Yaşanan acıları asla unutamayız!

Yaşanan acıları asla unutamayız!

70 yıl önce sürgüne uğrayan Ahıska Türkleri yaşadıkları ve sürgün yıllarını unutmuyor.

RÖPORTAJ EMRE ÖZGÜL

70 yıl önce sürgüne uğrayan Ahıska Türkleri yaşadıkları ve sürgün yıllarını unutmuyor. Sürgünün kurbanlarından biri olan 93 yaşındakı Keleş Taharoğlu, “Hiç bir şey bize yaşadığımız acıları unutturamaz. Bizi vatanımızdan zorla sürgün ettiler. Ne zaman ölürsem, acılarım da benimle ancak o zaman ölür” diyerek, duygularını dile getirdi

BİR GECEDE SÜRGÜN EDİLDİLEER

1944 yılında bir gecede yurtlarından sürgün edilen Ahıska Türkleri, 70 yıldır vatan özlemiyle yaşıyor. 1944 yılında dönemin Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Joseph Stalin'in talimatıyla trenlerle Orta Asya ve Sibirya steplerine sürgün edilen Ahıska Türkleri, yaşadıkları acıları unutmuyor. Sürgünün ardından Kazakistan, Özbekistan, Rusya, Kırgızistan gibi ülkelerde hayatlarını sürdüren Ahıska Türkleri, Türkiye'yi anavatan olarak görüyor.

SÜRGÜN YILLARI ÇOK ZOR GEÇTİ

1944 yılının yaşanan sürgünün kurbanlarından biri olan 93 yaşındaki Keleş Taharoğlu, gazetemize özel açıklamalarda bulundu. Taharoğlu, “23 yaşındaydım, askerliğimi yeni bitirmiştim. Nişanlım Fahriye ile evlilik planları yapıyorduk. Vatanımız Ahıska'dan sürgün edildik.Trenlerde ölen insanları hiçbirşey olmamış gibi vagonlardan aşağı attılar. Dostlarımız, akrabalarımız trenlerde can verdi. Sürgün yılları çok zor geçti” dedi

2 YIL ASKERLİK YAPTIM

**Askerlik yıllarınızdan biraz bahseder misiniz?

-1944’te askere gittim. Askerlik yerim Gabardiya'ydı. 2 yıl askerlik yaptım. Bir yanda annemin vefatından sonra her şeyimi verdiğim, babam ve abim vardı. Bir yandan da çok sevdiğim Fahriye. Fakat geride bıraktıklarımı düşünmeye pek fırsatım olmadı. Çok iyi hatırlıyorum. Ocak ayının 7’si idi ve hava çok soğuktu. 1941-45 savaşlarının yaşandığı dönemdi. Gece 12.00’de Rus hastanesinin olduğu bölgede üç mermi geldi ve bana isabet etti. Ne oldu acaba derken baktım ki mermiler bana isabet etmiş. Biri sağ ayağıma, diğeri sol ayağıma son mermi ise koluma. Havanın soğuk olmasının yanı sıra mükemmel birde kar yağıyordu. Mermilerin gelmesiyle yaralandım. Vurulduğum yerde bir telefon direği vardı. Hemen gidip o telefon direğine yaslandım. Son bir mermi daha geldi. O bana isabet etmesede başımda ki şapkayı uçurtmaya yetti. Ben o direğin yanında sabaha kadar kaldım bekledim. Bir yandan hava çok soğuk üstümdekiler buz tutmuştu bir yandan da sürekli kan kaybediyordum. Güneş doğunca yanıma iki Azeri arkadaş geldi. Beni vurulmuş halde görünce afalladılar. Bir tanesi bana yardım etmeye çalışırken diğeri bırak gidelim demeye başladı. Yardım etmeye çalışan diğer arkadaşına kızarak ne yani bu kardeşimizi burada bırakacağız ve gidecek miyiz? Aklın alıyor mu? Hiç düşünmüyor musun aynı olay bizimde başımıza gelebilir el uzata yardım edelim bu kardeşimize dedi. Ve beni sırtlayıp 1 kilometre ötedeki bir hastaneye götürdüler. Hastanede üstümü bıçakla kestiler. Üstlerim buz tutmuştu. Üstümü çıkardıktan sonra beni at arabasına koyup bir yere taşıdılar. Bu yolculuk üç gün sürdü. Üç gün boyunca ağzıma ne yemek ne de su değdi. Üç günün sonunda beni hamama götürdüler. Güzelce yıkadılar ve sonra yemek verdiler. Yemeğimi yedim ve bir nebze olsun rahatladım. Ama yaralarım ağırdı. Beni daha sonra 45 gün Prakladni hastanesinde yatırdılar. Yaram ağır olunca oradan da trenle beni 60 gün hastanesinde yattığım Azerbaycan’a gönderdiler.

