Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

SONUNDA…

SONUNDA…

“Annem ayrıca güvenliğimden de endişe ediyordu. Ama hiçbir zaman bir şey yapmamı yasaklamadı. Dehşet ve korku zamanlarıydı. İnsanlar Taliban’ın beni değil, babamı öldürebileceğini söylüyorlardı. ‘Malala çocuk,’ diyorlardı. ‘Taliban bile çocukları öldürmez.’

Ama büyük annem bundan o kadar da emin değildi. Ne zaman beni televizyonda konuşurken ya da evden çıkarken görse, dua ediyordu. ‘Ne olur, Malala, Benazir Butto gibi olsun ama ömrü Benazir gibi kısa olmasın!’

Okul kapandıktan sonra, blog yazmaya devam ettim. Kızların okula gitmesinin yasaklanmasından dört gün sonra, beş okul daha yerle bir edildi. ‘Çok şaşkınım’ diye yazmıştım. ‘Okullar zaten kapalı, neden yıkıyorlar ki? Taliban’ın verdiği son tarihten sonra hiç kimse okula gitmedi.”

( Malala Yusufzay ve Christina Lamb; Ben, Malala; Epsilon Yayınları)

“Kaymakam mahkeme esnasında kızar ve hiddetlenirse kızdığı şahıs, kaymakamı hiddetini gidermek maksadıyla, bulundukları yerde kaymakama karşı secde ederdi. Haksız yere bir Müslüman-Türk, kaymakam tarafından dövülmeye başlandığı vakit o şahıs yüksek sesle ‘Ey büyük adam ben suçluyum!” diye bağırması gerekirdi. Kaymakamın vermiş olduğu karara haklı veya haksız her Müslüman-Türk’ün mutlak surette uyması gerekirdi. Uymayanlar şiddetle cezalandırılırdı. Bundaki maksat Türklerin mukavemet gücünü yok etmek, haysiyet ve izzet-i nefislerini kırmak ve esarete alıştırmaktı. Ellerine geçen en küçük fırsatta dahi işkence etmekten zevk duyarlardı. Hatta çeşitli kazaların kaymakamları bir araya geldiklerinde yaptıkları çeşitli işkenceleri arkadaşlarına anlatmaktan iftihar ederlerdi. Kendisine işkence edilen insanlar acı ve ızdıraplarından yerdeki tuğlaları veya elbiselerinin bir parçasını ağızları arasında sıkıştırıp tahammül etmeye çalışırlardı.

( İsa Yusuf Alptekin’in Mücadele Hatıraları 1; Yayına Hazırlayan: Ömer Kul; Berikan Yayınevi)

“Bilim, hâkim entelektüel otorite ve kültürel dünya tasavvurunun tanımlayıcısı, yargılayıcısı ve koruyucusu olarak dinin yerini alıyordu. İnsan aklı ve ampirik gözlem, evreni kavramanın temel yolu olarak teolojik doktrinin / akîdenin ve Kutsal Kitap vahyinin yerine geçiyordu. Dinin ve metafiziğin alanları, zamanla kompartımanlaştırılmış; şahsî, sübjektif, spekülatif ve ampirik dünyanın yaygın objektif bilgisinden esas itibariyle farklı olarak değerlendirilmeye başlanmıştı. Aşkın hakikatle ilgili kavrayışlar, insan bilgisinin kabiliyetinin ötesine taşan alanlar; insanın duygusal tabiatının ürünü ve teskin olması bakımından faydalı uğraşlar; estetik olarak tatmin edici imijinatif inşalar; potansiyel olarak değerli sezgisel varsayımlar; ahlâk ve sosyal insicam için gerekli siperler ve tutamaklar; politik-ekonomik propaganda; psikolojik olarak motive edici projeksiyonlar; hayatı yoksullaştırıcı illüzyonlar ya da gereksiz hurafeler olarak değerlendiriliyordu.”

(Richard Tarnas, Batı Düşüncesi Tarihi Moderniteden Günümüze Kadar cilt 2, Külliyat Yayınları)

Modern imparatorluk işinde gösterilen ustalık ve kurnazlık, Romalı kumandanları, İspanyol istilacıları, 18. Ve 19. Yüzyıl Avrupalı sömürgeci güçleri utandıracak düzeydedir. Biz ET’ler cin gibiyizdir; tarihten ders alırız. Kılıç taşımaz, bizi diğerlerinden ayıran zırh veya giysiler giymeyiz. Ekvador, Nijerya ve Endonezya gibi ülkelerde yerli bir okul öğretmeni ya da dükkân sahibi gibi giyinir, Washington ve Paris’te bir hükümet bürokratı veya bankacı gibi görünürüz. Alçakgönüllü, saygılı ve normal davranırız. Proje mahallerini ziyaret eder, yoksul köyleri dolaşırız. Fedakârlık taslar, yaptığımız harika hayırseverlik işlerinden yerli gazetelere söz ederiz. Hükümet komisyonlarının konferans masalarını, hesap çizelgelerimiz ve finansal tahminlerimiz ile donatıp, Harvard İşletme Okulu’nda makroekonominin mucizeleri hakkında ders veririz. Hep kayıt altında ve ortadayızdır. Daha doğrusu, kendimizi öyle gösterir ve öyle kabul görürüz. Sistem öyle çalışır. Gerekirse yasadışı yollara da başvururuz; çünkü sistemin kendisi hile ve kandırma üzerine kurulmuştur ve sadece tanım olarak yasaldır. (…)

Bu projelerin her birinin dile getirilmeyen bir özelliği vardı: hepsinin ortak amacı, dünya üstündeki hükümetlerin uzun vadeli finansal bağımlıklarını ve dolayısıyla politik sadakatlerini garanti ederken, aynı zamanda müteahhit firmalar için büyük kârlar yaratmak ve krediyi alan ülkedeki bir avuç varlıklı, nüfuz sahibi aileyi mutlu kılmaktı. Verilen borç ne kadar büyük olursa o kadar iyiydi. Bir ülkenin omuzlarına binen borç yükünün o ülkenin en fakir vatandaşlarını onlarca yıl sağlık, eğitim ve diğer sosyal hizmetlerden yoksun bırakanacağıysa dikkate bile alınmazdı.”

/John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları; Aprıl Yayıncılık)

Sonunda…

Kullarım sana, beni sorduğunda muhakkak ki ben çok yakınımdır. Bana dua edince duacının duasına icabet ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki doğru yolu bulabilsinler.”

(Bakara Sûresi, 186)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR