1929 KRİZİNDEN BUGÜNE

Süleyman Küçük

Türkiye de ekonomik kriz denilince krizin hangi tarihlerde yaşandığı ve ekonomik kriz dendiğinde hangi parametrelerin göz önüne alınması gerektiği konusunda bir görüş birliği yoktur.

Kimilerimiz kendi siyasi dönemlerinde kriz olmadığını iddia ederken, kimilerimiz yaşanan hadisleri ekonomik durgunluk, kimilerimiz enflasyonist veya deflasyonist bir durum olarak tanımlamaya çalışıyor.

Daha başka kimileri ise krizin finans kesiminde olmadığını ve dolayısıyla da yaşanan hadiselerin her birinin ekonomik kriz olarak tanımlanmaması gerektiğini bile iddia edebiliyor.

Hal böyle olunca da işler tamamen karışıyor ve yaşanan sıkıntıların hangisinin ekonomik kriz olduğu konusunda görüş birliğine varmak bir yana ekonomik olayların sebebi olarak gösterilen her bir tanımın bile tam olarak neyi ifade ettiği konusunda da görüş ayrılıkları oluşuyor.

Ta en başından başlamak gerekirse Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri ilk ekonomik krizini 1929 yılında yaşadı.

Türkiye, 1929 yılında başlayacağı Osmanlı devletinden miras kalan borçlarının kendine düşen bölümünü ödemeye başlayacak iken dünyada baş gösteren "büyük buhran" nedeniyle belki ilk defa dövizlerin reel olarak yükselmesi yanında spekülatif açıdan da ciddi bir döviz bunalımı yaşamıştır.

Türk parasının değerinin ciddi anlamda düştüğü dönem olan 1927- 1930 yılları arasında 5. Hükümetin başbakanı olan İsmet İnönü hükümetinin bu duruma karşı tavrı ekonominin dışa kapanması, Devlet eliyle bir milli sanayileşme çalışmasının başlatılması ve iktisat politikaları olarak da “korumacılık ve devletçilik” oldu.

Daha sonraki hükümetlerin bir kısmının üzerine ilaveler yaptığı, bir kısmının ise babalar gibi sata sata bitiremediği fabrikalar bu dönemden başlayarak kurulmuş oldu.

Tek parti olarak CHP hükümetleri döneminde 4, Demokrat Parti döneminde 2,  1960 ihtilal hükûmeti döneminde 1,  Demirel hükümetleri döneminde 5, ANAP döneminde 3, daha sonraki Tansu Çiller, mesut Yılmaz, Bülent Ecevit dönemlerinde 2001 krizi de dâhil olmak üzere toplam 5 olmak üzere 20 yi aşkın krizle karşı karşıya kaldık.

 

Türkiye bu dönemlerde İMF ile tanıştı ve sayısını unuttuğumuz miktarda yapılan görüşmeler sonrasında ekonomik krizden kurtuluş adına İMF reçeteleri dayatıldı millete.

Çözüm oldu mu bu krizden çıkış reçeteler.

 

Asla.

Her yaşanan krizle birlikte tüketici talebinde ve firmaların yatırımlarında ortaya çıkan büyük düşüş, yüksek oranlı işsizlik nedeniyle insanların yaşam standartlarındaki düşme daha belirgin bir biçimde hissedildi.

Yaşanan krizlerin sonucu olan olaylar nedeniyle toplumdaki beklentiler sonunda 2001 krizinin akabinde iktidara gelen AKP hükümetlerinin ilk yıllarındaki dış mali destekle yaşanan bahar havası ile yükselmeye başlayan ekonomik göstergelerle umutlanan milletin umudu sonunda yaşanan örtülü devalüasyonlarla kaybedildi.

Krizlerin adında anlaşamadığımız gibi krize neden olan sebeplerde de asla hiçbir zaman anlaşamadık.

Kimimiz ta en baştan beridir kendimize özgü bir ekonomik politika oluşturamadığımızdan bahsederken kimilerimiz ekonomik krizin bizim düşmanlarımız tarafından çıkarıldığında ve müstesna kabiliyetlerle donatılmış kişilerin oluşturduğu hükûmetlerin yaşanan krizlerde hiçbir paylarının olmadığında ısrarcı oldular.

Ya da kimilerimiz ekonomik krizden çıkış için dostlarımızın(!) desteğinin şart olduğunu ve bunun için dünya egemenlerinin ekonomik jandarması olan İMF denen ekonomik zorba ile anlaşmak gerektiğini öne sürerken, kimilerimiz de sadece geçmişte İMF ile anlaşan hükûmetler arasında adının anılmaması için çok daha yüksek faizlerle dünyanın karanlık ekonomik mahfilleri ile anlaşma yolunun doğru olacağını ileri sürdüler.

Son 1 yıldır yaşadığımız sahte virüs pandemisi nedeniyle dayatılan ekonomik ve sosyal kriz durumunda bile hala anlaşamayanlara ekonomi, gelişme ve büyüme ile enflasyon konusunda bazı cevabını aradığımız sorular yöneltelim.

-Türkiye’nin gelişen ve büyüyen bir ekonomi olduğunu iddia ediyorsanız, enflasyonun sıfır veya sıfıra yakın olduğu enflasyonsuz büyüme dönemini neden hiç yaşamadık?

- Türkiye’nin gelişen ve büyüyen reel bir ekonomi olduğunu iddia ediyorsanız, var olan enflasyon oranlarına bakınca ortaya çıkan tablo enflasyonlu bir büyüme midir?

- Türkiye’nin gelişen ve büyüyen bir ekonomi olduğunu iddia ediyorsanız, zaman zaman yaşadığımız sıfır veya eksi büyümeler ekonomideki stagflasyon (ekonomik hayatta hem durgunluk hem de enflasyonun birlikte yaşanması)  durumunu mu göstermektedir?

- Türkiye’nin gelişen ve büyüyen bir ekonomi olduğunu iddia ediyorsanız, GSYH reel olarak küçülürken bir de enflasyonda yükseliş ortaya çıkıyorsa ülke ekonomisi slumpflasyon (enflasyon içinde küçülme) içine mi düşürülmüştür? 

Yazımıza ekonomik kriz tanımından yola çıktığımıza göre, bu sorulara bir soru daha ilave ederek yazımıza son verelim:

 Bunca yaşana krize rağmen mali sektör krizi ve reel sektör krizi vs. gibi sektörler arasındaki krizi tam olarak tanımlayamıyor ve krizin sebeplerini hep kendi dışımızdaki düşmanlardan biliyorsak ve bütün sektörler krizden olumsuz etkilenirken mali sektör denilen bankalar, sigorta şirketleri, leasing, faktöring şirketleri, yatırım fonu yönetimi şirketler kriz dönemlerinde kârlarını kat be kat arıttırıyorlarsa durumun yanlış ifade edildiğini düşünüyoruz.

Farklı düşünen varsa düşüncesin sebeplerini ve sonuçlarını milletimize açıklamakla yükümlüdür.

retilmelidir.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.