Bugün de her zaman ki gibi; ‘Selam duâsı’yla başlayalım isteriz yazımıza;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Efendim bugünkü beyitlerimiz şöyle;
“Pâdişah, şehvetten de, hırstan da, hevâdan da arınmıştı. İyi bir iş yaptı. Fakat bu kötü gibi görünen bir iyilikti.”
Normal insanlara çirkin ve kötü görünen işleri yapmış olanların, acaba yaptıklarının Cenâbı Hakk’ın rızasına göre yaptıkları nasıl anlaşılır? Bir kere icra edilen işin hırs, tama, hevâdan uzak olarak, kötü ahlaktan uzak bir şekilde yapılması hedeftir. Bâzı insanlar mürşitlerinin dediklerini yaparlar, fakat onlar kötü ahlaklarıyla ancak şeyhlerini taklit ederler ve icra ettikleri de, yararlı olmaz. Bunun tam tersi, ahlaklı ve doğru bir istikâmet üzere bulunan kişilerin, çirkin gibi görünen işlerinde, isâbetli oldukları anlaşılır. Meselâ, Hızır’ın çocuğu öldürmesi kötü bir fiildir, ancak orada herkes tarafından bilinmeyen hikmetler vardır. Açıklarsak; çocuğun kendisi hem cehennem ateşinden kurtulacak, hem de ana ve babası kendisinden sonra sâlih bir evlâda kavuşacaklardı. İşte bu çirkin gibi görünen iş, Hak nazarında gâyet doğru ve isâbetli bir icraattı.
“Eğer Hızır denizde gemiyi deldiyse o delmede yüzlerce dürüstlük (sağlamlık ve isâbet) vardır.”
Hızır berâberinde bulunanlarla birlikte içine bindikleri gemiyi deldi, bu yapılan kötü bir işti ama neticede gemi zâlim birisinin eline geçmekten kurtuldu. Zâhirde bu pek tabi doğru bir icraat değildi. Aynen bunun gibi gerek ferdi gerekse sosyal hayatta, yaşanan hayâtın, düzgün ve olumlu gitmesi için bâzı tedbirler alınabilir, bunlar çirkin işler olabilir. Ancak bu yapılanlar doğrudur, hem kişiye hem ortamlara esenlik ve huzur getirir. Tabi bu abes gibi görünen işleri yapmak, son derce akıllı, ileri görüşlü, dürüst ve cesur olmayı gerektirir. Bu vasıfları üzerlerinde bulunmayanların yaptıklarının neticesi iyi çıkmaz.
“Bu kadar nûr ve hünerleriyle Musa’nın vehmi (idrâkı bile) perde altında kaldı. Sen artık kanatsız uçmaya kalkma.”
Musa aleyhisselam, sarayda yetişmiş, oranın terbiyesini almış bir devlet adamı, aynı zamanda peygamber iken, Hızır ile birlikte olduğu vakit, cereyan eden olayları sâdece maddi boyutuyla değerlendirerek hemen itiraz etti. Burada şunu unutmamalı; Musa peygamber Hızır’ın icra ettiklerini çözemedi ama bu durum Hızır’ın kendisinden büyüklüğünü göstermez. Çünkü Musa aleyhisselam bir şeriat peygamberiydi. Yaşanılan hayatta görünen bâzı şeylere göre hüküm vermek gerekebilir. Oysaki o görünen şeylerin arkasında nice hikmetler vardı.
Yâni bâzı şeyler salt akılla anlaşılamaz, oradaki hikmetler çözülemez. Musa aleyhisselam bir peygamberken çözemedi ki, şimdi sen hep maddeyle, akılla her gördüğünü değerlendiren insan olarak, bu ham hâlinle elbette ki, kuyumcunun hâdisesindeki arka boyutu anlayamazsın, yanlış vehimlere kapılarak sığ değerlendirmeler yaparsın. İnsan da rûnâniyet boyutlarının olması ondaki ikinci ve farklı bir gönül boyutudur. Beyitte belirtildiği gibi ancak iki kanatlı kuş uçabilir. Olaylara sâdece madde ve akıl boyutuyla bakmak tek kanattır, onunla da uçulmaz. Meselenin bir de mânâ boyutu vardır ki, o zaman iki kanatlı olursun ve ancak uçabilirsin. İnsanlar kendilerine garip görünen olayların mânâ boyutlarını idrak edince, boşa suizanna yeltenmez, sesini keser, oradaki hikmeti idrâke çalışır. Anlamıyorsa gidip bir kâmil mürşide teslim olur.
“O kırmızı güldür, Sen ona kan deme. O akla dalmıştır, aklın sarhoşudur. Sen ona mecnun deme.”
‘Kuyumcunun öldürülmesi, nefsin hevâsının öldürülmesidir. Bu hâdise bir hikmet işidir, hikmet ise herkesin işi değildir. Herkes hikmete eremez, hikmetteki özü göremez. Sen ‘kuyumcuya yazık oldu’, deme. Öldürülen; nefsânî arzulardır, şehvettir. Kuyumcunun kanına kan deme, o kırmızı bir güldür. Allah aşkıyla kendinden geçmiş olanlara deli nazarıyla bakma. Deli sanılan nice veliler vardır.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, s.170)
Kuyumcuya yapılan muamele, kanın dökülmesi hâdisesi kötü bir iş değildir. Bu çirkin olaydan nice gül kokuları yayılacaktır. Hekîmî ilâhînin terbiyesine giren pâdişahın yaptıklarında kuyumcunun çektiği çile, döktüğü gözyaşlarını sakın akan kan sanma. Bu çekilen ezâlar sonucunda ona çektikleri mutluluk olarak geri dönecek ve sefa getirecektir. İlâhî aşkla yürüyen evliyâlar –haşa- akılsız değildirler. Onların akılları da, halleri ve davranışları eşsizdir. Ancak onlar Hakk’ın sarhoşlarıdır.
İnsanın içindeki güzelliklerin ortaya çıkması için onun bâzan deşelenmesi gerekir. Şunu bilelim ki akıl, gönülle birleşirse ‘fazilet’ olur. Akıl, kalp ile birleşirse doğru yolu bulur ve gerçek terakkiyâta kavuşur. Eğer akıl, gönülle bir yere varamıyorsa o zaman mürşidi kâmile gitmesi gerekir. Akıl insanı tehlikelerden savunmak ve onu iyiliğe-güzelliğe sevk etmek ister. Bu hal de bir hikmettir. Ancak ondan meydana gelebilecek maddi getirileri ön göremez. Bu sebeple en başından ne olabilecekleri önceden görebilenlere veya bu birikimde olanlara bâzan deli, çılgın derler. İşte tam da burada hekîmî ilâhî kuyumcuyu zehirlemiş yâni aklın nasihatlerine uyan ruh, nefsini onun elinden kurtarmış ve mânevî terakkiyat yoluna girmiştir.
Efendim, hayırla kalınız, Şu güzel Cuma gününüzde mâneviyâtımız artsın, dünyevî yönümüz eksilsin inşallah. Hakk’a ve hakikate sevdâlanmak temennisiyle. Cumânız mübârek olsun.