Katharine Branning: Mahperi Hatun, 'Zamanının Meryem’i; Hatice’si'

Katharine Branning: Mahperi Hatun, 'Zamanının Meryem’i; Hatice’si'

'Ay Sultan', Türkiye'de 'Bir çay daha lütfen' kitabıyla tanınan Katharine Branning’in yeni romanı. Kitapta, Mahperi Hatun olarak bilinen Ay Sultan’ın hikâyesi anlatılıyor. Mahperi Hatun, Selçuklu tarihinin önemli şahsiyetlerinden biri. Halkının...

'Ay Sultan', Türkiye'de 'Bir çay daha lütfen' kitabıyla tanınan Katharine Branning’in yeni romanı. Kitapta, Mahperi Hatun olarak bilinen Ay Sultan’ın hikâyesi anlatılıyor. Mahperi Hatun, Selçuklu tarihinin önemli şahsiyetlerinden biri. Halkının fiziksel, zihinsel ve manevi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kervansaraylar, medreseler, camiler ve hamamlar inşa eden Mahperi Sultan, 'Zamanının Meryem’i; Hatice’si' olarak biliniyor.

Hikâye, Selçuklular zamanında, Alaeddin Keykubad ve Giyaseddin Keyhürsev dönemlerinde geçiyor. Mahperi Hatun, Alaeddin Keykubad’in eşi ve Giyaseddin Keyhüsrev’in annesi.

Branning, Sultan Alaeddin Keykubad’ın Selçuklu İmparatorluğu’nu tahayyül edilemeyecek kadar çok genişlettiğine dikkat çekerken bir taraftan onun ne denli iyi bir fatih, inşa edici ve başarılı bir sultan olduğunu etkileyici bir dille anlatıyor. Bu sebeple oluşan kıskançlıkların ve kurulan komploların, Alaeddin’in erken ölümü ile sonuçlandığını da gözler önüne seriyor.

Sultan Giyaseddin döneminde manipülasyonlar ve yozlaşmalar yoğunlaştığı için imparatorluk zayıflamış ve nihayet Moğollar’ın eline geçmişti. Mahperi Hatun’un hayatı işte bu kargaşa içerisinde geçiyor. Sevgi, şefkat ve hoşgörü sahibi Ay Sultan, Allah sevgisini göstermek amacıyla ihtişamlı binalar inşa etmiş.

İngilizcesi Blue Dome Press tarafından Moon Sultan başlığıyla yayımlanan ve Türkçe’ye Kaynak Yayınları tarafından kazandırılan Ay Sultan’ın yazarı Katherine Branning ile romanı ve ilginç hikâyesini konuştuk.

Kitabınızda Tokat’ta geçen bir hadisenin sizi Mahperi Sultan’ı araştırma konusunda harekete geçirdiğini yazdınız. Bundan bize biraz bahseder misiniz? Kitabı yazmak için nelerden ilham aldınız?

Selçuklu döneminin kervansaraylarını araştırırken, bir metinde Türkiye’nin kuzeydoğusunda Tokat şehri yakınlarında bir han bulunduğunu okudum ve orayı ziyaret etmeye karar verdim. 1993’te şehrin 20 mil ötesinde küçük kırsal bir bölgede büyük bir kervansaray gözüme çarpmıştı. O günü çok iyi hatırlıyorum. Hana dışarıdan baktığımda dikkatle oyulmuş ana kapının güzel detaylarına hayran kaldım. Bu ana kapı, Anadolu’daki diğer kervansaraylarının koca kapılarından çok farklı idi. Kapının her iki tarafında bulunan sütunların üzerlerinde tasvir edilen kozalak ve çiçek figürlerini görünce, kendi kendime orada bir kadın eli var dedim. Çok zarif ve daha önce gördüklerimden çok farklı idi. Sonra çok garip ama gerçek bir şey oldu. Bir ses duyduğumu fark ettim. Han harabe halindeydi. Düşen kayaların olduğu, kazların badi badi gezdiği ve yabani otların etrafı kapladığı avluya doğru yavaşça ilerlerken o fısıltıyı tekrar işittim. Bir kadın sesiydi. "Benim hikâyemi anlat; han duvarlarının ardındaki hikâyeyi anlat bana." diye fısıldadı. Belki biraz tuhaf gelebilir, ama bu gerçekten oldu. Bu sanatın gücü olsa gerek. Bir tablo sizi ağlatabilir; müzik ruhunuzu dinlendirebilir ve bazı ortamlara girerken kalbiniz duracak gibi olur. Bu yer benimle konuşmuştu; bana hitap etmişti. O sırada o görkemli hanın hikayesini bilmiyordum ama han hakkında daha fazla bilgi edinmek için kendi kendime söz verdim. Çok geçmeden bu hanın bir kadın tarafından kurulduğunu öğrendim. O kadın büyük Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat’ın eşinden başkası değildi. Böylece bu hanın hikâyesini anlatmayı çok arzu ettim. Fark ettim ki Selçukluları, tarih ve gerçeklerle dolu akademik bir kitap aracılığıyla değil de, hikâyeleri ve kahramanları olan bir roman şeklinde yazabilir, onun sesi ve bu hanın yardımı ile aktarabilirdim.