2 SAAT İÇERİSİNDE HAZIRLANIN DEDİLER

**Askerliğinizde yaşadığınız sıkıntılar gerçektende ağırmış. Peki askerlikten döndükten sonra nasıl bir hayat sizi bekliyordu?

Askerliğim bitmişti. Askerliğim bitmişti ama bende bitmiştim. 23 yaşındaki bir insan askerliği bittikten sonra hayatına bir yön verip düzenini kurardı. Benim buna da fırsatım olmadı. Askerlikte yaşadıklarım yetmemiş gibi hayatımın en güzel vakitlerinde sürgüne maruz kaldık.

Nişanlıyım. 7 Ekim 1944’te Gürcistan'ın Rayona ilçesindeydim. Bir de ne göreyim baktım ki Amerikan askeri araçları ilçeye girmiş. 10 tane askeri araç ilçe içerisinde durdu. Askerler Rusça konuşmaya başladı. Ben hemen tepkimi verdim. Sizin ne işini var burada ne arıyorsunuz dedim. Bana; Türkiye’yi vuracağız. Tatbikat yapıp kendimizi savaşa hazırlıyoruz dediler. Çok üzüldüm ve şaştım. Rayonada bir ay kadar kaldılar. İlçede 160 ev vardı ve her eve bir asker gelmişti. 1 ay boyunca yemeklerini yediler, keyiflerine baktılar ve talim yaptılar. 14 Kasım günü bunlar hain saldırıya geçtiler. Askerler o gün gelip, gece ikide herkes belirttiğimiz tarlada olacak diye duyuru yaptılar. Savaş araçları tarlanın her tarafını kaplayacak şekilde dizilmişti. 50-60 askeri araçla biz Ahıskalıları ortaya aldılar. Etrafımızı kuşattılar. Bize seslenmeye başladı birileri. Sizi yani Türkleri şimdi bir yolculuğa çıkaracağız Sizi başka yerlere götürecez dediler. Fazla değil ama herkes eşyalarını alabilir. Size 2 saat mühlet var cümlesi bitmeden gencinden yaşlısına, erkeğinden kadınına herkes ağlamaya başladı. Zaten çoğunluğu kadınlar ve çocuklar oluşturuyordu. Bende gazi olmuştum askerde. Bende ağlamaya başladım bizi vatanımızdan başka bilmediğimiz bir yere götüreceklerdi. Sadece insanlar değil o zaman köpekler bile bu zulüm karşısında ağladı. Eşyalarını alabilen aldı alamayanda öyle olduğu şekilde sürgüne maruz kaldı.

İNSANLAR TRENLERDE CAN VERDİ

**Sürgün kaç gün sürdü? Genellikle sürgün ne tarafa oldu? Ölenler oldu mu vagonlarda? Bunlardan da bahseder misiniz?

-Sürgün tam 28 gün sürdü. 60 insanı hiç önemseden küçük vagonların içine sıkıştırarak sürgünü yaptılar. Ben babam ve abim aynı vagondaydık. Arkadaşlarımın dostlarımın ve en önemlisi memleketlilerimin çoğu sürgün sırasında öldü. Cesetleri bir şey olmamış gibi trenden aşağı attılar. Bizim vagonumuzda hiç önem olmadı. Benim bulunduğum vagonun sorumlusu bendim. Tren durduğunda vagon sorumlularını indirip vagondakilere yemek getirmek için izin verilirdi. Bende hepsiyle ilgilenip yemeklerini getirirdim. Hava çok sertti. Kar çok yağıyordu. Özbekistan'da bir köye götürdüler bizi. Yere pamuk serptiler ve ısınmak için onu tutuşturdular. Burada tam 45 yıl kaldım.

NİŞANLIM FAHRİYE İLE NE OLURSA OLSUN EVLENDİM

**Peki nişanlınızı sürgün edilirken Ahıska'da veya vagonlarda hiç görmediniz mi? Onu nereye sürgün ettiklerini bilmiyor muydunuz?

-Sevmek böyle bişey demek ki. Sevsen uzaklara gitsen de o kişi aklından çıkmaz. Benim aklımdan da Fahriyem hiç çıkmamıştı. Duydum ki nişanlım Fahriye de Özbekistan’ın Nemengon vilayetine sürgün edilmiş. Abim bunu duyar duymaz hemen oraya gitti ve Fahriye'yi getirdi. Evlendik 4 tane çocuğumuz oldu. Ama evlatlarım soğuğa dayanamadı ve 3’ünü soğuktan kaybettim. Sonra Sultan adında birisiyle evlendim. Ondan da 7 çocuğum oldu ve şuan hepsi farklı yerlerde.

