Balo’nun Balonları

Ayşe Aslı Duruk

Neredesin?

Sahi, nerede?

Zihninin olduğu yerde mi, yoksa, vücudunun oldugu yerde misin?

Hangisi doğru? Ya da... Gerçek?

Sorsalar, istisnasiz her birimiz, etten kemikten ve sinirden yaratılmış olan bedenimiz her neredeyse, orada olduğumuzu söylüyoruz. Sanki bunlardan ibaretmişiz gibi. Mesela Konya'dayım, Trabzon'dayım, evdeyim, marketteyim, ya da, iş yerindeyim ve bunun gibi cevaplar veriyoruz. Doğruyu söylüyormuşuz gibi. Ah biz küçük yalancılar! Nasılsın dediklerinde hiç düşünmeden "iyiyim" dediğimiz gibi. Görünen, hemen yüzeyin üzerinde duran cevaplar... Sanki yüzeyde görünen o suyun derinliği, aslında fersahları bulmuyormuş gibi...

Gibi!

Sanki!

Oysa kendimizden biliyoruz ki, herkesin somut varlığının ardında ve altında buz dağının o görünmeyen, devasa kısmı var. Gözden ırak olan ama gönülden uzak olmayan o aslan payı... Tabi kimse kimseyi fazla eşeleyip deşelemiyor, kendi içinde zaten boğulurken bir başkasındaki derinliğe tanık olup bu şahitliğin getireceği sorumluluğu sırtlayıp yüklenmemek için. Sorumluluk derken, her kahramanın içinde yatan o kurtarma güdüsünden söz ediyorum. Kahramanlık yalnızca masallarda olabiliyor, o kadar. Boğulmaktan daha kendini kurtaramayan kahraman(!) nasıl olur da bir başkasına yardım edebilir ki zaten? Dünya'nın en iyi ressamı bile, bir başkasındaki maviliği renklendiremez bu yüzden. (Mavi, hüznün rengidir)

O halde başa dönelim yine.

Neredesin? Basit, sıkça kullanılan ama aslında aslıyla hiç yüzleşilmeyen soru...

Yüzleşecek kadar cesur olduğunuzda, sorunun tek ve basit bir cevabının olmamasıyla karşılaşmanız çok muhtemel.

Ben sordum. Bin bir türlü cevabın üzerime doğru koşarak geldiğini görünce, bedenden ibaret olduğum yalanıyla oyalamaya çalıştım kendimi hemen. "İşte buradayım" dedim, "Ayaklarımın yere bastığı yerdeyim"

"Gel" diyorum zihnime o yüzden. Ya da "Git" diyorum bedenime bazen. Onları bu bölünmeden, bu ayrılıktan kurtarmak isteyip, iki aşığı birbiriyle buluşturmak isteyen bir ara bulucu gibi tıpkı.

Lakin ne gelen oluyor, ne de giden... İkisi de hem birbirine hasret, hem de birbirinden inatçılar. İki farklı yerde yaşayan, bunu gizlice yapan ama zaten açıktan yapmak istese de bu imkana sahip olmayan birisinin çaresiz bakışları, gelip gözlerime oturuyor sonra. Gizliliğin bir seçim olmaktan çıkıp, bir mecburiyete dönüştüğü anlarda kendisini tek ve yapayalnız hisseden birisinde olduğu gibi tıpkı.

Ve felekleri yakip yandiran ve her defasında ancak hüsran ve mağlubiyet dışında hiç bir sonuç ve karşılık alamayan isyanları bastıran kişi, o isyanı başlatan asinin/asiyenin ta kendisinden başkası olmuyor coğunlukla. Ben de kendi düzenimin hem bozguncusu hem de buna bir çekidüzen ve nizam getiricisi olduğum için, kötülükten dönen her tövbekarın yüzündeki o tecrübe ve erdem dolu ifadeyle, bu mesafenin varlığını, tıpkı kesin bir fizik yasasıymış gibi kabullendim. Kabulleniş, sakinleştirip dinlendiriyor ilkin. Bilgelik ise, bu kabullenişin ardından getirip bıraktığı sükunetin içerisinde bir yerlerde duruyor.

Zihin ve vücut arasındaki mesafe, diyorduk. Arada durduğunu kabullendiğim aşılmaz uzaklık. Bu mesafedeki yorucu yolculuk... Bir yandan, devamlılığını sürdürebilmek için ayaklarının, üzerinde bulunduğu yeryüzüne sıkı sıkıya basmasının gerekliliğini iliklerine kadar bilen insan, bir yandan da, bir türlü yerinde durmayan, söz dinlemez ve haylaz bir zihinle tüm gün insan içinde dolanıyor ve zaten o insanların her birisi de aslinda bunu yapıyor ve sorulduğunda "iyiyim" deniliyor ya, bu maskeli balonun balonları bir gün patlar da etraf şenlik yerine döner mi diye merak ediyorum.

Sahi, neredeyiz? Yapmak gereken şey gelmek mi, yoksa gitmek mi?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.