Ahmet Güldağ

Ahmet Güldağ

Tarihî Zindan, Oksijen Deposu ve Yol bu mu?

Tarihî Zindan, Oksijen Deposu ve Yol bu mu?

Batı Karadeniz Turu son kısmındayız.
Önceki yazım konusu olan Karadeniz bölgesinde ki en uç kıyı şehri olan tarihî Sinop’a geliş ve meşhur kalesinden Sinop ve Ummanı temaşadan sonra, şehir içi gezimi ve ertesi sabahın kahvaltısı  ardından…
Tarihî ama ne yazık ki fecaat içinde yaşanabilen büyük ve geniş taş duvarlarla örülü Tarihî Ceza evi değil tam tabiri ile Zindan’ı görmeye gittik.
Tarihi denilmekte ama 1999 yılı ne kadar uzakta ki. Bizlerin eski tarihlerde yaşanmış sandığımız Zindan 1999 yılına kadar faaliyette olup pek çok siyasi ve düşünürleri bile misafir etmiş.
Bilhassa “demokrasiyi biz getirdik” atılımlarını serdedenlere ithaf etmek yerinde olur diye düşünürüm.
Etmiş de kim düşündü ise düşünmüş Zindan pardon Cezaevi’ni Müze haline getiriverip turistik hale çevirivermişler.
Büyük demir kapıdan girip ilk gördüğünüz oda,  tarihî oluşumları konu eden filmlerde ki zindanlar da, zincirlere bağlanan mahkûm odasının aynı idi
Kol ve ayakları bağlayacak kalın zincirler hazır ve nazırdı(!). Demek hakikat payı vardı böyle zindanların.
***
 Bir zamanlar "Anadolu'nun Alkatrazı" tabiri ile de anılan Tarihî Sinop Kapalı Cezaevi, eskilere dayanan yapısı ile şiirlere, şarkılara konu olmuş.
Üç yanı denizle çevrili 4000 yıl evveli Gaskalılar tarafından yapılıp Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Devleti döneminde de kale ve onun içinde ki cezaevi korunmuş, güçlendirilmiş.
Belgeler de 1568 yılına dayanan bu zindan için Evliya Çelebi seyahatnamesinde
"Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkûmları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Allah korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.” Demekte.
Sinop cezaevinin bir özelliği de II. Meşrutiyetin kurulmasından sonra siyasi mahkûmlar yanında birçok fikir suçlusu ve yazarın burada mahkûm olarak bulunmasıdır. Ve İstanbul’dan taaa buraya, ancak deniz yolu ile getirilmelerine hayret etmemek elden gelmiyor.
Gördüğümüz oda vb. yerler de ifade etmektedir ki; Mahkûm veya tutuklular nasıl sabırla yaşam sürmüşler merak konusu. Üstelik Yukarıda açıkladığım gibi hem de1999 yılına kadar!
Birde burada cezalı yaşam sürenlere bakınız. Hayret etmez misiniz? Doğrusu bendeniz bilmiyordum. Bu kadarda olur mu diye düşündüm bir an!
Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Refi Cevat Ulunay, Hüseyin Hilmi, Burhan Felek, Osman Celal Kaygılı, Celal Zühtü Benneci, Sabahattin Ali, Necip Fazıl Kısakürek, Kerim Korcan, Osman Deniz, Zekeriya Sertel burada hapis ve sürgün olarak kalmışlar..
Büyük Şair ve Mütefekkir Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in burada kaldığı zaman içinde yazdığı “Zindandan Mehmet’e Mektup” şiirinden ilk satırlar.
“Zindan iki hece. Mehmed'im lafta! / Baba katiliyle baban bir safta! / Bir de geri adam, boynunda yafta... / Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! / Kavuşmak mı?.. Belki... Daha ölmedim!”
Akbayram tarafından şarkı olarak seslendirilen,  Sabahattin Ali’ye ait “Aldırma gönül” şiiri burada yazılmış.
“Başın öne eğilmesin  / Aldırma gönül, aldırma /  Ağladığın duyulmasın, / Aldırma gönül, aldırma”
Bu zindanı gezerken yüzlerini buruşturarak hayret içinde gezenlerle beraber kalenin dış kapısında bekleyen otobüse dolup Sinop’a 11 km. uzaklıktaki İnceburun’a doğru yol aldık.
Yıllardır bozuk olduğu anlatılan yol üzerinde Sinop üniversitesinin çeşitli bölümleri de yer alınca…
Buraya önem verilmiş ki. yapılmış ve hummalı çalışma içinde yapılmakta olan duble yollardan geçerek dünya harikalarından olduğu belirtilen, tarihi adı “Hamsoros” iken halk tarafından “Hamsilos” adı konulan yerin tabii güzelliğine ulaştık.
