Abdullah Uçar

Abdullah Uçar

Yenilmeyiz Diyenlerin Yenildiği Yer ÇANAKKALE -1-

Yenilmeyiz Diyenlerin Yenildiği Yer ÇANAKKALE -1-

İnsanoğlu hırslı ve tamahkâr yaratılmıştır. Fıtratında mevcut olan bu duygular Âdem a.s.’ın oğlanları ile kendini göstermiş ve Kabil, Habil’i öldürmüştür. (1)
O tarihten günümüze Dünya üzerinde kavgalar, kıtaller, savaşlar hiç eksik olmamış, her devir ve dönemde menfaat çakışmalarından dolayı büyük-küçük savaşlar yapılmıştır ve yapılacaktır.
Çanakkale Savaşı'na kadar; dünya tarihinin en kanlı savaşı Alman, İngiliz, Fransız askerleri arasında cereyan eden Marn Meydan Muharebesi kabul edilirdi. Kilometre kareye 30 ölü düşmüştür. Çanakkale Savaşı'nın nasıl bir savaş olduğunu takdir bakımından sadece bu rakam bile yeter ki; orada kilometre kareye 258 şehit ve ölü düşmüştür. (2) Bazı yerlerde 1 metre kare toprağa 6000 mermi atılmıştır.
Çanakkale Savaşı Hilâl'le Haç’ın varlık-yokluk kavgasıdır. Çanakkale Savaşı İslâm ve Müslümanların kaderini tayin eden bir savaştır. Çanakkale Savaşı Tevhide değil tekniğe, insana değil teknolojiye, manaya değil tamamen maddeye güvenen, Kâinatın yaratıcısını hesaba katmayan ve tarih boyu savaştığı Türk ve Osmanlı neslini küçümseyip, umursamayanların hezimete uğradıkları bir savaştır. Kısaca Çanakkale; yenilmeyiz diyenlerin yenildiği, Haçlı gururunun yere serildiği, İslâm’ın kıyamete kadar bâki kalacağının görüldüğü bir savaştır.
420'si muharip gemi olmak üzere Müttefik güçler 710 gemi ile boğazları geçip Türkiye’yi işgal etmek ve Ruslara yardım etmek üzere Çanakkale önüne gelmişlerdir. Batı’nın süper güçlerine(!) karşı, yokluk, kıtlık ve her türlü imkânsızlıkla çıkan Mehmetçik, 253 bin şehit vermiş, ama kanını heder edip bedava akıtmamış, 205 bin İngiliz, 47 bin Fransız olmak üzere 252 bin düşmanı da savunduğu kutsal topraklarda alıkoymuş, 200 yıldır hiç yenilgi almayan İngiliz donanmasını yenerek dünyaya rezil etmiştir. Hâlbuki en büyük gemilerinden biri, Troya savaşlarında yenilmez kral anlamına gelen ve Asya’lılara (Troya’lılara) karşı yenilmeyen Kral Agamemnon’un ismini taşıyordu. Yani “biz yenilmeyiz, yenilmeyeceğiz” diyorlardı.
“Şafak yüz binlerce yıldız sönmeden sökmez” derler. Millî Şairimizin de dediği gibi: “Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor.” Yıldızlar sönmüş, güneşler batmış, her evden 3-5 şehit verilmiş, cephe gerisindeki telef olan insanları da sayarsak bu savaşta 3 milyon, birçoğu genç yaşta, hayatının baharında canını feda kanını sebil etmiş ama şerefimizi, onurumuzu ve istiklâlimizi bize miras bırakmışlardır. Ruhları şad olsun, sonsuz minnet ve şükranlar onlara olsun.
Avrupa medeniyeti: Aya’lıların, Afrikalıların, Amerika yerlilerinin, Aytek’lerin, Maya’ların, İnka’ların, kısacası Kızılderili’lerin, Eskimo’ların... kanı, canı ve kemikleri üzerine bina edilmiş bir medeniyettir.
