Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

Hazreti Mevlânâ’nın ölüme bakışı

Hazreti Mevlânâ’nın ölüme bakışı

 

Bugün de Konya’nın O muhteşem düşünürü Mevlânâ Hazretlerini yazımıza konuk etmeye devam edelim dileğindeyiz efendim.

Hz. Mevlânâ’nın ölüme çok zengin bir bakış açısı vardır. Tasavvufta; ‘Hakk’a erişmek, Hakk’da yok olmak, ten kafesinden kurtulmak’ tâbirlerini tam olarak şahsında oturtmuş bir aşk eridir O. Mevlânâ Celâleddîni Rûmî Hazretleri dünyâdayken; ‘Ölmeden evvel ölünüz’ sırrını tadmış bir yaşayan diridir. Onun için; ‘Dünya bir misâfirhâne beden ise emânettir.’ O, ölümden kaçış olmadığını bildiğinden hep ölüm ile kucaklaşabilmek hayâliyle yaşadı. Etrâfındaki her şeyin zikir hâlinde büyük bir enerji potansiyelinde olduğunun idrâkıyla kendisi de yerinde duramadı ve semâya başladı.

O zıtlıklar ve çokluklar içinde olsa dahi hep ‘Tek’i gördü ve O’na odaklandı, kendini O’ndan ayrı kılmadı. Tüm coşkusuyla, Rabb’inden gelen her ne ise, onlara ‘Eyvallah’ dedi. Kim olursa olsun her şeyi, herkesi sırf O’ndan ötürü sevdi, herkese ‘gel’ dedi, pek çok şeyi hoş gördü. O, her şeye takdir, minnet, sevgi, merhamet ve şefkatle baktı. Bu sebeple O pek çok kesimin muhabbetini kazanmıştır. Hz. Mevlânâ araştırmacıların dediği gibi; ‘Ne övgüden ne sövgüden etkilenmezdi.’ Yine O, ilminden dolayı dâima dengede kalır zıtlıklar arasında git-gel yaşamazdı.

İşte kendi kaleminden kendi rûhundan, Mesnevî’den O’nun ölüme bakışı:

‘Şu dünya yüzündeki hayat, aslında bir ölümden ibârettir. Bizi korkutan ölüm de hakikatte, hayattır! Bunu ters düşünmek, yâni ölümü, bir başka âleme doğmak değil de yok olup gitmek gibi sanmak imansızlıktır! Eğer Hak, ten hânesini yıkarsa, sakın inleme, şikâyet etme! Şunu iyi bil ki aslında sen, ten zindanında mahpussun; ölüm gelip de orası yıkılınca kurtulacaksın!’ (1)

‘Ölümde insaf ehline ve din ehline bir başka hayat vardır. Ölümden temiz ruhlara huzur ve sükûn gelir. Ölüm Hakk'a kavuşmadır; cefa etmek, kin gütmek değildir. Fakat adam olmayan, ölmeyeceğim diye boyuna ölür durur; işte dert buradadır.’ (2)

‘Bizim ölümümüz her ne kadar sana mâtem olursa da, aslında, Hakk'la buluşma vakti olduğu için bizim en neşeli, en mutlu zamânımızdır. Çünkü bu dünya bizim zindanımızdır. Zindanın harap oluşu, yıkılışı, zindandakileri sevindirir. Yâni bizim bedenimiz, ruhumuz için bir zindan kesilmiştir. Ölüm, bedeni yıkınca, toprağa düşürünce, ruh zindandan kurtulacak, Hakk'a kavuşacaktır.’ (3)

‘Kuşa, kafesi bırakıp uçmak nasıl hoş, tatlı gelirse, bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor.’ (4)

‘Ben ölürsem, sakın bana ‘öldü!’ demeyin. Aslında ben ölü idim, dirildim; dost aldı, götürdü beni.’ (5)

 “Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür. Onun sırrı nedir? ‘O tek bir Allah'tır.’ Aslında ölüm, Allâh'ın nûru ile diri olan kişinin rûhuna, beden zindanından kurtuluş yardımıdır.” (6)

Hz. Mevlânâ, vefâtına yakın günlerde yakınlarına şu gazeli söylemiş; ölüm anlayışını ve ölümünün sevenlerince nasıl karşılanması gerektiğini de böylece ifâde etmiştir:

“Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi, gamı var, dünyâdan ayrıldığıma üzülüyorum sanma. Sakın, benim için ağlama, ‘Yazık oldu! Yazık oldu!’ deme. Eğer nefse uyup şeytanın tuzağına düşersen, işte o zaman hayıflanmanın sırasıdır.

Cenâzemi görünce ‘Âh ayrılık! Âh ayrılık!’ deme. O vakit benim ayrılık değil, visal ve mülakat (kavuşma ve görüşme) vaktimdir. Beni kabre indirdikleri zaman sakın ‘Elveda! Elveda!’ deme. Çünkü kabir, öteki âlemin, can topluluğunun perdesidir.

Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör (düşün). Güneş ve aya gurup etmekten (batmaktan) hiç ziyan gelir mi? Bu hal sana batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslında bu hal doğmaktır, yeniden hayâta kavuşmaktır. Mezar insana hapishane/zindan gibi görünse de, orası ruhun kurtulduğu yerdir. Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Niçin insan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyorsun? (7)

Ne mutlu ölüm hakikatine bu zâviyeden bakabilenlere! O safta bulunmak ümidiyle, efendim hepinize hayırlı cumâlar diliyorum.

---------

1- Şefik Can, Divan-ı Kebir'den Seçmeler, İst, 2006, c. 3, s. 399

2- Mevlânâ, Rubailer, çev. ve haz. Abdülbaki Gölpınarlı, Ankara, 1982, s. 38;

3- Can, a.g.e., c. 1, s. 99-100

4- Mevlânâ, Mesnevi, çev. Veled İzbudak, c. 3, beyit nu: 3951

5- Mevlânâ, Rubailer, s. 100; Can, a.g.e., c. 4 (Rubailer), s. 107

6- Can, a.g.e., c. 1, s. 327

7- Mevlânâ, Divan-ı Kebir, çev. Abdulbaki Gölpınarlı, İstanbul, 2007, c. 3, s. 184; Şefik Can, Seçmeler, a.g.e,, c. 1, s. 425-426.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi
SON YAZILAR