Tabiatın serdettiği, çevresi yüksek kayalıklar bulunan bir eşi de İsveç de olan Firyod yani etrafı çevrili tabii liman oluşumundaki Koy’u temaşa etmeye başladık.
İzlenen koy bir Fil’in kafasını andırmakta ve kara üzerinde çam ormanları bulunmakta.
***
Burada bulunan restoranda balık atıştırması sonucunda dönüş başladı.
Geçtiğimiz yollar hep hummalı bir yapım çalışması içinde devam ederken, Ilgaz dağına  tırmanış başlangıcında son buluyor.
Ilgaz geçidinde dolana dolana çıkıp 1775 m. de ki Milli parka girip otobüsten iner inmez birden nefes rahatlığı ve yumuşaklık duygusu hâsıl oluverdi.
Şimdiye kadar çok çeşitli ormanda çam ağaçları görmüştüm ama buradaki apartman yüksekliğindeki olanlarına rastlamamıştım doğrusu.
Dağın ortasına kondurulmuş otel alanında Kastamonu’da ki anıtın bir parçası olarak, sadece bilhassa muhafazakâr ve hâkimiyetçi elitlerimizin tu-kaka yapmakta yarıştığı başörtülü Anadolu kadının bomba taşıması ve kağnı ile onu çeken öküzleri temsil eden anıt. İstiklâl savaşında olanları hatırlatıyordu bize…
*** 
Dönüşümüzün dağdan iniş ile İç Anadolu bölgesi içine girdiğimiz anda…
Gördüğümüz güzellik ve duyduğumuz hisleri kaybettirecek derecede olan bir oluşum la karşılaştık
Üzerinde gittiğimiz yolun, öyle bir km. değil 25-30 km. delik deşik olmuş durumda!                  
Duble yol yapımı dolayısıyla yeni yapılmakta olan yeni kısım daha bitmemiş. Trafiğe açık diğer ve mevcut asfalt kısmın üzeri ise delik deşik olmuş. Geçecek bir düzlük aramayın!   
Karşılıklı seyreden sürücüler çukurlara düşmeden nasıl gideceklerini şaşırıyor, adeta dans ediyordu bu yolun üzerinde.
“Bu ne biçim yol yapımı ve yol verme?” “Yol bu mu?” diyordu otobüs içindekiler.
Hak vermemek elden gelmezdi. Burada çalışan yüklenici (Müteahhit) firma ile TCK vazifelileri bakım yapmayı düşünemiyorlar mı idi acaba? hiç olmazsa üzerine stabilize veya temel malzemesi dökerek aksaklığı gidermek işten bile değildi. Bizlerin zamanında hep böyle yapar vatandaşa eziyet ettirmezdik. Burada elbette ödenek de, program da var sayımlı olması gerekirdi.
Doğrusu emekli Karayolcu olarak bendeniz utandım. Bahane bulamadım.
Yıllar evveli yollarda gezen Genel müdürler, Daire başkanları ve Bölge müdürlerinin sık tetkik alışkanlığı…
“Masada karar ve törenlere gitmekten zaman bulamadıklarından kaybolmuş mu acaba” diye kendime sorarken nostalji günlerimi düşündüm.
“Yol yapım Daire Başkanı Ahh Talat Baba. Hiç durmadan Türkiye’de ki Edirne’den Van’ına kadar yol şantiyelerini gezerken işçilerle yemek yiyip çadırlarda yattığın günler çoook gerilerde kalmış” diye geçirdim içimden…
Yolcular için zaman, vasıtalar için milli servetin heba olmasına sebebiyet verilir miydi böylesine?
Karadeniz bölgesindeki güzel çalışmalar İç Anadolu’da kayboluvermişti birden!.
Geçtiğimiz 23.05.2010 gününe kadar öyleydi belki bu zaman arasında bir düzelme olabilmiş veya devamdadır bilemem
Ama şu yazıyı yazarken Sayın Başbakan Yurda Sesleniş de; “Karadeniz yolları tünellerle devam ediyor” demesi tuhafıma gitti…
“Karadeniz iyide. Akdeniz kimin idi ki acaba?” diye düşündürdü bendenizi.
***
Tur gezisi Farma Turizm şirketince güzel organize edilmişti ki aksaklık olmadı.
Bendeniz yollara bakarken gözümden hiç bırakamadığım Şoför Sayın Mustafa Avcı’nın karşıdan gelenin salvo’larını bile kurtarıp rahat bir yolculuk yaptırması, yardımcısı Sayın Arif Tüzuner’in çay kahve ikramlarıyla hizmet vermesi yanında…
Tur liderliği vazifesindeki mihmandar Hanımefendi Sayın Emine Altuntaş ve Rehber Sayın Sercan Dalgara’nın her yönden yardımcı olmaları yanında yolculuğun neşeli geçmesi için fıkralar, türküler vb. eğlence tanzimleri ile güzel bir Tur gezisi yaptırmış oldular.
 Hepsine teşekkür ederken darısı sizlerin başına derim…  
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Güldağ Arşivi
SON YAZILAR