Karabekir Paşa’ya sitem dolu mektup

Karabekir Paşa’ya sitem dolu mektup

Emekli jandarma binbaşılardan A. Haydar Kafadar tarafından Kazım Karabekir Paşa’ya yazılan sitem ve temennilerle dolu mektup Cumhuriyet döneminden yaşananlara ışık tutuyor

Teknolojinin ve haberleşmenin ilerleyip iletişimin kolaylaştığı günümüzde maalesef mektuplaşma da neredeyse bitmiş durumda. Fakat bundan on yıl ve öncesi için aynı şeyleri söylemek biraz zor. Çünkü geçmişin en canlı ve sıcak haberleşme aracıdır ‘mektuplar’. Hele yazılan bu mektuplar tarihe damgasını vurmuş önemli şahsiyetler hakkında iseler kıymeti bir kat daha artmaktadır.

Bu mektup ise, 1947 yılında emekli jandarma binbaşılardan A. Haydar Kafadar tarafından dönemin meclis başkanı Kazım Karabekir Paşa’ya İstanbul’dan yazılmış bir temenni ve sitem mektubudur. O dönemin olaylarına ışık tutması yanında 91 yıllık Cumhuriyet tarihimizi de anlamamızı ve yorumlamamızı sağlayan bir mektup. Paşa’ya ulaşıp ulaşmadığını bilmiyoruz. Zira Karabekir Paşa bundan bir yıl sonra 26 Ocak1948 günü vefat etmiş.

Her sene bu tarihlerde medyayı takip ediyorum ama maalesef bir kaç küçük haber ve etkinliğin dışında O’nu pek hatırlayan yok. Milli Mücadele tarihimiz açısından böylesine önemli bir şahsiyetin unutulması üzüntü verici. O, kurtuluş mücadelesinin önde giden kahramanlarından. Fakat bazı şahsiyetler gibi maalesef Cumhuriyet döneminin muhalif ve damgalılarından. Anlamak güç. Muhalifleri her ne hikmetse onu 1946'da meclis başkanı seçmişler. Zaten mektupta da dikkati çekilen hususlardan birisi de bu; muhalif olan Karabekir Paşa’nın meclis başkanı seçilmesini, O’na verilmiş bir sus payı olarak yorumluyor Kafadar.

Sorularını da art arda sıralıyor: “Nasıl olur da bir Halk Partisi, halktan kopuk olduğu gibi halka zulüm ve baskı uygulayabilir? Nasıl olur da Atatürk, İnönü ve Karabekir gibi milli mücadelede omuz omuza vermiş kahramanlar birbirleriyle küs ve muhalif olabilirler?” Atatürk askerlikten (9. Ordu müfettişi iken) istifa ettiğinde ona selam durup:

Emrinizdeyim Paşam” diyerek sahip çıkan Kazım Karabekir Paşa değil midir?

Ancak her ne hikmetse Cumhuriyet’ten sonra bu önemli komutanların arası açılmıştır. Vefatına yakın Atatürk ve İnönü’nün aralarının açık olduğunu, İzmir suikastını planlayanların suçu Karabekir’in de üzerine atarak nasıl da Atatürk’le aralarını açtıklarını bugün herkes bilmektedir.

İşte bu olayların arka planlarını kendi görüş ve sezişleriyle o günlerde Karabekir Paşa’ya bildiren yine emekli bir asker olan Haydar Kafadar’ın mektubu bence dikkate değer. Kafadar, mektubunda Karabekir Paşa’ya adeta yalvarıyor. Halkın bu muameleleri hak etmediğinden bahsediyor. Diğer paşalarla bir araya gelerek memleketi iç düşmanlardan yeniden kurtarmaları gerektiğini söylüyor. Şimdi 12 sayfalık mektuptan alıntılarla O’na kulak verelim:

“Sayın General Kazım Karabekir

Büyük Millet Meclisi Yüksek Başkanı

11.01.1947 Ankara

…Malumu devletleri olduğu üzere geçen birinci umumu harpte mağlup olmuş ve koca imparatorluk teessüre uğratılmıştı. Hududu milli dâhilinde bulunan düşmanı kovmak, memleketi kurtarmak, tekrar istiklalimize kavuşmak maksadıyla, büyük, halaskar Atamızın açtığı tarihi bayrağın altında 7 yaşından 70 yaşına kadar civancıklarımızın da (gençlerimizin de) dâhil olduğu halde, bütün millet canla başla el ele vererek, bütün varını yoğunu bu uğurda sarf ederek, ulu Tanrı’ya sığınıp memleketi düşmandan kurtarmaya bütün imanıyla azmetti. Ulu Tanrı’nın yardımıyla buna muvaffak olundu.