Ardından gelişen ikinci "olay" da beni çok etkiledi. Onun inşa ettirdiği cami kompleksini ziyaret etmek için Kayseri’ye gittiğimde, türbesinin başındaki yazı gözüme çarptı: 'Zamanının Meryem’i; Zamanının Hatice’si'. Bu ilgi çekici çift inanç geleneği, bu kadının hikâyesini yazma düşüncemi daha da artırdı ve beni bu manevi zenginliği araştırmaya itti.

Kitabı yazarken karşılaştığınız en büyük sorun neydi?

Aslında birkaç büyük zorlukla karşılaştım. En zor olanı ise bu kadının tam bir muamma olmasıydı. Gerçekten de bu kadın hakkında tüm bilinenler toplansa hepsi üç cümleyi geçmez. Kadın hakkında bilgi veren kaynaklar yazıt plaklar, tarihçi Ibn Bibi ve Bar Hebraeus’un yazdığı münferit bir kaç yazıdan ibarettir. Bu binaları neden inşa ettiği, onu motive eden nedenler ve kişiliğine dair bilgiler ise hayatı hakkındaki yetersiz detaydan daha da az ve belirsiz.

İkinci zorluk ise zamanda geri adım atmak ve o zamandaki bir kadının nasıl bir hayat sürdüğünü tahayyül etmekti. 750 sene önce yaşamış bir Türk kadınının hayatını, batılı, laik, ve Hıristiyan bir kadın nasıl tasvir edebilirdi? Onun zamanının günlük yaşamına dair elimizde çok az bilgi varken, o kadının düşünce ve kaygılarının ne olduğunu doğru ve samimi olarak anlatmaya nasıl cesaret edebilirdim? Fakat bir yerden başlamalıydım ve onu tüm yüzyılların kadınlarının sahip olduğu ezeli değerleri, geçmişi ve inançları baz alarak anlattım. Kadınlar ilk olarak çevre kazanmak isterler; çatışmadan kaçınırlar; evlerinde ve hayatlarında sıcaklık meydana getirmenin yollarını ararlar. Topluma karşı cömerttirler. Hayata umutla sarılırlar. Bireyin önemli olduğu üzerinde dururlar. Sevecen, cömert ve yardımseverdirler. Kadınların toplumsal değerleri maddi değerlere tercih edecekleri inancındayım. Tüm zamanların kadınları iş, aile, duygusal ve manevi hayatlarını, güzellik ve moda anlayışlarını bir arada tutmayı ve birlikte yürütmeyi hedef edinmişlerdir. Evet, tüm bunların Ay Sultan’ın hayatında da büyük yer tuttuğunu ve onu motive eden şeyler olduğunu düşünüyorum.

Üçüncüsü ise her tarih yazarının karşı karşıya geldiği gibi gerçekleri kurgu ile yazabilme zorluğuydu. Tarihi gerçekleri anahtar oyuncularla nasıl birleştirebilirim? Yüzyıllar önce yaşamış olan karakterlere, olduğunu varsaydığım arzu ve istekleri nasıl atfedebilirim? O zamanın siyasi olaylarını, Ibn Bibi’nin de ima ettiği gibi daha insani yönleriyle nasıl tasvir edebilirim? Bu açıdan hem Saadettin Köpek hem de Gıyasettin Keyhüsrev’in psikolojik karakterlerini tasvir etmekte zorlandım.

