlamlı bulur? Ne yapacaklar kupkuru çölde?
Allah’ın(c.c.) birçok şeyi emrettiğini biliyoruz. Ama sebeplere riayet etmek imandan önce geliyor bize göre… Sebeplerin sonuca direkt tesir edeceğinin yanılgısıyla yaşıyoruz. ‘Şöyle yapmasaydık böyle olmazdı’ ifadesinin imanî bir zayıflık olduğunun farkında değiliz. Sebepleri, Sebepleri Yaratan’ın önüne koyuyoruz da farkında değiliz. ‘İman ettik’ dedik ama sanki ‘iman etmişler’den uzağız da farkında değiliz.
Bir yol var yürüdüğünüz. Yola Sınırsız Gücün rehberiyle çıkıyorsunuz. Sınırsız Gücün… Küçücük bir sinekle kendini en yüce zannedenlerin acziyetini bize gösteren Kudretin rehberi yol gösteriyor; duruşunuzla, bakışınızla, dilinizle, hislerinizle, duygularınızla Allah’ı anlatın. Ne pahasına olursa olsun hep Hakikati hatırlatın. Dünyada mağdur olmayı, makamlara tercih edin. Amacınızı araçlara kurban etmeyin…
Korkuyoruz sanki biraz. Doğruyu söyleyecek gibi oluyoruz ama çoluk çocuk var işte. Etraf var…
-Etraf ne der…
-Kocaman itibarı vardı derler, dilini tutsaydı ya biraz derler. Doğruyu söylemek ona mı kaldı derler…
“Kimin karşısına çıkıp hakikati haykıracağımı biliyor musun? Sen benim yerimde olsan konuşabilir miydin..?”
Kimin karşısına çıkıp hakkı hatırlatacağını biliyorum da unuttuğun bir şey var. Oyunu oynayanların sen gibi insan olduğunu unutmuşsun. Sen gibi yiyip içtiğini, sen gibi uykuya yenik düştüğünü, sen gibi hastalandığında kıvrandığını unutmuşsun. Ve bir gün sen gibi iki metrelik beyaz beze sardırıldığını unutmuşsun. Bir gün dünya oyunun tadının kaçacağını unutmuşsun.
Mutlak hesap gününü… Sorarlar adama; kardeşine atılan iftiralara, onun hakkında söylenen onca yalanlara, her gün dillerine doladıkları dedikodulara karşı susmayı sana Allah mı emretti!?
“İftira öyle bir afettir ki, içinde yalan, zulüm, bühtan, dalalet, hıyanet, nankörlük, kalleşlik, densizlik, fısk u fücur, fitne ü fesat, her türlü redâeti barındırır. Ve Hakikat Rüzgârı, her iftirayı müfterinin alnına yapıştırır!”