‘Selam duâsı’yla başlayalım efendim yine;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Geçen ki yazımızda bildiğiniz üzere, kuyumcu atına binerek kendisine verilen bolca hediyelerle doludizgin pâdişâhın yanına geldi. Şah kuyumcuya altın mahzenini teslim etti. Şimdi bundan sonrasına bakalım neler olacak?
“Ondan sonra hekîmî ilâhî, şâha. Ey büyük ve azî sultan! O câriyeyi bu efendiye ver.’ Dedi”
Mânâ hekiminin, pâdişâha yaptığı bu teklif, câriyenn iyileşmesi yâni sonuca erişmek adına alınan önlemlerdendi. Tabîbi ilâhî bu teklifi ile kuyumcunun, câriyeye altının hırslı ve tamahkar nefse, istek gösterebileceğini göstermek arzusundadır. Hasis olan nefis altını, parayı, gümüşü sever ve onu saklar. Bu sevgi ise kişiye acı ve üzüntü verir, onu sıkıntılara sokar. Altın, mal-mülk veya diğer sayılabilecek dünyâlıklar insanın yaratılış amacına uygun olarak harcanmalıdır. Ancak onlara farklı şekillerde bağlanıp, onları tutku derecesinde bağlanıp, sevgi ve aşk ona değişilirse o zaman, o altınlar, gümüşlerin bir hükmü ve kıymeti kalmaz aynı toprak gibi olur.
“Ver ki, câriye onun visâliyle (onunla buluşmakla) şifâ bulsun, onun vuslat suyu bu ateşi söndürsün.”
Muhabbet ateşi, aşk ateşi, aynı visâle benzer. İnsan susuz kaldığı zaman nasıl beti-benzi solar, perişan bir hâle gelirse, onu o halden ancak su kurtarır. Susuz kişi suya kavuştuğunda nasıl huzur bulursa, işte aşk ateşiyle kavrulan âşığın kalp ateşi de, yalnızca sevgilisiyle birlikte olmakla giderilir. Bundan ötürü bu benzetme yapılır.
“Pâdişah, o ay yüzlü câriyeyi kuyumcuya bağışladı; her iki hasretzedeyi (sohbet tâlibini) birleştirdi.”
Nefsi ızdirâbının hafiflemesi ve tamâmen sona ermesi için aynı zamanda, mânevî hakikatlere ulaşılsın amacıyla, tabibi ilâhînin emri ile ‘ruh, serveti nefse gösterdi.’
“Kuyumcu ve câriye altı ay boyunca berâber muradlarına erip kâm aldılar. O kız tamâmen iyileşti.”
Burada altı ay diye bahsedilen zaman dilimi, genellikle insanlar arasında önemli işlerde, istenen şeyin gerçekleşmesine belirlenen süre yetmeyebileceği için tecrübeyle takdir edilen muhayyer bir zamandır. Aynı zamanda, yeryüzünde altı yön güney, kuzey, doğu, batı, alt, üst gibi nefsi ve servetin her duruma göre anlam ifâde etmesi gibi de, düşünülür.
Ayrıca Nefis her zaman isteğine ulaşmaya çalışır. Bunun için çok meşakkatlere katlanır ve kişi isteğine karşı hırslıdır. Kişi kendisine yasaklanan şeye karşı düşkün olur, onu illa elde etmek ister. Hikâyede câriyenin kuyumcuyla nikah edilmesi bir süre nefsin isteklerinin yerine getirilmesi onu rahatlatır, sonrasında iş aslına döner. Bu iş asrısaadetteki şu misâle benzetilir. Peygamber aleyhiissalâtu vesselâm’ın Mekke fethinde oradaki müşriklerin çoğu kötü muamele göreceklerinden veya öldürüleceklerinden dolayı kaçmışlardı. Bunların içinde Ebû Cehil’in oğlu İkrime Ümeyy bin Halef’in oğlu Safvan’da vardı. İkrime’yi hanımı Peygamber aleyhisselâm’ın huzuruna getirdi ve İkrime Müslüman oldu. Safvan’da huzura getirildi. Safvan; ‘Bana iki ay süre ver, düşüneyim.’ Dedi. Ona Efendimiz aleyhisselam; ‘Sana dört ay süre, sen bilirsin’ dedi. Ve o da bir süre sonra Müslüman oldu.
Hikâyemize dönecek olursak, câriye hayâlini süslediği aşkına kavuşunca onun gözünde büyüttüğü gibi biri olmadığını, eksiklik ve aksiliklerini gördükçe, gözleri açıldı. ‘Aşkın gözü kördür’ derler ya, tâbiri câizse kör olan gözleri açıldı, gerçekleri daha iyi anladı.
“Ondan sonra hekîmi ilâhî kuyumcu için bir şerbet hazırladı. Kuyumcu şerbeti içince kızın (gözü) önünde erimeye başladı.”
Nefis, önceleri servet, altın gibi dünyevî şeylerde büyük tatlar, lezzetler var sandı. Onu elde edemediği için hastaydı, üzüntü ve elem içindeydi. Mânâ hekîmi bu durumu sezinlediği için bir süre nefsin arzusuna erişmesine müsâde etti. Bu bir nevi tedbirdi. Sonrasında nefis, bu elemden kurtulunca tabibi ilâhi normal sağlıklı bir kişinin dayanabileceği bir ilaç hazırladı. Bu da farklı bir tedbirdi. O da, kuyumcunun temsil ettiği servet arzusunun yok edilmesiydi. Dolayısıyla neticede nefis, bu kötü hayallerden çıkıp hakikat deryâsında girerek temizlendi, nefsi mutmainneye erişerek Hakk’ın makbul kulları arasına girdi.
“Hastalıktan kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın da canı kuyumcunun muhabbetinin gamından kurtuldu.”
Kuyumcunun içtiği zehirli şerbet vesilesiyle kuyumcu günden güne git gide zayıfladı, kızın önünde âdeta eridi, bedeni zayıfladı, güzelliği kalmadı. Sırf güzelliğe meftun olan câriye ise bu halden hiç memnun olmadı, ona olan ilgisi ve sevgisi azaldı. Şu net anlaşıldı ki, zâhiri şeylere bağlanarak oluşan sevgiler, o şeyler ondan geçince hemen bitiverir. Yâni insan geçmeyen her dâim hiç ölmeyen, diri kalan hakikat sevgilere bağlanmalıdır. Mevlâna Hz. burada şekle, fiziki görünümlere sevgisini bağlayanların yanılacaklarını, vâr olan güzelliklerin bir gün çirkinleşeceğini, asıl hiç geçmeyen, solmayan ilâhî aşklara gönül bağlamanın önemini belirtir. Efendim bugünlük bu kadar olsun. Muhabbetle kalın. Hakiki muhabbetlere erişmek duâsıyla. Hayırlı Cumâlar.