Bu milli mücadelede göstermiş olduğunuz büyük hizmetinizden dolayı, Büyük Millet Meclisi tarafından zâtı devletlerine ‘Şark Fatihi’ lakabı verildi. Memleket düşmandan tamamen temizlendi. Atamızın arzusuyla milli mücadelenin ruhundan doğan bir parti teşekkül etti ve ismine ‘Halk Partisi’ adı verildi. Bu partiye bütün memleket kurtarıcıları imza kaydolundu. Herkes bu partiye kayıt edilmek için büyük bir şeref ve iftihar addediliyordu. Fakat bu memleket kurtuluşuna iştirak etmeyenler bu kayıt ve şereften mahrum idiler. Bir aralık bu şerefli parti, ifrâti ve mağruri neşe-i zaferle gece gündüz mest oldu. Partinin üyesi olan bazı zevat yüksek mevkiye geçince, memleketi unutarak mevkilerinin nüfuzundan bil istifade servet ve sâmân sahibi olmak hevesine düştüler. Bir kısmı eski nezahet ve kazandıklarını muhafaza etmiş elyevm (bugün) etmektedirler. Bu partinin ahval ve harekâtını tarassut altında bulunduran dalkavuk İttihat ve Terakki döküntüleriyle yeni türeyenler, kahraman maskeleriyle aralarına girip, bir aşiretten bir cihangir devlet kuran Osmanlı Türkleri gibi ki ‘dünyayı sizi yarattınız, mutlak hâkim sizsiniz’ gurur ve okşayıcı ninnilerle coşturdukça etrafı görmez, söz söylenmez ve laf dinlemez, hülasa ne oldum delisi ederek partinin sıhhi ve temiz havasını bulandırmaya ve büyükler arasında nifak ve şikâk tohumları saçmaya ve birbirine düşman etmeye koyuldular. Ve yavaş yavaş partiye yerleşmeye başladılar.

Parti içinde olup işlerine gelmeyen öz evlatlarına, hain-i vatan, muhalif, mürteci, ihtilâlci, karıştırıcı, beşinci kolcu damgasını vurarak uzaklaştırıp yerlerine oturan bu zavallılar, bir zaman Atatürk ve İsmet İnönü ile aranızı açarak sizleri yıllarca evinizde hapis edilmek suretiyle sıkı tarassut (gözetleme) ve muhafaza altına aldıkları ve Atatürk’ün vefatından sonra bazı hakikatleri meydana çıkarmanız üzerine gazetelerde sırları teşhir ettikleri ve hatta üniversite talebelerine aleyhinizde protesto makamında nümayişler tertip ettikleri ortadadır.

Ey şanlı Paşam: sizin şark fatihi kahramanlığınız nerede kaldı? Sizleri bu sükûta sevk eden saik nedir? Bunu bir türlü anlamıyorum. Milletle istihza (alay) etmek, milletin acı yarası üstüne tuz-biber ekmek, işi yaygaralığa vererek birçok hakikatleri kendisinden gizleyen Ata’ya:

– ‘Paşam, yalnız siz bu memlekete çalışmadınız, biz de çalıştık’ demek suretiyle hasta, büyük kalplerini inciten, milletin hazinesini kendi kasırları gibi keyfi olarak bol bol sarf ile patlayıncaya kadar bütün aç karınlarını doyuran, konak, köşk, apartman, şato vesaireden oluk gibi akan mallara gark olan, sonradan görme bu nankör, hayâsız yârân bir vakitler:

“Milleti biz kurtardık, idareyi kimseye vermeyeceğiz, zaten millet açlığa, cefaya alışık, idmanlıdır” sözünü sarf etmeye çekinmediler.

Ey Şark Fatihi Kahraman Paşam:

Vazifeniz bitmemiştir. Muzaffer olmakla iş bitmiş değildir. Asıl henüz kan pahasına elde edilen ve bu kanla sulanan muzafferiyetin idamesiyle umumi semeresini almak gerektir. Düşmanlarımızı tepeledikleri gibi daha tehlikeli olan iç düşmanları tepelemek gerektir.

 ‘Artık çilesi dolmuştur milletin

 Hüdâ hüsnü tesir halketsin’

(Mezar taşıma yazılacak kitabe)

‘Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın

 Kim bilir belki yarın, belki de yarından yakın’

Ey Ulu Tanrı: ebedi mezarımın üstünde ki toprağımı yabancıların ayakları altında çiğnetme ve şanlı bayrağımın dalga ve gölgesini mezarımın üstünden sakın eksik etme.”

Emekli Jandarma Binbaşılardan

Hürmetkârınız

A.Haydar Kafadar

Bizlere de bu dualara âmin demek düşüyor.

 

Araştırmacı-Tarihçi

Kasım Kocabaş

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.