Son olarak kitap için sesler oluşturmakta zorlandım. Bu dönemde siyasi, dini ve kültürel birçok gelişme olduğu için, sadece tek bir sesin (Mahperi’nin sesinin) bu dönemi anlatmakta yeterli olmayacağını düşündüğümden değişik sesler seçtim. Hikâyede geçen olaylar doğrusal olarak ilerlerken, hikâyeye boyut kazandırma adına, diğer sesler dairesel bir şekilde ortaya çıkıyor. Umarım okuyucularım bu tekniği hoşgörürler ve farklı gözlerle; kervansarayların, havada uçan kartalların, yanardağların ve hatta kükreyen bir leoparın gözlerinden tasvir ettiğim bu dönemi takip edebilirler.

Mahperi Sultan’ın günlük hayatını anlatan çok az tarihsel kanıt var. Fakat onu güçlü, bilgin, sevecen, duyarlı ve çetin sınavlar vermiş bir kadın olarak hayal edebilirsiniz. Hakkında en sevdiğiniz şey ne ve size göre onun Selçuklu halkına ve tarihine ne büyük katkısı neydi?

Keşke bu kadın hakkında 6 cümleden daha fazla tarihsel bilgi bulunsaydı! Bunu çok isterdim. Keşke onun mektuplarına, bir portresine, başka bir yazar ya da gazeteci tarafından yazılan bir tasvirine ya da hanlarından çıkan bir fişe sahip olabilseydim. Lakin maalesef hiç bir şeyim yoktu o nedenle onu tepeden tırnağa oluşturmak zorundaydım. Saç renginden boy uzunluğuna, düşüncelerinden duygularına kadar. Onu onurlu bir kadın olarak tasvir etmeyi seçtim; tıpkı kabrinin başında yazıldığı gibi. Onun hakkında en sevdiğim şey buydu. Onu, yanındakilere ilham veren, hepimizin olmaya çalıştığı ya da arkadaş olmak isteyeceğimiz güçlü bir kadın olarak canlandırdım. Siyah bir atla Konya sokaklarında gezecek ve kocasına karşı durabilecek kadar cesur ve bağımsız olmasını sevdim. Bu açıdan bakıldığında onu tasvir ederken çok idealist olduğum düşünülebilir ama aynı zamanda onun zayıf yönlerini ve verdiği mücadeleleri, kendisini incitenlerden nasıl acımasızca intikam aldığını ve çok insani duygularla hareket ettiğini de gösterdim. Onun Selçuklulara ve aynı zamanda tarihe bıraktığı en büyük miras imparatorluğundaki insanlara daha iyi bir dünya vermek için gücünü, etkisini ve zekasını kullanmasıydı. Sanat ve mimari yoluyla bize başkalarının hayatlarını yüceltmek için güç sahibi olan kişilerin potansiyellerini nasıl kullanabileceğini hakkında önemli bir kanıt bırakmıştır. Onun binaları bize hayatın kısa ama sanatın uzun olduğunu anlatırken, yıkmak değil kurmak için yaşamamız gerektiğini hatırlatırlar.

Mahperi Sultan, Kayseri’de Kubadabad Saray’ındaki hamamı inşa ederken kadınlar bölümünü taht odası kadar güzel yaparak "İmparatorluk için her kadın imparator kadar önemlidir." demek ister gibiydi. Selçuklu İmparatorluğu’nda kadınların yaşam tarzı ve rolü hakkında bilgi verebilir misiniz?

Günlük hayata dair yetersiz tarihi belge olduğu için, Selçuklular döneminde kadınların nasıl olduklarını ve günlük hayatlarını detaylı olarak anlatmak mümkün değil. (Sadece birkaç tarihçi bu dönemi anlatmaktadır: 'Konya’nın isimsiz tarihçisi' Ibn Bibi, Hristiyan tarihçi Bar Hebraeus, polis memuru Smbat, Vincent de Beauvais, Friar Simon de St. Quentin, ve Akropolites). Seramik ve minyatürlere bakıldığında, kadınlara dair, özellikle elbiseleri, saç stilleri ve mücevherleri hakkında, bazı ipuçları elde etmek mümkün. Bu dönemin edebiyatı kadınlardan çok nadir bahsetmekte. Kendime ne yiyorlardı ve evleri neye benziyordu gibi sorular soruyordum. Zamanı nasıl anlıyorlar ve ne tür ayakkabılar giyiyorlardı? Kadınlar o dönemde okuyup yazabiliyorlar muydu ve toplumun hangi kısımlarında söz sahibiydiler? Saçlarını nasıl kullanıyorlardı? Bütün bu soruların cevaplanması gerekiyordu fakat bunlara kesin ve net cevaplar bulmak imkânsızdı. Ne var ki, bu dönemde kadınların yansımasını görebiliriz.

