Avustralya ile savaş

Nevzat Laleli

Tarihi konuşuyor yazı serisi

Avustralya nere, Türkiye nere? Biz ne zaman onlarla savaş yaptık ki demeyin. İkinci önemli esasımız, sayımız az, biz ne yapabiliriz ki diyerek güçlüye ve onun zulmüne boyun eğmeyin. Tarih boyunca Müslümanların her şart altında dahi haklının yanında zalim karşısında olmuşlardır. Çünkü onlar, güçlülerin güçlüsü Allah’a inanmakta ve ona dayanmaktadırlar. Allah’a inanıp dayananların gücünü ve başarılarını gösteren, şu Hindistan Büyükelçiliği'nden alınan belge bu gerçeği bir kere daha ortaya koymaktadır.

OSMANLI DÜNYAYA DÜZEN VERİYOR

"Yıl 1912, İngilizler Hindistan'ı işgal ederler. Hindistan kralı Osmanlı'dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan'a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar. Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler.

300 kadar askerin şehit düştüğü savaşta, 40 kadar askerimiz de esir alınır.

Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı askeri, İngiliz gemilerde çalıştırılmaya başlarlar. Bu gemilerinden birisi Avustralya'ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri bir yolunu bulup kaçarlar. Bir süre sonra, adı Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah, baba mesleği olan dondurmacılığı, Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği olan kasaplık mesleğini Avustralya’da yapmaya başlarlar.

AVUSTURALYA’DAN ÇANAKKALE’YE

1918'de İttifak devletleriyle birlikte Avustralya da Çanakkale'ye asker çıkarır.

Bizim iki askeri bu olayı duyarlar ve hemen bir araya gelerek durum değerlendirmesi yaparlar. “Biz Osmanlı askeriyiz. Padişahımıza ve halifemize bağlıyız. Avustralya Devleti Osmanlı'ya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı Avustralya'da yaşayan biz de Avustralya devletiyle savaş halinde olmalıyız” derler.

Ancak bu durum değerlendirmesinde, “sadece iki kişi olduklarını ve karşılarında koskoca bir Avustralya Devleti ve onun ordusu bulunmakta olduğunu, askerler olarak onlara ne yapabilir ki?” diyerek durum tespiti yaparlar.

Netice de; “ Evet biz iki kişiyiz ve karşımızda da kocaman bir ordu vardır ama hiçbir şey yapamasak şehit oluruz ki bu bizim için büyük bir rütbedir” olur, derler.

Avustralya Devlet başkanına bir mektup yazarlar ve onu başkana gönderirler.

Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet ile Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah, Sydney'in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler ve üçüncü tren de askeri mühimmat bularak silahlanırlar.

Aynı bölgede 8 karakol basarlar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar. Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralya devletinin sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve mektubun atıldığı bölgeye 250 kadar asker gönderirler.

Askerler, iki Osmanlı askerini araştırmaya başlarlar. Birkaç gün sonra onları bulurlar. Askerlerimiz, ellerinde bulunan Türk bayrağını da açmışlardır. Avustralyalılara; “Siz Ülkemize niçin gidyorsunuz. İşte biz buradayız” derler ve aralarında sıcak çatışma başlar. Neticede iki Osmanlı askeri Karlıdağlar'da şehit edilirler.

ŞEHİTLER VE MÜZE

İki askerin şu an mezarı Sydney'e 250 km uzakta Karlıdağlar'dadır ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasaklanmış bulunmaktadır. Kasap dükkânı içerisine konan dondurma satış arabası ile askerlerin ticaret yaptıkları mekân bir müze haline getirilir. Dükkânın camekânın da ise şöyle bir yazı yazılıdır. “Ey, Avustralyalı. Milletine, devletine ve başındaki insana bağlı ve bu uğurda gözlerini bile kırpmadan hayatlarını verebilen insanları görmek ve tanımak istersen bu müzeyi ziyaret et” demektedir.

Avustralyalılar; “İki Osmanlı askeriyle savaştık ve çok zayiat verdik” demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize (Hindistan asıllı) diyorlar. Hâlbuki Hindistan'da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge vardır.

HALİFEYE İTAAT

Osmanlı Sultanları, “Halife” unvanı ile devlet yönetmektedirler. Kendilerine, “Halife yani Peygamberimizin Devlet yönetiminde onun yerine geçen insan” denmektedir. Dolayısıyla bu unvan, Padişah’in idari gücüne bir de ulûhiyet gücü yüklemektedir. Dünya’nın neresinde olursa olsun Müslümanlar, Padişah buyruğunu Halifenin buyruğu kabul etmekte ve inançlarının gereği “itaat-i mutlak” olarak kabul etmektedirler. Alınan bir emri yerine getirebilmek için “mallarıyla, canlarıyla ve bütün güçleriyle…” çalışmaktadırlar.

Padişahlar çoğu zaman Garba (Batılılara) savaş açmaz sadece “Şu isteğimi yapmazsanız size Cihad-ı Mukaddes ilan ederim” derlerdi ve o şey hemen yerine getirilirdi. Mesela Alman İmparatoru Şarlman’ın Fransa’ya esir düşmesi üzerine Şarlman’ın annesi Osmanlıdan (Kanuni Sultan Süleyman’dan) yardım istemiş bu istek, Fransa’ya iletilince hemen yerine getirilmiş ve Şarlman serbest bırakılmıştır.

Batılılar, harplerde bir türlü yenemedikleri Osmanlının bu gücünü iyi biliyorlardı. Sadece saltanatın (idarenin) yıkılmasının kendi başına fazla bir işe yaramayacağını, başta İslam ülkeleri olmak üzere bütün dünyayı sömürebilmek için “Hilafet’in de yıkılması gerektiğine inanıyorlardı” Ve yıllar yılı çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırdılar.

Şimdi İslam ülkelerinin halini görüyor musunuz? Her tarafta kan, tecavüz, acı, gözyaşı…

Dünyaya nizam ve intizam veren Osmanlı artık yıkılmıştır ve küçük küçük 64 ayrı devlet ayrılmıştır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.