**Peki memleketiniz Ahıska’ya gittiniz mi sürgünden sonra? Şimdi gitmek istiyor musunuz yine?

-76 ve 80 senelerinde gittim. Şu an orası bomboş. Gittiğimde kendi evimizde bir gün kaldım. Çok duygulandım oraya gidince. Sonuçta ne olursa olsun o topraklar, benim doğduğum ve büyüdüğüm yerin toprakları. Ama şuan gitmek ister misin diye sorarsan, gitmek istemiyorum. Şu an orada Müslüman düşmanları yaşıyor. Camilerimizi yıktılar. Biz askere giderken Kur'an’ın altından geçerken şu an orada haçın altından geçiyorlar.

AZERBAYCAN VE TÜRKİYE'YE MİNNETTARIZ

**Şu ana kadar kaç farklı yer de yaşamınızı sürdünüz? Sizinle en çok ilgilenen devlet hangisi oldu? Türkiye’ye ne zaman geldiniz? Ve yaşadığınız sıkıntılar var mı?

-4 farklı yer de yaşamımı sürdürdüm. Rusya’da, Özbekistan’da, Azerbeycan'da ve son olarak Türkiye’de. Benimle en çok ilgilenen devlet Azerbeycan devleti oldu. Her ihtiyacımı karşıladı. Azerbeycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyew, bana araba hediye etti. Bu araba satılamaz ve kiralanamaz bir araba. Beni çok memnun etti. Arabamızla Türkiye’ye gelirken sınırda arabamı durdurdular ve el koydular. Ben hasta bir insanım. Haftada üç kez doktora gidiyorum. Türkiye’ ye 3 yıl önce geldik. Biz evde şu an torunlarımla beraber 12 kişiyiz. Evimizde 2 kişi çalışıyor. Burada yaşayabiliriz ama çalışma iznimiz yok. Bu nasıl bir iş anlamadım. Benim torunlarım, çocuklarım nasıl okuyacak biz zor şartlarda geçiniyoruz. Dedemin de babamın da benim de kimliğimizde Türk yazıyor. Bizim Türkiye ile hiçbir sıkıntımız yok. Biz kardeşiz ve bir bütünüz. Arabamın buraya getirilmesine izin verilsin. Haftada 3 kez doktora gidiyorum. Doktor parası ayrı araba parası ayrı veriyorum. Hiçbir devlet büyüğü, hiçbir Belediye Başkanı, milletvekilleri ve hiçbir kanal ve gazete bizimle ilgilenip de bir derdiniz şikayetiniz var mı diye sormadı. Biz hırsız olmadık. Kimseyle bir kötülüğümüz yok. Suriyeli kardeşlerimize yardım eden devletimiz bize neden el uzatmıyoruz. Biz sizin kardeşiniz değil miyiz? Bizimde ihtiyaçlarımız var. 5 yıl duracağız ki bize vatandaşlık mı verilsin. Beş yıl aç susuz mu yaşayacağız. Türkiye bizim canımız ölsem de buraya gömülmek istiyorum. Ben memleketimi o kadar ki seviyorum. Bir yardımı olmayacaksa bile kimsenin en azından halimizi hatırımızı sorsunlar. Ben yıllarca bu ülkeye, Türklüğe hizmet etmiş bir adamım. Hak ettiğim bu mu olacak?

KELEŞ TAHAROĞLU KİMDİR?

Ahıska’nın Adigön vilayetinin Çecla köyünde 1923 yılında dünyaya geldim. Variyetli bir ailenin 2. çocuğuydum. At arabamız vardı. Babam at arabasıyla malzeme taşıyarak evimizin geçimini sağlıyordu. Annem ise ev hanımıydı. Annemle pek zaman geçirme fırsatımız olmadı. Çünkü annemi 4 yaşındayken kaybettim. Annesizlik zor bir durum ve yaşamayan bilemez. Allah kimseyi anasız bırakmasın. Annemi kaybettikten sonra bütün ilgimi babama ve abime verdim. Günlerimiz iyi kötü geçiyordu. Bende artık çalışacak yaşa gelmiştim. Bir fabrikada işe girdim ve müdür olarak çalışmaya başladım. Adı Fahriye olan sevdiğim bir kız vardı. Askere gitmeden Fahriye'yle nişanlandım. Biraz çalıştıktan sonra askere gitmeye karar verdim.3 yıldır ise oğlum ve torunlarımla birlikte Türkiye'de yaşıyorum.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.