Haçlıların mabudu para, mabedi banka, en büyük gaye ve hedefi de menfaatidir. Fransız filozofu Sartre bu durumu şöyle dile getirir: “Paris’in ihtişamına çarpılan bir doğulu, o ihtişamın altında kendi atalarının çalınmış veya gasp edilmiş zenginliklerinin yattığının farkında değildir.” (3)
20. Yüzyılın başlarına gelindiğinde dünyanın %84’ü Hıristiyan toprağı veya sömürgesi idi. Dünyada bir tek bağımsız Müslüman devlet vardı o da Osmanlı. İşin garip tarafı Osmanlı nüfusunun % 40’ı Hıristiyan tebaa idi. Bu durum ezilen, sömürülen, Hıristiyanlar tarafından onuru zedelenen Müslümanlar için bir teselli kaynağı oluyordu. “Haçlılar bize tahakküm ediyor ama onlardan milyonlarcası da Osmanlı tebaası” diyorlardı. Osmanlıyı İslâm âleminin lideri, bir ağabey, bir kurtarıcı, istiklâlleri için bir ümit kaynağı olarak görüyorlardı.
Bunun için Haçlılar en büyük Türk ve Osmanlı düşmanıdır. Milyonluk ordular halinde defalarca Haçlı Seferleri düzenlemişler, Müslümanların bu ümidini kırabilmek, dünyanın her tarafını Hıristiyan yapıp sömürebilmek, yani ne yapıp yapıp Osmanlıyı dünya siyaset sahnesinden indirebilmek için uğraşmış ama bit türlü başaramamıştı. Fakat şimdi ortam müsait idi. Hasta adam Osmanlı'nın ipini çekip, neticeye varmak istiyorlardı. Sömürdükleri dünya menfaatlerini bölüşme hususunda Almanlarla anlaşamamışlar ve savaşa tutuşmuşlar, bir bahane ile Osmanlıyı da savaşın içine çekmişlerdi.
Sonradan Yavuz ve Midilli isimlerini alan Alman’ların Goben ve Braslav isimli zırhlıları, Akdeniz de Müttefik kuvvetlerin gemilerinin takibinden kaçarak, İstanbul önlerine kadar gelmişler. Müttefikler bunların iadesini isteyince Osmanlı Hükümeti; “Biz bu gemileri satın aldık” demişler, Fakat kısa bir müddet sonra bu gemideki Alman mürettebatın, Türk subay ve er kıyafetleri giyerek, Rusya’nın Sıvastapol, Novorovski gibi bazı limanlarını topa tutunca, Ruslar ve onlarla beraber olan müttefik devletler Osmanlı’ya savaş açmışlardır.
Millî Şairimiz: “Tükürün ehl-i salîbin o hayâsız yüzüne” diyor. Gerçekten ne kadar samimiyetsiz Batılılar. Uğruna savaşa girdiğimiz, Sarıkamış Harekâtı'nda Allahüekber Dağları'nda, Kanal Harekâtı'nda Süveyş’te, Galiçya’da, velhasıl yedi cephede ve Anadolu’nun içlerinde 3 milyon şehit verdiğimiz Almanlar; Kudüs İngilizler tarafından bizim elimizden alınınca, cephede omuz omuza, yan yana savaştıkları Mehmetçiklerin gözü önünde; “Kutsal şehir Kudüs Hıristiyanların eline geçti” diye bayram yapmışlardır. (4) Şimdiki tutumları da gözler önünde. 70 milyonluk koskoca Türk milletini bir avuç Kıbrıs Rum’una nasıl rencide ettiriyorlar?
Osmanlı altı asır Batıda Haçlılarla, Doğuda İran’la, Kuzeyde Ruslarla ve Güneyde de Haçlının oyuncağı olmuş Araplarla uğraşmıştır. Tarihi boyunca; kendi nüfusunun on misli hatta daha fazlası düşmanlarla mücadele etmiştir.
