Beş liralık mutluluk

Mervenur Dalbudak

 

Geçtiğimiz günlerde yaşadığım küçük bir olayı satırlara dökmek istedim.  Bana derin manalı bir ders verdi bu anı. Belki okuyanların da kalbinde ufacık bir titreme olur diye düşünerek yazmaya karar verdim. Hafta sonu gittiğim bir alışveriş merkezinin bijuteri reyonunda yedi sekiz yaşlarında küçük bir kız çocuğuna rastladım. Çocuk karşısında duran rengârenk dizilmiş saç tokalarına hayran hayran bakıyor, eline alıp uzun uzun inceleyip yerine bırakıyordu. Çocuğun yüzündeki ifadeyi, hal ve hareketlerini hiçbir detayı atlamadan inceledim. Açık kumral beline kadar uzanmış saçları bakımsız ve dağınık duruyordu. 

**

Kıyafetleri kir, pas içinde elleri neredeyse tozdan görünmeyecek halde. Rengi maviden yeşile çalan kocaman gözleri kusursuz bir parıltıyla inceliyor fiyatları en fazla beş lira olan tokaları. Gördüğüm manzaradan anladığım kadarıyla bu çocuk vaktinin büyük çoğunluğunu sokaklarda geçiyor ve o çok beğendiği tokalardan almak için cebinde hiç parası yok. Ben bu küçük kızı izlerken reyon görevlisi çatık kaşları ve memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle çocuğa yaklaştı ve onun ceplerini kontrol etti. Beklenen olmadı, çocuk masum cebine hiçbir şey koymamış. Dayanamadım ve yanlarına gittim. Güzel bakışlı küçük kızın beğendiği tokalardan birini aldım ve ücretini ödemek için kasaya gittim. Ben ödemeyi yaparken küçük kız ortadan kayboldu. Elimde tokayla sağa sola baktım. 

**

Mağazanın dışına çıktım, kapının önündeki çocuklara sordum ama küçük kızı bulamadım. O kadar üzüldüm ki tokayı güzelliği tozların ardına saklanmış saçlarını takamadım. Çaresiz çantama koydum ve günlerce o küçük kızla yeniden karşılaşmak ümidiyle iş çıkışları eve yürüyerek gittim. Günler geçti ama küçük kızım yoktu. Sonra bir gün… Yorucu bir günün ardından eve dönerken aniden birinin koşarken bana çarptığını hissettim. Küçük kızım tevafuk eseri beni bulmuştu. Üstü başı yine toz içindeydi. Ama o güzel gözleri pırıl pırıl bana bakıyordu. Hemen çantamdaki tokayı çıkarıp saçlarını taktım. “bunu ben sana almıştım ”dedim. Bir an durakladı ve ”benim mi bu” diyerek teyit etti. “evet” dememle o küçücük bedeni var gücüyle sarıldı bana. Sımsıkı sarıldı. Tam da korona virüsün ülkemizdeki ilk vakasının tespit edildiği gündü ve bu benim o an hiç umurumda olmadı sarıldık birbirimize. Kocaman gözlerinde ki gerçek mutluluk her şeye bedeldi. 

**

Bu anıyı neden anlattığıma geleyim hemen. Biz elimizdekinin hep daha fazlasını isterken hiçbir şeyden memnun olmazken beş lira ile mutlu olabilen bu küçük kız hepimizin insanlığından utanmamız için yeterli değil mi? Görmezden geldiğimiz nice hayatlar var ki bir kuru ekmeğe değil bir sıcak bakışa muhtaç aslında. Çünkü onların gönlü hepimizden zengin... Biz cebimizi doldurup karnımızı doyururken insanlığımızı aç bırakmışız. Akşam olup sıcacık evimizde ailemizle birlikte sofraya oturup bir kâse çorba içebiliyorsak biz dünyanın hem en şanslı hem de en zengin insanlarıyız. 

**

Hiçbir salgın hastalık insanlığımızı unutmak kadar tehlikeli olamaz ki fiyatlara uygulanan artışlar da bunu destekliyor. Başınızı kaldırın ve etrafınıza bakın. Bizim şikâyet ettiğimiz hayatlar belki de başkalarının hayalidir. Bencil olmayalım. Zalim olmayalım. Şükretmesini bilelim. Beş liralık mutluluk bana hayatımın en güzel dersini verdi. Bedenen bir süre sarılmayalım elbette ama kalpten sıkı sıkıya sarılalım birbirimize. Yeter ki birbirimizi görmezden gelmeyelim. İnsanlığımızı kaybedecek kadar bu dünyanın parıltısına kapılmayalım. Hayat bir bataklıksa bizi iyilik kurtaracak.