100 Türk Büyüğü

Hüzeyme Yeşim Koçak

Ocak ayı müjdelerle geldi, demiştim. Türkiye Yazarlar Birliği’nce şahsıma verilen “Basın-Fıkra” dalındaki ödülden sonra; Azerbaycan, Doğu Türkistan, Irak, Kazakistan, Kırım ve Türkiye’nin muhtelif şehirlerinden toplam 80 yazarın katkısıyla gerçekleşen Unutulmaya Yüz Tutan '100 Türk Büyüğü' seçkisi; "2020 Ankara Edebiyat Ödülü'ne" lâyık görüldü.

Tarihi Öykü Antoloji Projesi’nin mimarı, lise yıllarından beri bu rüyayı gören Eğitimci Yazar Sevgili Behiye Yılmaz’dı.  Ve Sayın Hasan Halakaçayır'la bu kıymetli kitabı hazırlamışlardı.  Kutluyor, şükranlarımı sunuyorum.

Üç cilt halinde özenle yayınlanan kitabı okurla buluşturan, Kitap Otağı Genel Yayın Yönetmeni Aşir Alkaç Beyefendiye de teşekkürler ediyorum.

Bir düşü, bir hayali sabırla kararlılıkla takip etmek, uzun seneler hayata geçirmeye çalışmak, zahmetlere, sıkıntılara katlanmak ve neticede muvaffak olmak zordur.

Eserde; Oğuz Kağan, Kürşad, Dede Korkut, Ali Şir Nevai, İmam-ı Azam Ebu Hanife, Battal Gazi; El-Bîrunî’den tutunuz da; Melik Şah, Raziye Begüm Sultan, Hayme Ana, Evliya Çelebi, Nene Hatun gibi müstesna şahsiyetler bulunuyor.

Gelirlerinin tamamının, Şehit ve Gazi ailelerine verilmek üzere vakıf veya vakıflara aktarılacak olması işin güzel yanı…

  …

Ben seçkide, Raziye Begüm Sultan’ın hikâyesiyle yer almıştım.

“Tarih onun için “XIII. Asır başlarında Hindistan’da hükümdar olan ilk Türk ve Müslüman kadın” diye yazacaktı.

“Saltanatı kuzey Hindistan’ın büyük bir kısmını kapsadığı için 2500x 1500 km’lik arazi üzerinde yayılmıştı.” (Prof. Dr. Erkan Türkmen, Sultan Raziye, NKM Yayınları, 2007, sf. 37)

Son savaşını kaybeder Raziye Begüm Sultan. Ve asker kıyafetiyle kaçar. Öyküden kısa bir bölüm:

“Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyordu.

Sesler duyuyordu. Takip mi ediliyordu. Düşman ya da kendi kuvvetlerinin orduları. Babası, Melik Altunay, diğerleri. Hayaller Geçidi’nin neferleri…

Lâkin yakın askerleri de, Hintli haydutların tuzağına düşüp, soyulduktan sonra, kılıçtan geçirilmemiş miydi?

Talihi bir kez daha yaver gitmişti, göz açıp kapayıncaya kadar usta biniciliği sayesinde kaybolmuş, esir olmamak için kaçmıştı. 

Mazi, hicranlı duygular onu çekiştiriyordu.

Bir varoluş kavgasının tam ortasındaydı. Bir Raziye Sultan var diyecekler miydi?

Son yenilgi, hezimetin başlangıcıydı. Onu en tepelere çıkaran talih, yüzünü artık çevirmişti. Basamaklardan hızla aşağıya düşüyordu.

Bu son için miydi amansız bir koşu, soluksuz bir uğraş, benlik çatışmaları, ödenen bedel, dünyevî sırat köprüleri üzerinde gidip gelmeler, yitenler.

Bir avuç kum, bir avuç toz, bir avuç kül… Hayatının çöl safhası.

Ordular idare ediyordu. Damarlarından güç, azamet akıyordu. Hasımlarına karşı zafer üstüne zafer kazanıyordu. İnanamadı, kendisiymiş.

Bu mahcup hayal, kovulmuş gibi gittikçe silikleşti. Issız hülya çöllerine yerleşti. Tutunacak yer bulamadı.

 Kayıplarının ağırlığı, adım atmayı zorlaştırıyordu. Yollar nereye giderdi. Hayatının şiirine ne olmuştu?

Üzerinde “Umdetün-Nisvan Melike_i Sultan Raziye binti Şemseddin İltutmuş” yazılan paralar havalarda bulutlarda oynaşıyor; ayrı gayrı eller kapışıyordu.

Ya “Raziyetü’d Dünya ve’d-Din” ve “Belkıs-i Cihan” ünvanları…

Bir annelik hissiyle göğsü kabardı. Oğlu Seyyid, aklını yaktı.“SEYYİD’İM”

Nereden bakarsa baksın, tutuşacaktı.

Aniden tükendiğini hissetti. Yorgundu, açtı, yapayalnızdı, yarı baygındı.

 Şu dakikalarda aynı kudreti hissedemiyordu. Muzafferiyetin değil, ödemesi gereken karşılıkların tazyikiyle bitaptı.

Geride bıraktıkları müthişti, ileride gördükleri müphemdi. İlk defa korktuğunu, çaresizliğini hissediyordu.

Herhalde düzelecekti. Bir şeyler yese, bir nebze dinlense, bir parça unutabilse.