Mevlana için evin kadınları destek kaynağı olmuşlardı. Kızını ve eşini çok sevdiğini kendi biyografisini yazan öğrencisi Aflaki’den öğrenmekteyiz. Giyaseddin Keyhüsrev’in de eşi Gürcü Hanım’a çok değer verdiğini ikisinin de adlarının yazılı olduğu para bastırmasından anlıyoruz. Ayrıca Mevlana’nın kabrinin üzerine ilk türbeyi yaptıran kendisidir ve sufizmin kadınlar arasında yayılmasını teşvik etmiştir ve bir çok kadın da bu yolu izlemiştir. Romanda da belirttiğim gibi, bu dönemde kadınlar çok büyük bir ihtimalle halı dokudular ve diğer sanat dalları ile ilgilendiler.

Kitapta bir banyo sahnesine yer yerdim. Bunu yapmaktaki amacım sadece çinilerin güzelliğini göstermekten öte o güzel çinilerin sarayın başka yerine değil de neden oraya koyulduğunu merak etmemdendi. Oraya özellikle koyulmalarının maksatlı bir amacının olduğuna inanıyorum. Bu dönem sadece savaş ve şiddet dönemi değil aynı zamanda büyük sevgi dönemiydi: kadın ve erkek arkadaşlar, sanatkârlar ve sanat eserleri ve kullar ile Allah arasındaki sevgilerden bahsediyorum. Bunlar kadınları kalplerinde ve Mahperi’nin jestlerinde gizliydi.

Selçuklu imparatorluğu kültürel olarak çok zengin bir toplumdu. Sizce modern Türkiye hala Selçuklu döneminin özelliklerini taşıyor mu ve benzerlikler görebiliyor musunuz?

Selçuklular döneminin en etkileyici taraflarından birisi modern Türk kültürü ile benzerlikler göstermesidir. Geleceğe bakışları ve çalışkan, başarılı ve hedefleri olan insanları, çok kültürlü vatandaş profilleri ve zorlu bir jeopolitik durum içinde olmaları benzerlik gösteriyor. Evet, Selçuklular döneminin kültürel dinamiklerinin ve onun geniş sanatsal üretim yelpazesinin modern Türkiye’de hala sürdüğünü düşünüyorum.

Batı’da tanınmış sinemanız var. Yakın zamanda Cannes ve Venice gibi prestijli film festivallerinde ödül aldılar (Kış uykusu ve Sivas). Televizyon programlarında dünyanın en büyük ikinci ihracatçısı haline gelmiştir. Türk gıda ürünleri New York'tan Fuji’ye dünyanın her yerinde satılmaktadır ve Türk mutfağı şimdi daha çok seçkin yemek tarihçileri ve yurt dışında lokantalar açılıyor.

Hükümetiniz, 1993 yılında girdiğim bu han da dahil olmak üzere ülkenin tarihi zenginlikleri birçoğu geri yüklemek için kararlı bir program üstlenmiş. Hükümetiniz, ülkenin tarihi zenginlikleri birçoğu restore etmek adına bir program başlatmış. Restore edilecek yerlere arasında 1993 yılında girdiğim bu han da var.

