Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Susmak Silahı

Susmak Silahı

Sonunda susmuştu. Herhalde, onca sözünü yalnızca kendisinin dinleyip duymasından bıkmıştı. Olur ya, insan kendi sesinden bıkar, hani... Hem, sadece dilini bağlamakla kalmamış; iç sesini de sonuna kadar kısıp kapatmıştı. Yani, öyle bir susmuştu.

Susmak güvenliydi. Susan, güvendeydi. Bunca temkin ve tedbir, elbette gerekliydi. Eh, onca sözünü bir kendisinin dinleyip duymasından bıkmıştı, belli ki. Sahi, konuşmak ne saçma eylem, ne boş gayretti. Şimdiye kadarki gayretine kendi kendine hayret etmişti. Ne çok konuşmuştu. Eline geçen? Ancak bir enerji sarfiyatı, sinir bozukluğu ve ses kısıklığından başka neydi? Dedik ya, iç sesini bile kısıp kapatmıştı, sonunda. Yani, öyle bir susmuştu.

‘Dilin afetleri’ falan demişlerdi, bir yerde. Okumuştu, ya da, duymuştu. Gerçekten de konuşmak bir yıkım ve doğala yakın bir afetti. Tam olarak doğal değildi. Sessizliğin doğasına çakılan gürültülü ve tiz çivi sesleri gibi bir şeydi, konuşmak. Doğala yakındı. Ne büyük gaflet, ne cüretkar bir eylemdi o öyle. Onca gafletine ve gayretine şaşkın, pişman ve hayrette, susmuştu sonunda. Hem de nasıl bir susmakla…

Susmayıp da ne yapacaktı, zaten? Laf mı, dert mi, ya da, ne anlatacaktı sanki? Tüm bunlar, bir başkasının, ne de umurundaydı! Fıkra, masal, ya da, hikaye anlatmak ise, ilkokul çocuklarının ve onların öğretmenlerinin işiydi zaten. Sonraki yıllarda anlatılanlar, ancak yalana bulanmış lafı güzaf olurdu. Oluyordu. Anlatılacak o hikaye, fıkra ve masalları, hayat her gün yeniden ve yeniden anlatıp dururdu zaten. Döndüre döndüre, ekleye çıkara… Ee, susmayıp da ne yapacaktı, o zaman? Sessizliğin doğasına çakılan paslı çivileri toplayıp ve kaldırıp bir hurdalığa atmaktan başka, ne yapacaktı? Hatta dedik ya, iç sesini bile kısıp kapattı sonunda. Yani, öyle bir sustu.

Susmanın tedbiri, başka neyde vardı ki? Bir kuytuya gizlenip dili bağlamak, temkini hediye etmekten başka, dünyayı duyuruyordu bir de, insana. Duyup dinleyecek ne çok şey olduğunu fark etti, dilinin ve iç sesinin icabına baktıktan sonra.

Sessizliğin doğasına çakılan paslı çivilerin tiz ve kulak tırmalayan seslerini çıkartan faillerin gafletleriyle alay edip eğlenerek kapıların, duvarların kenarında ve sohbet denilen lafla kaş göz yarmaların içinde ve ortasında bulundu bir süre. Kulak hırsızlığına da, kaşının gözünün yarılmasına da bedel ve değerdi bu eğlence. Gafillerin gafletleri, gerçekten de gülünç ve komikti. Eğleniyordu. Bir de, gafilleri kendi gafletlerine; kötüleri kendi kötülüklerine havale eden havale nöbetleri, geceleri uykusunu biraz kaçırdığında o en güçlü silahını kuşanırdı yine. Susmak silahını kuşanırdı.

Bunca temkin ve tedbir, elbet gerekliydi. Kısılan iç sesinin yerini istila eden, havalelerden sorumlu o nöbetçilerin çamurlu postallarına ve kirli ayak izlerine razıydı. Susan, güvendeydi. Yani, öyle bir susmuştu. Daha ne olsundu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ayşe Aslı Duruk Arşivi
SON YAZILAR