Peşine düşmüş akbaba sürülerini kovalasa. Aralıksız öten baykuşları sustursa. Kılıçlar kınına sokulsa ve azıcık sulh olsa.

Üzerinden asırlar geçmişti. Ve kendini idare edemiyordu.

İşte tüm variyetinin (zekâ, asalet, güzellik, saltanat) bir dilim ekmek kadar değeri yoktu. Şimdi bu hâkimiyet ne kadar küçük ve anlamsız geliyordu.

Yürüyüşün sayfanın başı, sonu???

Zırhını, sultan başlığını bir ağaç kovuğuna saklamıştı.

 Üzerinde ipekten elbisesi ve lâzım gelir diye bazı mücevherleri vardı. Ama onlar bir askerden aldığı, erkek hırkasının altında gizliydi.

Atını bir çay kenarında suladı.  Hayal meyal, az ileride tarlasını sulayan bir Hindu bir rençperi seçebildi. Atına binip, yanına gitti:

“Yolumu kaybettim. Açım, Allah rızası için bana bir şeyler veriniz.”

Genç, yakışıklı, tuhaf bir delikanlıydı köylünün karşısındaki.

Şaşkın adam onu süzdükten sonra, kulübesine davet etti. Yaşlı karısına kısaca olanları anlattıktan sonra misafire çorba ve ekmek ikram edildi.

Çiğnemeye bile mecali yoktu. Her şey büyüyor yahut küçülüyordu.

Raziye yer yatağına serildi. Bedenini toprağa geçiren bir uyku arzusu. Nerdeyse ölesiye bir uyku.

Sıra dışı Konuk, heyecan uyandırmıştı. Ancak izahatından ikna olunmamıştı.

 Bir müddet gözlediler, aralarında tartıştılar. Erkek değildi galiba.

Kadın” diye ısrar etti Hindu’nun karısı.

Çekingenlikleri geçip, yak(ın)laştıkça pek güzel bir hatun olduğuna kanaat getirildi.

Çelişik duygular içinde, kararsız kalınmış ve tereddütlüyken, Raziye yatakta dönünce ön kısmı açıldı. Büyük sır meydana çıktı. Gerdanlık, alımlı altınlar, baş döndürücü mücevherler…

 Esrarengiz kadın, en azından bir Beyin cariyesiydi. Bey çoktan onu aramaya çıkmıştı. Evde yakalanırsa, kendileri de sorumlu olur, kim bilir neyle suçlanırlardı.

Erkek “Biz önce davranmalıyız.” dedi.  Artık kimlik de önemli değildi.

 Mühim olan ele geçen fırsattı, fakirlikten kurtuluş, yüze gülen şanstı. Ayrıca bir Müslümanı ortadan kaldırmak, günah değil sevaptı.

Sonra onları yepyeni bir istikbale götürecek nesneyi eline aldı. Gelecek gibi pırıl pırıl, cesurca parlıyordu.

 “Bıçak, Desiseydi, yeni düzenlerin temsilcisiydi; ölümün bol kanamalı şekillerindendi. 

Kanla yazılmış asırların,  sonsuzca  sürmüş  öfkelerin, katmerli nefretin, destansı  şiddetin, bağımlılık yapan vahşetin.. güzeli ayağa düşürüp, ‘Şırak!’ diye işini bitirip; talihleri ve tarihleri kesmenin aracıydı. Hain, kalleş ve sinsiydi.”

Üzerindeki giysi, son elbisesiydi bilemedi. Onu bile kurtaramayacaktı. “Giy(ilmeye)si” başa belaydı. Hal diliyle bir şeyler fısıldadı Raziye:

“Bütün giysiler sizin olsun, Bana al kefenim yeter”

Fakat bu belki de hayırlı bir sondu. Zelil olmayacaktı.

Bütün çekişmeler,  ihtiraslı kara kafaların rezil ettiği günler geceler;  ülkenin melal ve izmihlali, akıbet düşüncesi yüreğine saplanmayacak; keskin kılıçlar üzerinde yürümeyecekti. Huzura esenliğe erişecekti.

Hintli üzerindeki mücevherleri çekip aldı, sevinçle karısının kucağına yığdı.

Sonra toprağı kazdı, hareketsiz kadını gömdü. Daha, kulübe kirden arındırılacak, temizlenecekti.

Acele etmezse, davetsiz mendebur kişiler gelebilir, paylaşmak ya da maazallah daha beter ihtimaller gerçekleşebilirdi.   Kimsecikler gözükmüyordu. Gerekli tedbirleri almıştı. Keyiflendi. Hayırlı işler beklemezdi.

İşini bitirdiğinde öğle vaktiydi. Uzaktan bülbüle benzer bir kuş sesi işitildi..…”

SELÇUKYA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ

22 Ocak, Cuma günü, Selçukya Kültür Sanat Derneği’nin konuğuydum.

Saat:19’da başlayan canlı yayında; muhabbetli bir ortamda, Devriş Ahmet Şahin Bey’in sorularını cevapladım. Kitaplara, edebiyata, yazma hallerine dair konuştum.

Bu güzel edebî vasatı hazırlayan ve fikirlerimizi ifade fırsatı veren Selçukya Kültür Sanat Derneği Başkanı Av. Fatma Şeref Polat Hanımefendiye, Program Koordinatörü Devriş Ahmet Şahin Beyefendiye ve tüm Selçukya mensuplarına teşekkürlerimi, sevgilerimi iletiyorum.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.