İngilizleri, Fransızları, İtalyanları... bir tarafa bıraksak bile sadece Rusya’nın o tarihteki, yani 1912'li yıllardaki nüfusu 129 milyon, % 40 Hıristiyan olan Osmanlı’nın nüfusu ise (tebaanın nüfusu da dahil) 42 milyondur. (5)
Bu durumları ve Osmanlı'nın askeri, maddi ve ekonomik imkansızlıklarını da bilen İngiliz kuvvetleri Komutanı General Hamilton Mondros’taki karargahında basın mensupları ile bir toplantı yapmış ve Gazeteciler şöyle demişlerdir: “Türklerin hali, fakirliği ortadadır. Acaba iyi bir bildiri hazırlansa, dense ki, dostça davranılacak... itimat telkin edilse, iyi bir akşam yemeği verilecek ve her bir askere 50 şilin ödenecek... dense zannediyoruz ki, Türk mevzilerinde asker kalmaz...” Hamilton’un cevabı şöyledir: “Bu dünyada dini ve vatanı için münakaşasız ölebilecek tek millet Osmanlı askeridir.” Yine Hamilton hatıralarında şöyle yazmaktadır: “Bu gün 90 bin piyade mermisi yaktık. 1800 şarapnel attık. Aylardan beri Türk ordusunu hırpalamaya çalıştık. Ey Tanrım! Bu Türkleri inandıkları Allah’tan ayırmak için başka ne yapılabilir?” (6)
Mehmetçiği tarih boyu tanıyamayan Batılı, Çanakkale’de ağzının payını aldı ama bize yüz binlerce şehide mal oldu. Üstelik bu savaştaki şehitlerimizin büyük ekseriyeti üniversite gençlerinden. Yedi cephede yapılan bu ölüm-kalım savaşına onlarda kâfi gelmeyince, lise talebeleri vatan imdadına koşmuştur. Cüsseleri müsait olmayan yani küçük yapılı olan lise talebeleri bile, ayak uçlarına yükselerek, kendilerini uzun boylu gösterip, cepheye gitmek için, seçici subayların gözünü doldurmaya, geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmaya yani şahadet şerbetini içmeye can atmışlardır. (7) Aziz vatanın tehlikeye düştüğünü gören bu gençler, cephede o kadar yürekten savaşmışlar ki, atacak mermi bulamayınca düşman gemilerine elleriyle taş atarak şehit olmuşlardır. (8) Şair onları şöyle tasvir ve taltif eder:
Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine
Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine (9)
“Evini savunan kişi, on askere bedeldir” derler. Yuvalarını, vatanlarını savunma hususunda Türk kadınlarının bile neler yaptıklarını öğrenmek için; Kara Fatmaların, Elif Ninelerin, Saliha Bacıların, Şerife Annelerin... (10) hayatlarını okumak yeterli. Biz bir tane örnek verelim:
“The Age” adlı bir Avustralya gazetesi J.C. Davies adlı bir askerin Çanakkale cephesinden annesine yazdığı mektubu yayınlamıştır ve şöyle denmektedir: “...Vurulduğum 18 mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama, gün bitiminden önce Avustralyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı. Bu savaş çok korkunç.” (11)
--------------------
1) Mâide Sûresi 27-31; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yay. Ank. 2004, s.54.
2) d’Esperey, Tarık balioğlu, Bir hayal-i muhal, Tarih ve Medeniyet Der. Aralık 1996,sayı 33, s.29. A. E. Yalman a.g.e. c.2, s.898.
3) Mehmet Can, Nice Ağustoslara,Tarih ve Düşünce Dergisi,Ağustos 2000 sayı 10,s.7.
4) Mehmet Arif Bey, Başımıza Gelenler, İrfan Yayınevi, 1973, s.11-264.
5) Mustafa Armağan, Osmanlı İnsanlığın Son Adası, DA yayınları, İst.2002, s.212-215.
6) Mehmet Niyazi, Kınalı Kuzu, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Nisan 1997, sayı 37,s.31.
7) Toygar Akman, İlginç Olaylar-Sıradışı Olaylar, Kaknüs Yayınları, Ekim 2004, s. 232-234.
8) İsmail Bilgin, Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 2004, sayı 365, s.60.
9) Mehmet Akif, Safahat, Yeni Matbaa, İstanbul 1966, s.119.
10) Türkiye Gaz. 01.03.1990; İstiklal Savaşında kadın kahramanlar; A.Emin Yalman, a.g.e. c.1, s.760;Sur Dergisi, sayı290, s.8.
11) Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği,2004 yıl dönümü Yayını İzmir, s.23.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Uçar Arşivi
SON YAZILAR