Acz

Hüzeyme Yeşim Koçak

Çokbilmiş bir kadın, işin doğal olduğuna dair vecizeler yumurtluyor.

 Bir alay bilgi, olay, tecrübe; ön-arka- yan- sağ sol komşu akrabaların aklı evvellerin dünya ahvaline, gidişatına dair elde hoparlör parlak deyişleri,  söz gümbürtüsü, dinî söylem.

Küçük cadı ağlıyor. Göç etmiş anasını/ babasını/ kardeşini sofralarda, telefonda, sohbetlerde, hafızaya kazınmış bir masal evinde nafile yere arıyor.

Öğretmen onu yakasından sarsıyor. Hoca korkutuyor. Âkil bir tokat aşk edecek neredeyse.

Gözü yollarda. Taksiden sevdikleri inecek. (…) numaralı telefonda, son zamanlarda “cep” denilen allâme(!) gevezelerde. İsimlerde, tarih taramalarında, boynu bükük bayramlarda.

Aynaya bakıyor. Bir ayağı çukurda nerdeyse. Kendi ebeveyn, muallim, makam sahibi, böyyük belki. Rehber durumunda, öğüt verecek konumda.

 Aslında, hiç işte.. rol kesiyor.

Lâf anlamıyor bir türlü bacaksız. Çikolatalı günleri, yaslı değil yaz(ı)lı hikâyeleri, kırmızı ayakkabıları istiyor.

Sığınacak kolları, sırtını dayayacak kavi duvarı, canlı kalkanları, paratonerleri, zelzele bela deprem savarları. Çocukluğun o akla sığmaz emniyetini, tütsülü saadetleri, güven dolu yarınları.

“Anne! Baba! Abla! Abii!”

“Sus kızım! Annen baban sana terlik pabuç alacak”

Akil, küçük kızın boynuna sarılıp avutmaya çalışıyor.

Dünya hâli, önü sonu mu biter. Yaşadıkça neler göreceğiz neler, besbeter, diyor (Son kelime, içinde saklı).

Bacaksızı avutmak için ninni söylüyor bir ara.

“Sen beni çocuk mu sanıyorsun?”

Ovv! Felaket KIZdı!

“Cennetten” söz ediyor Uzman(!) Parçası.

Öyleyse çarçabuk oraya varmalı. Kırmızı Şapkalı Kız hevesle, imkânları zorluyor.

Adlar sayıklıyor. Feryat figân!

“Ba! Babaa! BABA! Aba!”

Anne aklına düşüyor sonra.

“Ama benim annem de öldüü”

Daha feci durumları sıralıyor, aklı çok kişi yeniden.

Anne pozuna bürünüp, çözüm sürecini başlatıyor hemen.

Soslu yağlı ballı sözlerine diyecek yok. Bolca hikmet(!) savuruyor.

Kızı “ATtaa” götürüyor hattaa. Fakat enerji hatları kesik, atlarsa başka diyarlarda. Atılamayacaklar, şimdilik hapisler sürgünler bu noktada.

“Sevgi(lileri) isteriiiim!”

Ah! bir kanat takılsa.

Aynalar da ne fena.

Bin türlü özlem, kalp ayarlarının bozukluğu, duygu düellosu, masiva bandosu…

Bu ufak şey, delişmen yaşlı bebek, böylesine güçsüzken; en basit sorunların bile yardımsız üstesinden gelemezken, nelere kalkı(şı)yor, ne iddialarda bulunuyor.

Hâlbuki…

Zamana muhtaç, tutunmaya, desteğe, dost seslere, ellere, dik omuzlara, asil başlara, ilhamlara, güzel haberlere, çiçekli hayata, mutlu rüyalara…

Hayatını idame ettirecek maddiyata, varlığını önemsemediği, fark etmediği ehemmiyetsiz gözüken küçük şeylere. Nicesine nicesine…

 “Seçkin
Bir kimse değilim

 İsmimin baş harfleri acz tutuyor.” (Cahit Zarifoğlu, Sultan)

 Adımız başka başka yazsa da hep ACZ. Vaziyetiniz ne olursa olsun daima acz içindesiniz.

Sev(il)me açlığı, anlaşılma ihtiyacı, ümitlenme, onaylanma, manevî sahiplik, ata arayışı.

Önce Tanrı’yı hissetmeli, kollandığını sevildiğini bilmeli oysa. Lâyık değil ama muhtaç.

Avutulmayı, beslenip büyütülmeyi bekleyen İçerdeki Çocuk; biçare aciz ve aç.

Ve yakarış:

Sana zorsa yanmaya razıyım
Kolaysa affı esirgeme

Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum
(Cahit Zarifoğlu)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.