Yazarlarınızın üzerindeki ilgi gün geçtikçe artıyor. Orhan Pamuk entelektüel açıdan meraklı insanlar için Türk edebiyatına ışık tutan fener niteliğindedir. Türkler uluslararası kitap fuarlarında bulunuyorlar ayrıca Türk hükümeti Türkiye’yi tanıtan, sanatını ve mimarını yansıtan kitapların tercümesine ve yayımlanmasına sponsorluk yapacak yeni bir program hazırlıyor. Türkiye’de şaşırtıcı oranlarda, 100 devlet 150 özel olmak üzere, birçok müze ve bunların yanı sıra binlerce özel koleksiyon ziyarete açık hale getiriliyor. Hatta Kayseri’de Selçuklular’ı anlatan sanal bir müze açılıyor. Her yıl Batı ile denk eğitim imkânları sunan dünyanın her yerinden yabancı öğrencileri çeken üniversiteler açılıyor. Türkler Amerika’daki yabancı öğrenci nüfusunun ilk beşinde bulunuyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ve belki de dünyada) en çok okunan şair kimdir? Selçuklu döneminde yaşamış şairden başka kimse değil. Rumi’nin ta kendisi. Tüm bunlar bana Selçuklu kültürünün hala korunduğunu düşündürüyor, bu da onlar için ne güzel bir kanıttır!

Kitabınızda Mahperi Sultan ve Alaeddin Keykubad’ın medreseler yaptırdığından ve Bahaeddin Veled, Celalettin Rumi, Seyyid Gürhaneddin and Şeh Türesan gibi dönemin ünlü ilim adamlarına danıştıklarından bahsediyorsunuz. Bu kişilerin hepsi Sufi aşkından bahsediyorlardı. Bu öğretilerin Selçuklu İmparatorluğu’ndaki yönetim şeklini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Sufizmin devlet yönetimini etkileyip etkilemediğini tespit etmek mümkün değildir ama o dönemin insanları üzerinde kesinlikle büyük etki bırakmıştır. Alaeddin Keykubat Mevlana’nın babasını Konya’da yerleşmeye davet etmiştir. Onun hayatını idame ettirebilmesi, bilimsel faaliyetlerini sürdürebilmesi ve vaaz verebilmesi için medreseye atamıştır.

Vezir Celalettin Karatay dindar olarak bilinen birisiydi ve aynı zamanda Mevlana’nın arkadaşıydı. Bu nedenle onun yönetim şeklini kesinlikle etkilemiştir.

Sultan Alaeddin Keykubat’ı tabaasının dini inançlarına ve kültürel geçmişlerine karşı hoşgörülü ve imparatorluğunda barışı korumak için ne gerekiyorsa yapan biri olarak tanıtıyorsunuz. Sizce günümüz liderleri Selçuklu liderlerden ne dersler çıkarabilir?

Alaeddin Keykubat imparatorluğunu çevre ülkelerle (Bizanslar, Ermeniler ve Venedikliler) diplomasi kullanarak inşa etti. Aynı zamanda Eyyubiler ve Harzemşahlar gibi düşmanları ile savaşarak sınırlarını genişletti. Moğollarla neden barış anlaşması yaptığı bilinmemektedir fakat önüne geçen her milleti ezip geçtiğinden kendi imparatorluğu potansiyel bir yıkımdan kurtarmayı hedeflemiş olabilir. Alaeddin Keykubat ülkesini içten geliştiren birisiydi. Ticareti, altyapıyı ve entelektüel ilerlemeyi destekledi. O sadece agresif ve güçlü bir lider değildi. Bu hedefler onun için önemli olmuştu. Vatandaşlarının hayatlarını korumak ve iyileştirmek onun için önem arzediyordu ve bunun için Moğollara teslim olduklarını düşünüyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün ünlü sözü bu anlayışı yansıtmıyor mu? 'Yurtta sulh cihanda sulh!' Eğer insanlar hayatlarından memnun değillerse, gücün hiçbir şey ifade etmediğini Selçuklular çok iyi biliyorlardı. Bu dünya liderlerinin alması gereken derslerden birisidir. Liderler ülke yönetiminde yüksek standartları hedeflemelidirler ve vatandaşlar her şeyden önce gelmelidir.

Katharine Branning

Yazarın 'Bir çay daha lütfen' adlı eseri dört dile çevrildi. Haziran 2013’te Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayesinde yazılan Büyük Selçuklular’ın Mirası adlı kitabın İngilizce editörüdür. Kültürlerarası konular üzerine dersler vermekte ve çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmaktadır. Kendisine 2012 yılında, Rize tarihinde ilk defa olmak üzere, fahri vatandaşlık unvanı verilmiştir. Ay Sultan, yazarın ilk romanıdır. CİHAN

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.