Asr-ı Hicri’de İstanbul’da İftar Yemeği

Ahmet Güldağ

Önceki yazım da, yıllar öncesi Asr-ı Hicri’de İstanbul’da ki İftar davetlerini sunmuştum sizlere.

(https://www.merhabahaber.com/asr-i-hicride-istanbulda-iftar-sofrasi-8608yy.htm)

Süleymaniye Kütüphanesi’nde eski yazı (Arap Harfleri) olarak basılan ve yayınlanan  “Balıkhane Nazırı Ali Bey” in dizisinden bu günde “13. Asr-ı Hicri de İstanbul’da iftar yemeği” kısmını sunmak isterim…

***

“İftar sofrası ve İftar edecekler  çevrelenmiş bekliyor...” diyerek başlayan Merhum Balıkhane Nazırı Ali Bey, İftar anından ki anlatımına devam ediyor ..

***

“Top atılmasıyla beraber oruçlar açılır, o mükellef sofraya bir hücumdur başlar;

Çorbalar, yumurtalar, etler, börek ve tatlılar birbirini takip ederdi

Beldemiz âdeti gereğince, hele Ramazanlarda yemeklerin çokluğu, misafirlerin ağırlanmasına bir ölçü kabul edildiğinden, yemeklerin arkasının alınmasına kadar beklemek tiryakilerin işine gelmediğinden, çoğu özür dileyerek sofradan kalkardı.

Vekil, vezir ve büyüklerin konaklarının çoğunda yemeğe ara verilmek usulü kabul edilmiş bulunduğundan, iftar vaktine birkaç dakika kala, hazır bulunanların önüne, ufak tepsilerde reçel, peynir, zeytin gibi kahvaltı ve bir iki kâsede çorba konulurdu.

İftardan sonra. Nargile, çubuk, kahve, enfiye vb. gibi şeylerle keyifler yerine getirilirdi. Mükellef giyinip kuşanmış olan iç ağaları, hizmete hazır bir durumda beklerdi.

Gerçi yemekten önce ve sonra, leğen ve ibriklerle elleri yıkamak adet ise de, yemeklerin ellerle yenilmesi çirkin görüldüğünden, sonraları yavaş, yavaş çatal kaşık bulundurulması da yaygınlaştı.

Vaktiyle öd ve amber yakılarak, her tarafı kokulara boğmak adetti.

Büyük daireler de kahve, çubuk gelmesinde de bir çeşit teşrifat vardı.

Evvela çubuklar uzun olmak ve kıymetli Kehribar ve süslü imamelerle bezenmiş bulunmak, mevcut misafirlere bir anda verilmek şart idi.

Hatta Hariciye Teşrifatçısı Kamil Bey, hizmetkârların çubuk getirmesinden kinaye “Bu kargılı heriflerden ne zaman kurtulacağız?” derdi.

Kahve takımını dairenin Kahvecibaşısı getirip, odanın uygun yerinde durur, kahve ibriği, soğumaması için “stil” denilen gümüş zincirli ateşliklere konurdu. Bu stili taşıyan yamak da Kahvecibaşının yanında bulunurdu.

Ne kadar misafir varsa o kadar ağa Kahvecibaşının çevresine dizilirdi.  Tepsinin üzerinde bulunan sırmalı örtüyü kıdemli iç ağası kaldırıp Kahvecibaşının omuzuna kor, sonra ağalar kafesli gümüş zarflarla fincanları alıp, ateşlik üzerinde bulunan ibrikten kahveyi koydurup, zarfın altından tutmak şartıyla yine bir anda misafirlere verirlerdi.”

Nazır Ali Bey sofrada ki  olanları böyle geçtikten sonra, bir diğer sofra anlatımına geçiyor…

***

Mustafa Paşa’nın Sofra ve Yemeği

“Mısırlı Fazıl Mustafa Paşa dairesinin iftar ve sahur ziyafetleri, gerek Ramazanlar da, gerek diğer günlerdeki yemekleri, diğer vekillerin dairelerin de çıkan yemeklerin hiç birisine benzemez.

Çünkü, Türk aşçısı, Frenk aşçısı, yemeklerinden başka, diğer deniz mahsullerinden, kilerci başı birtakım yemekler daha hazırlardı.

Yemekler gayet lezzetli, kaplar büyük ve porsiyonlar çoktu.

İftardan başka, sahur yemekleri de, konuşulmaya değerdi.

Dana, hindi ve av etlerinden yapılmış soğuk  yemekler verildiğinden, bir çok kişi sahur yemeğine de giderdi.

Mustafa Paşa dairesinde, usta, kalfa ve çırak olarak kırk beş Türk aşçısı olduğu ve o nispette alafranga ve kadın aşçıları bulunduğu ve hele karanfil kalfanın harem de pişirdiği yemeklerin lezzeti, o zamanları bilenlerin malumudur.”

Sadece hatıralarını okuyoruz o iftar ve yemeklerinin!

***

Tüm dünya Müslüman âlemi kardeşlerimizin Mübarek Kadir Gecesi’ni tebrik eder hayırlara vesile olması ile savaşsız bir ortamda…

Sağlık ve esenlik içinde, sevdikleri ile afiyetle iftarlar dilerim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.