Sadık Küçükhemek

Sadık Küçükhemek

Ergenekon Darbeden Vazgeçer mi?

Ergenekon Darbeden Vazgeçer mi?

Geçen hafta iki gün Ergenekon’un ne olduğunu anlatmaya çalıştım. Mehmet Akif’in deyimiyle “Makul Kefere” ile “Bizim farmason”un bir karşılaştırmasını yapmıştık. Makul Kefere siyaset icabı Müslümanların değerlerine saygı duymaktadır, bizim farmason ise saygı duymamaktadır. Bu sebeple Makul Kefere takdir toplamaktadır. Bizim farmason ise düne kadar muallim olarak geldiği köyde ya sevilmemekteydi veya kovulmaktaydı. 

Meselenin vuzuha kavuşması için günümüzden de bir anekdot sunalım: Biri bana anlatmıştı: Fransızlar Konya çimento fabrikasına ortak oldukları zaman, orada çalışan Türk işçileri, Türk müdürün huzuruna çıkarlar, derler ki: “Biz cuma namazı kılmak istiyoruz, o saatte izin verin.”  Müdür, Bektaşi mantığıyla şöyle cevap verir: “…çalışmak da bir ibadettir(!)” İşçiler, Türk müdürden olumlu bir cevap alamayınca Fransız müdüre giderler, durumu ona anlatırlar, o da taleplerini makul görür ve izin verir.

***

Malumunuz başörtülü Mahinur Özdemir, geçen gün Brüksel parlamentosunda yemin ederek milletvekili olarak görevine başladı. Makul kefere bunu demokrasinin bir gereği gördü. İnançlar üzerinde pazarlık yapılamayacağını söyledi.

Merve Kavakçı ise başörtülü olarak milletvekili seçildiği halde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yemin edemedi. O günün Başbakanı Bülent Ecevit şöyle demişti: “…Burası devlete meydan okuma yeri değil, bu kadına haddini bildirin!” Bunun üzerine allem edildi kalem edildi, Merve Kavakçı’nın milletvekilliği düşürüldü!

***

Makul Kefere, Moğol istilasıyla hilafeti kaldırmayı amaçlamıştı. O zaman pek muvaffak olamamıştı ama bu ulvi müesseseyi derinden yaralamıştı. Osmanlıyı yıkarak hilafete son verdi ve ülkeyi Wilson antlaşması ile mandacılığı savunan Ergenekon’a teslim etti.

Mesela Amerikan mandacılığını savunanlardan biri de Halide Edip Adıvar’dır. Halide Edip Adıvar, 10 Ağustos 1910'da Mustafa Kemal'e şöyle bir mektup yazıyor: "Serüven ve savaş dönemi artık geçmiştir.”

"Filipin gibi vahşi bir ülkeyi bugün kendi kendini yöneten yepyeni bir makine haline koyan Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. On beş, yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye'yi ancak Yeni Dünyanın (Amerika'nın) yeteneği yaratabilir."

Wilson İlkeleri sempatisi ve mandacılık eğilimleri o kadar alenileşti ve yaygınlaştı ki, 4 Aralık 1918’de İstanbul'da Wilson Prensipleri Cemiyeti adıyla bir dernek kuruldu. Bu dernekte şu isimler vardı:

Yazar Halide Edip Adıvar, Gazeteci Yunus Nadi, Vakit Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Yalman, Akşam Gazetesi Başyazarı Necmettin (Sadık), Sabah Gazetesi Başyazarı Ali Kemal, Ati ve İkram Gazeteleri Başyazarı Celal Nuri (İleri), Eski Bakanlardan Velid Ebuzziya, Refik Halit Koray, Leman Gazetesi Başyazarı Cemal Bey, Yeni Gazete Başyazarı Mahmut Sadık Bey...

Cemiyet, ilk toplantısından sonra 6 Aralık 1918'de bir bildiri yayınlayarak açık bir biçimde Amerikan mandasından yana olduklarını ilan ettiler…

Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin ömrü pek uzun sürmedi. Ama mandacılık düşüncesi devam etti yine de. İzmir'in işgal edilmesinden sonra Amerikan Mandası görüşü daha da yayıldı. Sonraları Kurtuluş Savaşı'nın komutanlarından, yeni kurulacak Cumhuriyetin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı da olacak olan İsmet İnönü de o dönemde 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'e yazdığı mektupta şöyle diyordu:

"Tüm ülkeyi parçalamadan bir Amerikan denetimine bırakmak, yaşayabilmek için tek zararsız çare gibidir…"

Evet, İsmet İnönü de mandacıydı o sıralar. Erzurum Kongresi'nde de mandacılık konusunda yoğun tartışmalar yaşanmıştı. Orada da, daha sonraları Kurtuluş Savaşı dönemi meclisinde bakanlık, başvekillik yapacak olan Rauf Orbay ve Rafet Bele de mandacılığı savunanlar arasındaydılar. (1)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, “İrticacılar düşman istilasını ve düşman hâkimiyetini asri ve münever bir zümrenin tesis edeceği idareye bin kere tercih ederler.” demesinin şimdi bir manası kaldı mı?  “Bizim farmason”lar cibilliyeti gereği böyle delilsiz ve Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, “ilimsiz” böyle yazar ve çizerler.

***

Bu çerçevede Genelkurmay Askeri Savcılığı, Taraf gazetesinin 12 Haziran’da ortaya çıkardığı “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ile ilgili hazırladığı raporda, bu planın Genelkurmay’a ait birimlerde hazırlanmadığını ve belgenin altındaki imzanın Kurmay Albay Dursun Çiçek’e ait olup olmadığı tespit edilememiştir. Bu sebeple dosya ilgi İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na gönderilmiştir, demektedir.

Siyasi irade güçlü olursa söz konusu savcılık gereğini yapar. Güçlü olmazsa yapamaz. Çünkü Hz. Ali’den Hz. Osman’ın katillerinin bulunması istenildiği zaman mealen şöyle demişti: “Hükümetimiz güçlü değil, çünkü Hz. Osman’ı devirenler bize hâkimdir. Bu durumda ortalık yatışmadan hükümetimiz güçlü olmadan bu mümkün değildir.” (2).

Bu durumda söz konusu belgenin aslı olsun olmasın, askeri vesayet devam ettiği sürece Ergenekon fırsatını bulduğu zaman darbe yapar.

Onun için siyasi irade her zaman teyakkuzda olmalı ve Ergenekon’la bir anlaşmaya gitmemeli. Çünkü korkunun ecele bir faydası yoktur.

Uzmanların ifade ettiğine göre, sivil irade onlarla uzlaşmaya giderse fırsat buldukları an diz çöktürürler.

Kaynaklar:

1. http://www.yuruyus.com/www/turkish/news.php?h_newsid=3937&dergi

2. Bkz:  Asr-ı Saadet, C:4, S:77–78; Ömer Rıza Doğru 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sadık Küçükhemek Arşivi
SON YAZILAR